Ahmet Baltacı ile din ve hayra hizmetle geçen bir ömür...
Yayınlanma:
Küçükkoner: Sizin çocukluk döneminiz dini eğitimin yasak olduğu yıllara rastlar. O dönemle ilgili bir hatıranız var mı?
Baltacı: Yıl 1940. Altı yaşındayım. Uluırmak’ta mezarlığa yakın bir yerde oturuyoruz. Küçük ablam Maraş sokağına yakın Karaçor diye bilinen bir hanıma cüz okumaya ve namazlık öğrenmeye gidiyor. Hoca hanım çocukları evinin önündeki geniş avlunun bir köşesinde okuturdu. Benim yaşımda bazı çocuklarda gelir, namazlık okursa okur, çoğunlukla avluda oynarlardı. Bir gün ben de ablamın peşine takıldım. O beni götürmek istemezdi. Yalvara-yakara kabul ettirdim. Biz birkaç çocuk bir kenarda oynuyorduk.
Çat kapı açıldı. İki bekçi, bir polis avluya girdi. Hoca hanım tecrübeli imiş. Gelenleri görünce çocuklara:
-Arka kapıdan kaçın! diye seslendi. O zamanlar genellikle avlular üzüm bağlarına açılırdı. Üzüm bağlarının arasında duvar da yoktu. Dolayısıyla buralardan başka evlere geçilebilirdi. Nitekim büyük çocuklar hemen kaçıştılar. Şimdi düşünüyorum da o çocuklar tembihli imişler. Hoca hanım kaçın der demez kayboldular…
Biz birkaç çocuk orada kalakaldık. Bizi şimdiki Vilâyet binasına getirdiler. Emniyet müdürlüğü girişte sağda idi. Bizi soldaki merdivenin bucağına durdurdular. Başımıza da bir bekçi koydular. Bizi kuşluk vakti getirmişlerdi. İkindiye kadar orada ağlaştık durduk. İkindi vakti babalarımız geldi. İfadelerini ve bir daha göndermeyeceklerine dair sıkı bir tembihten sonra imzalarını aldılar ve bizi salıverdiler…
Küçükkoner: İmam- hatip okulu açılmadan Bulgurcuk tekkesi diye bilinen Çimilli Hakkı Özçimi hocada hafızlığı bitirdiğinizi biliyoruz. Hafız olmayı siz mi istediniz? Bu konudan bahsedermisiniz
Baltacı: Babam Çumra’nın Alıssa köyünde çocukluk ve gençlik döneminde okumak istemiş ama imkân bulamamış. İki yaşında anneden, beş yaşında da babadan yetim kalmış. Gaddar bir analık elinde çocukluğunu geçirmiş. Arkadaşları köy hocasına okumaya giderler, ama analık onu göndermezmiş. Kuytu yerlerde, samanlıkta arkadaşlarından, hatta kendinden küçüklerden zar zor Kur’an okumayı, askerde de arkadaşlarından yazı yazmayı ve hesap yapmayı öğrenmiş. Askerden sonra sırf çocuklarımı okutayım diye Konya’ya hicret etmiş. Kur’an-ı Kerim’i düzgün okumaya ve hafızlığa adeta âşıktı. O’nun bu aşkı ve telkini ile isteyerek ve severek hafızlığa başladım. Cenab-ı Hak zorlanmadan ve emsalimden öncede bitirmeye muvaffak eyledi.
Aslında dersten bir sıkıntım yoktu. Bir gün Kamîl Yaylalı ve merhum Abdurrahman Öznalcılar’la birlikte kurstan kaçtık ve Karaaslan’a, kanalda yüzmeye gittik. Ertesi ve ertesi günler de korkudan gidemedik… Babam Salih Öznalcılar amca vasıtasıyla haberi alınca çok üzüldü. Önce hak ettiğim dayağı attıktan sonra hem ağladı hem de kendi kendine söylendi “Ya Rabbi, ben ne hata işledim ki bu çocuk böyle yapıyor. Ben sırf çocuklarım okusun diye köyden geldim. Elin ağır işlerinde çalışıyorum. Herhalde çok günahım var ki çocuğum kurstan kaçıyor, affet Ya Rabbi” gibi sözler söyledi. Babamı üzmüştüm. O’nun ağladığı o anı hiç unutamadım. Ondan sonrada böyle bir durum olmadı. Dersten ve okuldan dolayı O’nu hiç üzmedim.
Küçükkoner: Dinî tahsilinize başlamadan önce hıfzınızı ikmâl etiniz. Dinî tahsilde hafızlığın öneminden bahseder misiniz?
