Bir Erbakan Hoca geçti

Bir Erbakan Hoca geçti

'Yeni bir dünya' inancıyla bir Erbakan Hoca geçti...

'Yeniden büyük Türkiye ve yeni bir dünya' inancıyla bir Erbakan Hoca geçti...
“Bir yere yerleştik desek yalan rahatımız yok…
     Biziz geçici ikametin yerlileri…”
                                                                       (Ebubekir Eroğlu, Yol Elçisi şiirinden)
Sözün gücü, kelimelerin iğreti süsünden değil; akıl ve kalbin “belâ”ya tahammül ve sadakatindendir. İlk söze sadakat… Her hâl ve koşulda, insanların sanki bir ırmağın akış yönünün tersine çevrilmesi kadar gerçekdışı ve umutsuz gördükleri durumlarda bile, ilk söze sadık kalarak sergilenen bir inanmışlık. Ve gücünü bu inanmışlıktan alan bir eylem azmi ve kavrama yeteneği…
     İşte Erbakan Hoca’yı anlatabilecek temel özelliklerden bazıları. Hakkın rahmetine kavuştuğu 27 Şubat 2011 pazar sabahından üç gün önce hastane odasında partililere hitap ederken kaydedilen son ses ve görüntüsü de,  fizikî takatsizliğin aksine, manen güçlü bir inanmışlığı yansıtıyordu.  Yahya Kemal Beyatlı’nın “kökü mazide olan âtiyim” deyişindeki geçmiş ve gelecek bağlantısını kendince, bir başka lisan-ı hâl ile gösteriyordu sanki genç kuşaklara. O manzara, sıradan bir siyaset hırsının çok ötesinde bir amaç ve anlamın göstergesi idi.
      Türk siyasî hayatında böylesine özgün ve farklı, ama inancından dolayı en baştan beri sistem tarafından dışlanmış, önüne badireler çıkartılmış olmasına rağmen uzun soluklu mücadele vermiş ve kendi çizgisinde bir kadronun, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı makamları başta olmak üzere, ülke yönetiminde rol almasına zemin hazırlamış bir başka siyasetçi yoktur. Bu, klasik siyaset anlayışıyla bakanların belki göremeyeceği, ama Erbakan Hoca’ya yaraşır bir siyaset başarısıdır.
      Gerçi öyle anlaşılıyor ki, kendisinin esas gayesi, siyaseten başarılı olmak değildi sadece. Bu, işin görünen yüzü. Onun “önce ahlâk ve maneviyat” vurgusuyla gerçekleştirmek istediği öncelikli hedefi, milletinin kendi yurdunda özdeğerlerine yabancılaşmadan belirli bir ekonomik ve sosyal refah düzeyinde yaşaması idi. Kendisi birey ve aile olarak, mesleğinin ve özellikle de kişisel başarısının mümkün kıldığı bir hayat standardını Türkiye’de veya 1950’lerin başlarında dizel motorların daha az benzinle daha uzun süreli iş görmesine yönelik tez çalışmalarını gerçekleştirdiği, bundan dolayı da önemli iş teklifleri aldığı Almanya’da sürdürebilirdi. Ancak, o,  iyi yetişmiş ve teknik çözüm üreten bir Makina Mühendisi olarak kendisinin takdir edilmesiyle yetinmiyordu, “Türkiye’nin saygı duyulacak bir ülke haline getirilmesi” için bir şeyler yapılması gerektiğine inanıyordu. Fehmi Koru, 1969’da kendisiyle yaptığı bir mülâkatta Erbakan’ın bu konuda şunları söylediğini yazdı:
     "Bunu önce salt ilim yoluyla yapmak istedim; engel çıkardılar... Ben de işadamlığına soyundum, yine engel çıkardılar... İş dünyasında etkin hale gelirsem belki durum değişir düşüncesiyle Odalar Birliği'ne genel sekreter oldum, engel çıkardılar; başkan seçildim, engeller büyüdü. Anladım ki, amacımı gerçekleştirebilmem için tek yol, siyaset yapmak..."[1]