Baltacı: Biz Türk’üz. Dilimiz Türkçe. Dinîmizin temeli olan Kur’an-ı Kerim ve peygamberimizin hadisleri Arapça. Kur’an-ı Kerimi rahat okuyan ve özellikle hafız olan kişi dinî eğitimde ve ona hazırlık olan Arapça eğitiminde önemli bir avantaja sahip oluyor. Bir defa kelimelere ve onların telaffuz edilmesine bir yatkınlık kazanılıyor. Dinî terimler ve hükümleri öğrenmek kolaylaşıyor. Dinî hükümlerin kaynağı Kur’an-ı Kerim olduğuna göre hükümle kaynağı arasında irtibat kurulması mümkün oluyor. Dolayısıyla kişinin ufku açılıyor. İzah edilmesi mümkün olmayan kazançlar elde ediliyor.
Ayrıca ayetlerin manası anlaşılmaya başlayınca manevî zevkiniz ve dinî tahsile şevkinizi artıyor. Kur’an-ı Kerimi ezbere okuyup bir şey anlamamanın ıstırabından kurtuluyorsunuz. Sizi hafız diye başköşeye oturtuyorlar ama siz din hakkında hiçbir şey söyleyemiyorsunuz. İşte bu durum sizi dinî eğitime adeta zorluyor. Dinî eğitime başladığınız zamanda zorlanmıyorsunuz. Hülasa, dinî eğitimde hafızlığın önemi ifade edilemeyecek kadar büyüktür. Bir konuşma bir vaaz esnasında ayeti kolayca, yanlışsız okuyabilmenin rahatlığı hiçbir şeyle ölçülmez.
Küçükkoner: İmam-Hatip Okulunda hem tahsilinize devam ettiniz, hem de görev yaptınız. Bu dönemden biraz bahseder misiniz?
Baltacı: O devre resmi tahsil yapan din görevlilerinin az olduğu bir dönem. Müftülük, vaizlik dahil bütün görevler genellikle yapılan bir sınavla kazananlara veriliyordu. İkinci sınıfta idik. Hafızlık hocam ve aynı zamanda İmam-Hatip okulunda Kur’an-ı Kerim hocamız Hakkı Özçimi (biz O’na Hakkı Efendi derdik) bir gün bahçede beni çağırdı:
- Arkadaşlarından imtihana girip görev alanlar oldu. Sen niye imtihana girmiyorsun? Dedi. Ben:
- Kazanamam. Onun için girmiyorum, dedim.
Rahmetli hocam dudaklarını kendine has bir şekilde büzüp hareket ettirerek:
- Kazanaman mı , kazanaman mı? Dedi. Arkasından “Sahip Ata camiinin müezzinlik imtihanı var. Yarın gel istidanı ver!” dedi ve yürüdü gitti. Çaresiz ertesi günü gittim, dilekçemi verdim. Altına o zaman gerekli olan 16 kuruşluk pul yapıştırdım. Bu 16 kuruş boşa gitti diye üzüldüm. İmtihandan çıkınca katılanların konuşmalarını dinledim. Kazanabileceğime o an kani oldum. Kazanmışım. 1952 yılında Sahip Ata Cami müezzin-kayyımlık görevine resmen başlamış oldum. O sırada 18 yaşında idim. Hafızdım, imam-hatipten önce bir miktar da Arapça okumuştum. Atandığım bu kadrolara “S” cetveli diyorlardı. Aslî maaş kadroları değildi. Belli bir barem ve terfi sistemi yoktu. Verilecek ücreti hükümet belirliyordu. O sırada 60 TL. alıyorduk. Daha sonraki senelerde 75 TL.’ye çıkmıştı.
Bu para çok bereketli idi. Masraflarımı karşıladığım gibi kitap alabiliyordum. O zaman kitaplar çok pahalı idi. Basılmıyordu. Fetret devri idi. Meselâ Elmalı tefsirini 105 TL.’ye Et-Terğip ve’t-terhib’i (4 cilt) 55TL.’ye almıştım. Zengin bir aile olmadığımız için evimize de yardımım oluyordu. O sırada çoğunu kendimiz çalışarak yaptırdığımız 2 odanın pencere ve kapı ücretlerini bu paradan vermiştik.
Bizim hem öğrenci hem de görevli olmamıza kanunî bir engel yoktu. Nitekim Ankara’da, İstanbul’da aynı durumda olan arkadaşlarımız vardı. Ayrıca o zaman iki resmî görevi almak mümkündü. Hem imam hem Kur’an kursu öğreticisi; hem imam hem memur olan kişiler vardı. Daha sonra bu durum yasaklandı ve görevlerden birini tercih etmek zorunda kaldılar.
Küçükkoner: Yüksek tahsilinizi İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünde tamamladınız. Yüksek tahsil döneminiz nasıl geçti?
Baltacı: Yüksek tahsilimi askerlik görevimden sonra 1960-1964 yılları arasında yaptım. Enstitüye giriş imtihanını kazandım. Rahmetli babam tahsilime devam etmemi çok istemesine rağmen imkânı yoktu. Kayınpederim o sırada görevli olduğum İplikçi Cami imam-hatipliğine devam etmemi istiyordu. Ayrıca dükkândan bir hisse vererek ortak yapabileceğini söyledi. Ancak benim mutlaka tahsile devam etmek istediğimi öğrenince itiraz etmediği gibi elinden geldiği kadar yardım edeceğini de söyledi. Onun için verdiği bu cesaretten ve İstanbul’da görev alıncaya kadar yaptığı yardımdan dolayı rahmetle anarım ve hep dua ederim.
Gündüzlü olarak tahsile başladım. Kabataş iskelesini karşısında set üzerinde bulunan Ömer Avni Camiinde kalıyordum. Bu camide Necati Günüç bir süre imamlık yapmış. O sırada imam arkadaşımız Kâmil Yaylalı idi. İdris Öksüz adlı bir de müezzini vardı. Rizeli idi. Arkadaş canlısı çok iyi bir insandı. O’nun yardımını gördüm. Enstitü imtihanlarına gelen pek çok arkadaşımıza da yardımları oldu. Kısa bir süre sonra Taksimde Kazancı yokuşunun altındaki Kazancı Camiinde görev aldım. Okulda çok yakındı. Yokuşun alt tarafında idi. Caminin lojman olarak düzenlenen sermahfelinde kalıyordum.
Enstitü döneminde unutamadığım iki olaydan bahsedeyim.
Farsça dersimize merhum Yamandede’den sonra İbrahim Kutluk adında birisi gelmişti. Sol fikirli birisi idi. Konya mezunu arkadaşların Farsça ders durumları oldukça iyi olduğundan doğru dürüst dersle ilgilenmiyorduk. Bazı arkadaşlar kendisi ile hafif fikir münakaşaları yapıyorlardı.
Yılsonu imtihanları başladı. Biz üçüncü sınıfta idik. Dördüncü sınıfın imtihanı bizden bir gün önce idi. Sorular çok zormuş… Bizim imtihan günü sınıf arkadaşlarımız boykot kararı almışlar. Toptan imtihana girmeyelim veya hep birlikte boş kâğıt verip çıkalım diye düşünmüşler; ikinciye karar vermişler. Arkadaşlarımızın çoğunluğu yatılı idi. Erken gelen gündüzlü arkadaşlara da haber vermişler. Ben tam saatinde geldim. Herkes salonda idi. Rahmetli İbrahim Şener yakınımda idi. Durumu haber verdi. Sebebini sordum. Hoca Komünistmiş dedi. Çok canım sıkıldı. O sırada çevremdeki birkaç arkadaşa, madem öyle yıl içinde boykot yapılması lazımdı. İmtihanda zor soruyor diyemiyoruz ve başka bahane ile boykot yapacağız. Ben katılmıyorum ve cevaplarımı yazacağım dedim. İbrahim Şener, Süleyman Uğur ve birkaç arkadaş daha boykota katılmadık. Diğer arkadaşlar boş kâğıt verdiler ve çıktılar. Ancak idare bir tatsızlığa meydan vermemek için hocanın işine son verdi ve imtihanları geçersiz saydı. Bazı arkadaşlar bize biraz kırıldılar ama haksız oldukları için fazla bir şey de demediler.
İkinci bir olayda Talebe Cemiyetine seçilmem. Rahmetli Ahmet Gürtaş başkan. Yusuf Ziya Kavakçı, Nusret Vardar, Remzi Yavuz… İyi çalışmalar yapıyoruz. Yurt içinde ve özellikle yurt dışında yüksek seviyede dinî öğretim yapan kuruluşlarla haberleşiyoruz. Bir karar aldık. Bizim hem aldığımız eğitime aykırı hem de Enstitümüzün ilmi seviyesine zarar veriyor. Kopya yapanlara engel olunsun. Rahmetli müdürümüz ve hocamız Ahmet Davudoğlu’na arz ettik. İtiraz etti; “olmaz öyle şey” dedi. Biz de “biz içindeyiz oluyor” dedik. “Bir örnek verin” dedi. Remzi Yavuz atıldı. “Meselâ Cemalettin Akdere her dersten kopya çeker” dedi.(Cemalettin’in babası da göçmen ve hocanın ders arkadaşı) rahmetli hocamız “pekiyi, pekiyi ben gerekeni yaparım” dedi. Biz ayrıldık. Hocamız Cemalettin’e:
- Şıh Cemalettin gel buraya! Sen derslerde kopya çekiyormuşsun! Der. Cemalettin’in itiraz etmesi üzerine:
- Talebe Cemiyeti geldi ve seni şikâyet etti.