      Ne yazık ki, siyasette de engellemeler devam etti. Çok büyük haksızlıklara, ithamlara mâruz kaldı. Ama inancını hiçbir zaman yitirmedi Erbakan Hoca. Onun sözleri, iki kaynaktan beslenen güçlü inancının tezahürüydü. Birincisi, hayır ve şer konusunda mutlak bilgi sahibine ve küllî iradeye teslimiyet. İkincisi ise akademik çalışmaları sırasında Almanya’daki gözlemleri. Türkiye’ye döndükten sonra motor ve otomobil üretimiyle ilgili çalışmalarında, siyasette ise ağır sanayi kurma konusundaki söz ve girişimlerinde, Almanya’da edindiği tecrübenin büyük etkisi vardır. Orada çalışırken, Türkiye Zirai Donatım Kurumu için Almanya’ya makine siparişi verildiğine tanık olunca, aslında ona benzer makineleri üreten  teknik ekibin içinde yer alan biri olarak, “niçin bunları kendi ülkemizde biz imal etmeyelim!”, diye  düşünmüştür mutlaka. Erbakan’ın Türkiye’de bir siyasetçi olarak ağır sanayi fabrikaları, takım tezgâhları, savunma sanayi gibi konularda ileriye dönük hedefler koyması, diğer siyasetçiler ve kamuoyu nezdinde pek inandırıcı bulunmamıştır. Aslında, bu konuda onun gerektiği ölçüde anlaşılmadığını söyleyebiliriz.
     Prof. Dr. Necmettin Erbakan, kimilerinin kendisini “hayalci”, “gayrı ciddî “ olarak nitelendirmelerine aldırmadan, umutsuzluğa düşmeden, kırk yılı aşkın bir süre ısrarla aynı söylem çizgisinde geliştirdiği düşüncesini, kurucusu olduğu siyasal partilerin adından farklı olarak, Millî Görüş kavramlaştırmasıyla ifade etti. Bu, ilk bakışta, Erbakan’ın “yeni bir dünya” amacıyla çelişen bir kavram olarak görünebilir. Ama öyle değildir. Çünkü Erbakan Hoca’nın dili, onun tahayyül ve tasavvur genişliğine uygun bir simgesellikle zenginleşmiş anlamlar içeriyordu. Uzun zaman içerisinde belirli sembollerle dile getirilen anlam içerikleri bir yandan konjonktürel gerçekliğe uygun çözümlemeleri mümkün kılarken, bir yandan da söylem sahibini düşünsel sapmalardan ya da aşırı bir pragmatizmden koruma işlevine sahipti. Bu açıdan bakıldığında, millîlik, dünyanın neresinde olursa olsun, esas dokuya yabancı olan ve gelişmeyi engelleyen sömürgeci  güçlere karşı direnç anlamına gelir. Ya da İslamî değerlere uygunluk olarak da düşünülebilir. Her ikisinde de özgünlük söz konusudur.
     Erbakan’ın başlattığı Millî Görüş Hareketini 19.yüzyılın sonlarına doğru Kuzey Afrika’da doğan Senûsî Hareketi ile karşılaştırmalı biçimde açıklamak mümkündür. Onlar, Afrika’nın muhtelif bölgelerinde Batılı sömürgecilerin bir yandan yer altı zenginliklerini Batıya taşımaları, bir yandan da yerli halkın inanç değerlerini bozarak Hıristiyanlığı yaymaya çalışmaları sonucunda ortaya çıkan durum karşısında bir tavır geliştirmeyi amaçlamışlardı. Batılı sömürge güçlerine karşı sosyal ve kültürel direniş hizmetinde bulunan, yerli halkın İslam inancıyla bağlarını kuvvetlendirmeyi hedefleyen  Senûsî Hareketi; sosyal, ekonomik ve kültürel bir ıslah hareketi olarak görülebilir. İleriki zamanlarda Ömer Muhtar, Seyyid Ahmed Senûsî bu hareketin önde gelen liderleri olmuşlardır.
     Senûsî Hareketi önceleri tasavvuf temelinde Afrika Müslümanlarının bilinçlendirilmesini hedefliyordu. Daha sonraki koşullar, bunların işgalci güçlere karşı silahlı mücadele vermelerini zorunlu kılmış, onlar da ülkelerini yiğitçe savunmuşlardır. Ömer Muhtar’ın Libya’da İtalyanlara karşı cesur mücadelesi, Seyyid Ahmed Senûsî’nin Sahra’da Fransızlara karşı savaşması, Mısır’da ise Osmanlı’nın yanında İngilizlere karşı ülke savunmasında yer alması asla unutulamaz. Hatta Seyyid Ahmed Senûsî  1918’de Türkiye’ye gelerek, önce Sultan Vahdettin’in cülus töreninde bulunmuş, iki yıl sonra ise Mustafa Kemal Atatürk ile beraber Anadolu’daki  Kurtuluş Savaşı’nda çok yararlı işler yapmıştır. Bunlar zamanın gerçekliğinin gerektirdiği şeylerdi.