Tabi bu durum arkadaşlar arasında hemen yayıldı. Çok müşkül bir mevkide kaldık. Biz neler düşündük. Müdürümüz A. Davudoğlu işi ne kadar basite icra etti. Bereket yönetim kurulundaki arkadaşlar sevilen kişiler olduğu için iş fazla dallanıp budaklanmadı.
Bu olaydan şunu anladık. Kişinin ilim adamı olması, faziletli, çok değerli bir insan olması başka, idarecilik bambaşka bir şey. Hocamızın ilmi ahlâkı, fazileti herkesçe müsellem. Bu yaptığı idarecilik görevi ile ve hatta İslâmî açıdan bağdaşmayan bir durum. Zira haberdâr olunca tedbir alması gerekirken almadığı gibi bizim öğrenci olmamıza rağmen bu halisâne dileğimizi berakis edip bir arkadaşı şikâyet gibi bir duruma indirgemesi kabul edilir bir durum olmasa gerek. Bereket arkadaşımızda konu üzerinde pek durmadı. Bizim yaptığımız işe işgüzarlık diye düşünülebilirse de biz gerçekten iyi bir iş yaptığımıza kani idik. Dini eğitimle ve dürüstlükle bağdaşmayan bu hastalığın önlenmesi şart. Bu herkesin kabul ettiği bir gerçek… Biz idareden teşekkür bile beklemiştik Ama olmadı. • Devam edecek
Küçükkoner: İki dönem Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliğinde bulundunuz. Bu dönemde önemli kararlar çıkmıştı. Kısaca bahseder misiniz?
Baltacı: Seçilerek iki dönem Yüksek Kurul Üyeliğinde bulundum.1966-1968 ve 1978-1980. 633 sayılı kanundan önce kurulun adı “Müşavere Heyeti” idi. İsim değiştirdiği için onlarında seçime girmeleri istendi. Mehmet Oruç ayrıldı. Bir daha Diyanete hiç gelmedi. Ahmet Hamdi Kasaboğlu, Osman Keskioğlu, Dr. Lütfi Doğan, A. Aslan Aydın seçime katıldılar. Sadece A. Aslan Aydın seçildi. Kazanamayan eski üyeler ve A. Aslan Aydın, müktesep hakkımıza riayet edilmedi diye dava açtılar. 1968 yılında seçim, Danıştay kararı ile iptal edildi. Eski üyeler ve A. Aslan Aydın mahkeme kararı ile yeniden kurul üyesi oldular. Daha sonra boş üyelikler için yeniden seçim yapıldı. Biz bu devre dışarıda kaldık. Başka göreve atandık. Meselâ Eskişehir Müftülüğü yaptık.
Bu iki yıllık devrede neler yapıldı? Önce prensipler üzerinde duruldu. 633 sayılı kanun Diyanetin görevinin “Toplumu Din konusunda aydınlatmak” olduğunu söyler. Diyanet, faiz, içki, kumar, piyango haram diyebilir mi? tartışması başladı. Eski heyet muameleye tabidir diyerek cevap vermezlerdi. Yeni üyeler olarak biz dedik ki harama haram … diye inanmakta şart. Biz uygulayın diyemeyiz, ama haram olduğunu bildirerek aydınlatmamız görevimiz cümlesindendir. Bu arada Prof. Dr. A.Himmet Berki ve anayasa profesörü Turan Güneş vb. zevatla görüştük. Bu fikir kabul edildi ve uygulamaya kondu. Diyanet tarihinde bu bir devrim niteliğinde idi. Diyanette Kasaboğlu vb. sol görüşlü insanların etkinlikleri ortadan kalktı. Önemli zihniyet değişikliği oldu.
O zamana kadar diyanet görevlilerinin hiç birine ait yönetmelik yoktu. Rahmetli edebiyat hocamız Kemal Or Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlar Genel Müdürü iken ziyaretine gitmiştim. Milli Eğitim Yayınlarından olan Ferheng-i Ziya’yı basmasının hizmet olduğunu söylemiştim. O hemen bastırdı. Gerçekten çok önemli bir hizmet oldu. Bu arada Talim Terbiye Heyetinin yönetmeliğinin baskısını yaptığını söylemişti. Bir nüsha rica ettim. Ondan esinlenerek ilk defa Din İşleri Yüksek Kurulu Yönetmeliğini hazırladık. Daha sonra Din Görevlileri yönetmeliğini yaptık. Din görevlilerinin yaz tatilinde öğrencilere, diğer zamanlarda müracaat edenlere Kur’an-ı Kerim ve dinî bilgi öğretme konusu çok zorlukla yönetmeliğe konabildi. Zorluk nerede idi? Tevhid-i Tedrisat kanunu eğitim konusunu milli eğitime tahsis ettiği için milli eğitimsiz eğitim yapamazsınız diye karşı çıkıyordu. Örgün eğitim gibi gösteriyorlar, hâlbuki bunu bir yaygın eğitim olduğunu göz ardı ediyorlardı. Hâlbuki bu bir okul değil, diploma vermiyor ki. Diğer kurumların okullarına müdahale edemiyor, ama Diyanetin bu hizmetine engel olmak için uğraşıyorlar. En büyük engeli çıkaranlarda Talim Terbiye Başkanı hem şehrimiz Zekâi Baloğlu ile o zaman uzman olan Rıza Gardaş idi. Uzun mücadeleler sonucu din görevlisinin cemaati ve cemaati olacak kişileri yetiştirebilmesi için isteyenler Kur’an okutabileceği maddesi kabul ettirilebildi. Onların onayı ile yönetmelik resmen kabul edildi ve yayınlandı.
O zaman ki bir duyumumuzu arz edeyim. Bu konu kabul edilince çok sevinmiştik. Din görevlisi arkadaşlarımız budan sonra okutmadık çocuk bırakmazlar diye düşünmüştük. Önüne gelen çocukları savsaklayacak ve kısa zamanda dağıtmak için fırsat arayacak kişilerin olacağı hiç aklımıza gelmemişti.
Mücadelemizden birisi de, Türk Hava Kurumu gibi gelirini fakire harcamayan kurum ve kuruluşlara zekât ve fitre verilip verilmeyeceği ile ilgili idi. Evvelce Diyanet her ramazan öncesi bir genelge gönderir, zekât ve fitrenin bu kuruma verilmesi için cemaatin uyarılması emredilirdi. Kurban bayramı öncesi de kurban derileri için… Diyanet bu genelgeleri baskı ile ve zorla yapardı. Biraz da sol tandanslı bazı kişilerin içerden zorlaması ile olurdu. Kurul olarak biz buna karşı çıktık. Zekâtın kimlere verileceğini Cenab-ı Hak belirlemiş. Bunu kimse değiştiremez. Yine genelge gönderelim, vermek isteyenler sadaka ve diğer yardımlarını vermeleri için teşvik edilsin. Yoksa bu genelgeler müftü ve vaizlerimizi sıkıntıya sokuyor dedik. Gerçekten de açık Kur’an emrine muhalif genelge uygulanmadığı takdirde şikâyetlere, karışıklıklara, çatışmalara sebep oluyordu. Nitekim ben de Akseki Müftülüğüm sırasında hayatımın tek soruşturmasını geçirmiştim. Kurban derisi ile ilgili konu da çok münakaşalı idi. Diyanette o zamanki başkanımız merhum İbrahim Elmalı’nın cesur ve kararlı tutumu Din İşleri Yüksek Kurulunun tavizsiz fetva ve kararları ile bu meseleler halledildi.
Kurulda bulunduğumuz ikinci dönemde de karar alındı. Bunlardan Rü’yet-i hilâl ile başörtüsü ile ilgili olanı çok önemli. Önceleri mübarek günlerin tespiti de gerçekten perişan bir halde idi. Bu işte kanunî sorumlu, Diyanet salahiyetli olmamakla beraber, hem İslâm ülkelerine hem de kendi ülkemizin şuurlu ve duyarlı insanlarına karşı biz mahcup oluyorduk. Kurul bu hususta tarihi bir karar aldı. Ama bu meselenin çözümünün şerefi tamamen o sırada reisimiz olan Tayyar Altıkulaç’a aittir. Bundan dolayı Tayyar Bey’e şükran borçluyuz. Dinî gün ve aylar kameri takvime göre belirlendiği herkesçe malumdur. Bu husustaki salahiyet tamamen Kandilli Rasathanesine verilmiş. Bu bir anayasa maddesinin hükmü ve bu madde anayasanın değiştirilemeyen ilkelerinden… Daha önce de Diyanet olarak müracaatlarımızda bu hususla ilgili görüşmeyeceklerini, hicri ay ve yılbaşlarını kendileri belirleyeceklerini ifade ediyorlardı. O tarihten beri Diyanet ve Kandilli rasathanesi müştereken çalışıp ilân ediyorlar. Bugün rahatlıkla oruç tutup bayram yapabiliyorsak, Tayyar Bey’in sayesindedir ve O’nun bu husustaki başarısı her türlü takdirin üzerindedir.