       Erbakan Hoca da kendi zamanının koşullarına uygun görevler üstlenmiştir. Onun bilimadamlığı ve bununla ilgili çalışmaları yeterince dikkate alınmazsa, siyaset zamanında geliştirdiği Millî Görüş söylemi ve kendine özgü siyaset tarzı da gerektiği gibi anlaşılamaz. Erbakan’ın Millî Görüş kavramlaştırmasıyla dile getirmek istediği çözüm önerisinin başka ülkelerde de bir benzerini bulmak mümkündür. Ama bu benzerlik içerik ile ilgili değil,  usûl ve sorunlara yaklaşım tarzı itibariyle söz konusu olabilir. Örneğin  kendisine farklı anlamların yüklendiği (Marksist veya Hıristiyanlığın sosyal değerleriyle ilgili) bir Afrika Sosyalizmi ya da Senegal’in eski Devlet Başkanı Senghor’un geliştirdiği bir tür kültürel-entelektüel zencilik sayılabilecek Negritüde[2], Batı emperyalizmine karşı bir yerli çözüm konsepti anlamında, bir bakıma, onların Millî Görüşü olarak değerlendirilebilir.
       Bu açıdan bakıldığında, Necmettin Erbakan’ın Millî Görüş aracılığıyla ulusal düzeyde olduğu kadar uluslararası ilişkiler bağlamında da özgün bir siyasete ışık tuttuğu görülür. Bunun en somut örneği, Erbakan Hoca’nın kısa süren başbakanlığı döneminde öncülük edip kurulmasını sağladığı D-8 oluşumudur. Türkiye’nin önderliğinde bir araya gelen İran, Pakistan, Endonezya, Malezya, Bangladeş, Mısır ve Nijerya 1996‘da İstanbul Deklarasyonu ile yeni bir dünya beklentisini şöyle dile getirmişlerdi:
-Çatışma yerine barış,
-Sürtüşme yerine diyalog,
-Sömürü yerine işbirliği,
-Çifte standart yerine adalet,
-Ayırımcılık yerine eşitlik,
-Baskı yerine demokrasi.
     Ne var ki bu değişim öyle kolay gerçekleşebilir cinsten değildi. Norveçli siyaset bilimci Johan Galtung’un dünyada hâkim olan merkez-çevre ilişkilerindeki yapısal emperyalizme vurgu yaparak anlatmaya çalıştığı gibi, uluslararası sistemde nispeten daha güçsüz çevre ülkelerinin kendi aralarında doğrudan ittifak kurup işbirliği geliştirmelerine izin verilmez. Mutlaka merkez ülkeler üzerinden olacaktır bu. İşte Galtung bu durumu yapısal emperyalizm olarak tanımlıyor.
     Erbakan Hoca’nın (gerçekleştirmek istediği) hayâli,  “yeniden büyük Türkiye”yi dünya sahnesine çıkararak, uluslararası sistemde yer edinmiş bu emperyalizm ağını aralayıp “yeni bir dünya” kurmak idi. Sekiz ülkeyle başlattığı projenin amacı buydu. Millî Görüş bu amaca yönelik bir özgün yöntem ve kültür/siyaset içeriği olarak değerlendirilebilir.
D-8 (Gelişmekte olan Sekizler) projesi hâlen devam etmekle beraber, biçimsellikten öteye geçememiştir. Bunda,  Erbakan Hoca’nın 28 Şubat tuzağıyla görevi bırakmak zorunda kalması ve dünyadaki “yapısal emperyalizm” ağının etkisi büyüktür. Eğer D-8 hedefleri gerçekleşmiş olsaydı, bugün  Mısır ve öteki Müslüman ülkelerdeki (iç savaşı çağrıştıran) halk isyanı yerine belki de daha yumuşak demokratik dönüşüm süreçleri başlayabilirdi.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan, öyle inanıyorum ki,  asıl bundan sonra  üzerindeki zoraki imajın kalkmasıyla beraber her kesimden insan tarafından en az dört kimliğiyle gerçek anlamda tanınacaktır. Bu kimlik tespiti sayesinde; bilimadamı olarak Erbakan, siyasetçi olarak Erbakan, entelektüel ve düşünür olarak Erbakan ve inandığı gibi yaşamaya çalışan bir samimi Müslüman olarak Erbakan gerçeği fark edilebilir. Türkiye’de herkesin sorumluluk sahibi bir birey olarak Erbakan gerçeği üzerinde düşünmesi ve kendince bir sonuç çıkarması gerekir. Vural Savaş’ın bile, onca yapılanlardan sonra, biz galiba yanılmışız, Erbakan yerli düşünceye hizmet ediyormuş, anlamında konuştuğuna tanık olduğumuz şu günlerde, fazla söze gerek duymayıp bu konuyu halkımızın irfanına bırakıyorum.
       Erbakan Hoca’yı her zaman bu düşüncelerle ve rahmetle anacağız. Onun buradaki “geçici ikameti”sona erdi. Ebedî yurdunun, cennet yurdu olmasını diliyoruz.
Ibrahim S. Canbolat
[email protected]

--------------------------------------------------------------------------------

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.