O günlerde başörtüsü konusu da alevlenmişti. Riyaset-i Cumhur ve Devlet Başkanlığından gelen bir soru üzerine kurul çok önemli bir karar aldı. Bu kararın metninin hazırlanmasında İrfan Yücel arkadaşımızın katkısı büyük olmuştur.
Küçükkoner: Diyanet İşleri Başkanlığında önemli bir hizmetinizde yayınlar konusunda oldu. Bu dönemde neler yapıldı?
Baltacı: Diyanet İşleri Başkanlığının hizmet birimlerinin tamamı o tarihte Olgunlaşma Dairesi Başkanlığı bünyesinde toplanmıştı. Bu hizmetlerden birisi de yayın hizmetleri idi. Yayın hizmetleri için kurulan döner sermayenin sermayesinin tamamı 50 bin lira idi. Diyanetin önceki tutum ve davranışı olarak Sadettin Evrin Paşa ile Prof. Yusuf Ziya Yörükan’ın kitapları basılarak sermayenin tamamı harcanmıştı. Teşkilatın benimsemediği bu kitaplara karşı adeta sessiz bir boykot vardı. Satılamıyordu. Döner sermaye dönemez olmuş, donmuş kalmıştı.
O dönemde ben Olgunlaşma Dairesi Başkan Vekili idim. Diyanet İşleri Başkan Vekili Lütfü Doğan ve Donatım Müdürü Arif Mehmet Özdemir’in yardımları ile döner sermaye döner hale getirilebildi. Evvelce dört sayısı çıkarılan Diyanet Gazetesi ve Diyanet Dergisi düzgün bir şekilde çıkarılmaya başlandı. Derginin Hz. Peygamberle ilgili özel sayısı takdir topladı. Çok sayıda kitap basımı gerçekleşti. Sahih-i Buhari Tecrid Tercümesinin ilk üç cildinin telif hakkı Cihat Baban dan satın alındı. Cilt olarak basımı yapılmaya başlandı. 1954 yılında okul gezisinde Ankara’ya gitmiştik. Diyaneti ziyaretimizde 3. cilt bulunamıyor diye söylediğimizde bize bir ay sonra elinizde olacak demişlerdi. 1970 yılında o cildi de bastırmak bize kısmet oldu. Kalem Güzeli adlı şahane eserde o devre basılan yayınlar arasındadır. O devre gerçekten bereketli bir dönem oldu.
Tahdis-i nimet olarak yurt dışındaki işçilerimizin dinî ve din görevlisi ihtiyacını dile getiren ve Diyanetin hac konusuna eğilmesi gerektiğine ilişkin ilk raporları hazırlamak ve fikir alt yapılarını oluşturmak, Tayyar Altıkulaç döneminde bize kısmet oldu.
Küçükkoner: Bir sürede yurt dışında din hizmetleri ataşeliği görevinde bulundunuz. Oradaki önemli izlenimleriniz neler oldu?
Baltacı: Yurt dışı Din Hizmetleri Ataşeliğini 1980-1984 yılları arasında yaptım. Avrupa’da Diyanet Teşkilatının kurduğu ilk kuruluş Berlin Din İşleri Türk İslâm Birliği (DİTİB) oldu. Tarafsız derneklerin ele geçirildiği ve camilerde çeşitli siyasi havaların hâkim olduğu bir devre idi. Devlet mülkü olan Berlin Türk Şehitliğinde hizmetleri ve yönetimi üstlenmek çok zor oldu. Hayati endişeler yaşandı. Berlin’de Şehitlikle beraber üç cami daha açmak kısmet oldu. Görevden ayrıldığım son ramazanda gerginlik azaldı. Milli görüş camilerindeki hocalar bizim camilerde, bizim hocalar onların camilerinde vaaz ettiler. Ayrılığı körüklemediğimizin meyvesini böylece almış olduk. Yurt dışında çalışmak cazip gibi görünen fakat binlerce sorunun yumak gibi birbirine sarıldığı bir garip konu. Çok hizmete ihtiyaç var. İşçilerimizin benliklerini koruyabilmesi için çok akıllı, şuurlu ve duyarlı olmaları şart…
Küçükkoner:Bir sürede Süleyman Arif Emre, Mehmet Özgüneş ve Prof.Dr. Turhan Fevzioğlu’nun danışmanlığında bulundunuz ve bu sırada doktoranızı tamamladınız. Bu dönemden de kısaca bahseder misiniz?
Baltacı: Adana Bölge Vaizi iken Başkanlık Vaizliği kadrosundan Bakanlık Müşavirliğinde görevlendirildiğime ilişkin bir tayin kararnamesi çıktı geldi. Yaptığım istişarelerde kritik koalisyon döneminde bazı hizmetlerin olabileceği kanaati ile göreve başladım. Diyanet İdaresi ile Selamet Partisi idaresinin birbirlerine zıt olduğu o devre çok zor bir devre idi. Dindar insanlarda olsa siyasetin insanlar üzerinde ki tesirini gözlemlemek imkânı oldu. Bizim partili diye hatasından dolayı cezalandırılmış insanlar müdafaa edilebiliyordu. Ceza gören insanlardan bazıları da “ben falan partili olduğum için ceza verdiler” diyor, esas sebebi gizliyordu. Bakanlık makamı ve çoğu zaman bazı siyasilerle Diyanet arasında kalıyor, bir tatsızlık olmaması için uğraşıyorduk. Bu durum bir sinir rahatsızlığı da geçirmeme sebep oldu. Ama hamdolsun önemli bir problem olmadı.
Ben müşavirlik görevine başladığım zaman Özel Kalem Müdürü Ayla Hatırlı isimli bir hanımdı. Esas itibariyle Mehmet Özgüneş zamanında bu göreve getirilmişti. Son derece başarılı, iyi niyetli, çalıştığı kişiye ihanet etmeyen mizacı sebebiyle Süleyman Akif Emre Bey O’nu değiştirmemişti. Bakanlıkla Diyanet arasında önemli bir anlaşmazlık yaşanmamasında bu hanım efendinin de çok önemli bir rolü olmuştu. Ben de Ayla Hatırlı ve ekibi ile uyum içinde çalıştım. Hükümet değişti ve Turan Fevzioğlu Bakan oldu. O da Ayla Hanımla çalışacağını söylemiş. Beni aslî görevime göndermek istemişse de Ayla Hanım, “Ahmet ağabeyin başımızda bulunmasına müsaade buyurun” diye rica etmiş. “Pekiyi” demiş. Ben orada olduğum süre içinde 2-3 iş dışında bana herhangi bir görev vermedi. Ayla Hanım bana “sen bir odaya çekil, doktoranla meşgul ol. Bir ihtiyaç olursa biz seni çağırırız” dedi. Bu fırsatı değerlendirdim. Yazmakta olduğum tezi burada ikmal ettim. Doktora tezimde kabul edildi.
Küçükkoner: Emekli olduktan sonra bir süre Konya’da açılan Haseki Tipi Selçuk Eğitim merkezinde müdür olarak görev yaptınız. Haseki Tipi Eğitim ülkemize neler kazandırdı?
Baltacı: 1987 yılında emekli olmuştum. 1990 yılında Konya’ya Haseki tipi bir eğitim merkezi açılması ve benim bir vaizliğe tayinim ile müdürlüğü tedvir ile görevlendirildiğime ilişkin bir kararname geldi. Yer olarak Türk Anadolu Vakfına ait Sandıkçı Kız Kur’an Kursu uygun görüldü ve orada eğitim başladı. Teklifim üzerine hadis hocalığını kabul eden ve İstanbul’dan gelip Konya’ya yerleşen Dr. Nurettin Boyacılar ile o sırada emekli olan merhum Dr. Hüseyin Küçükkalay öğretim üyesi olarak göreve başladılar. Bu iki değerli üstat çok faydalı oldu ve eğitimin kalitesine müspet etki yaptılar.
Daha sonra Aydınlık semtinde bulunan Diyanet Vakfı Yurdunun da içinde bulunduğu bahçeye projesi Diyanet Vakfı’nca yaptırılan hizmet binası yapıldı. Mezunlardan imtihanla hoca olabilecek gençler seçildi ve iyi bir eğitim kadrosu oluşturuldu. Bu kadro hâlen göreve devam ediyor. Buraya ayrıca oldukça zengin bir kütüphane de kazandırılmış oldu.
Küçükkoner: 1987 yılından beri Türk Anadolu Vakfı’nın çalışmalarına katıldınız. İki dönemden beri mütevelli heyet başkanlığını yürütüyorsunuz. Kısaca Türk Anadolu Vakfı’nın faaliyetlerinden bahseder misiniz?
Baltacı: 1987 yılında emekli olup Konya’ya gelince arkadaşlar Vakıfta beraber çalışmamızı istediler. İdare amiri veya Genel Müdür gibi çalışmaya başladım. Prof. Mustafa Uzunpostalcı Bey, 2005 yılında görev almayacağını söyleyince arkadaşların tensibi ile başkanlığa seçildim. Hâlen bu göreve devam ediyorum. Türk Anadolu Vakfı eğitim amaçlı kurulmuş ve kamu yararına çalıştığı Bakanlar Kurulu’nca kabul edilen ender vakıflardan birisidir. Eğitime ve özellikle dinî eğitime önemli katkıları olmuştur. Merkez İmam-Hatip Lisesi ile Şeyhulema’daki Karatay İmam-Hatip Lisesinin mülkiyeti vakfımıza aittir. Yüksek İslâm Enstitüsü açıldığı zaman eğitim binasını bu vakıf yapmıştır. Hâlen İlahiyat Fakültesinin eğitim binası, camii ve yurdu vakfımızca yapılmıştır. 4 adeti yatılı olmak üzere 14 Kur’an Kursu ile ilgilenmekteyiz. Selçuk Üniversitesi Kampus Camii tarafımızdan yapılmış ve 3 adet lojman temin edilmiştir. Hâlen caminin giderleri vakfımızca karşılanmaktadır. Şu anda çeşitli fakültelerde okuyan öğrencilere karşılıksız burslarımız devam etmektedir. Bu sayı bu öğretim yılında 1001’e çıkarılmıştır.
Küçükkoner: Hocam, zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ederim.
Baltacı: Ben teşekkür ederim.
• SON •
Ahmet Baltacı kimdir?
1934 yılında Çumra’nın Alissa (Yenimescid) köyünde doğdu. İlk tahsilini Konya Hakimiyet-i Milliye İlkokul’unda (1946), hafızlığını Konya’nın o tarihlerde tek Kur’an Kursu olan Bulgurcuk Tekkesi Kur’an Kursu’nda Hakkı Özçimi Hoca Efendide bitirdi (1949). Bu arada Dorla’lı Nasır Koçak Hoca Efendi’den bir miktar Arapça okudu. Bu hoca efendinin teşviki ile 1951 yılında açılan Konya İmam-Hatip okuluna kaydoldu. Tahsiline devam ederken 1953 yılında Sahip Ata Camii’nde, daha sonra Sadreddin-i Konevi Camii’nde müezzinlik, Tahtatepen Demirci Camii’nde imam-hatiplik görevlerini ifa etti.
1959-1960 tarihleri arasında askerliğini yaptı. Terhisten sonra Mart 1960 yılında ibadete açılan tarihi İplikçi Camii’nin ilk resmi imam-hatibi olarak görev aldı.
Aynı yıl İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü giriş imtihanlarını kazanarak yüksek tahsile başladı. 1964 yılında buradan mezun oldu. Bu sırada Beyoğlu Kazancı ve Selime Hatun camilerinde imam-hatiplik yaptı. 1964 yılında Akseki Müftüsü oldu. 1966 yılında yapılan seçimlerde Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi seçildi. Bu görevi esnasında Diyanet Hizmetleri ile ilgili ilk yönetmeliklerin hazırlanmasında görev aldı. 1968 yılında Danıştay’ın kurul seçimlerini iptali sonucu kısa bir süre Diyanet İşle Başkanlığı Arapça Mütercimliği’ne, daha sonra Eskişehir İl Müftülüğü’ne atandı. Burada Müftülük binasının yapımında ve İmam-Hatip Okulu Yaptırma Derneği’nde görev aldı.
1970-1971 yıllarında Olgunlaştırma Dairesi Başkanlığı’nı tedvirle görevlendirildi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın durma noktasında olan yayın hizmetlerinde görevler üstlendi. Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih tercümesinin ilk üç cildinin Diyanet’in mülkiyetine kazandırılmasında ve bir türlü bitirilemeyen ikinci baskının yapılmasında, Diyanet dergi ve gazetelerinin çıkartılmasında ve Diyanet adına ilk Kur’an-ı Kerim basılmasında görev aldı. Hac kafilelerine dini rehber adı ile ilk defa din görevlisi alma mecburiyeti getirilmeye çalışıldı. 1971-1972 öğretim yılında Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) idarecilik kursunu bitirdi.
1972-1973 yılları arasında Adana’da Bölge Vaizliği yaptı. 1970’den itibaren 1978 yılına kadar Devlet Bakanları Süleyman Arif Emre, Mehmet Özgüneş ve Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu’na danışmanlık yaptı. Bu arada Ebubekr b. El Arabi’nin tefsiri hakkında hazırladığı tezle tefsirden doktorasını ikmal etti.
1978 yılında yeniden Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliğine seçildi. 1981-1984 yıllarında Berlin Din Hizmetleri Ataşeliği görevinde bulundu. Almanya’da Diyanet İşleri Türk –İslâm Birliği (DİTİB)’nin ilk defa Berlin’de kurulmasını gerçekleştirdi.
Yurtdışı dönüşü 1987 yılına kadar Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı olarak görev yaptı. Bu tarihte müktesep hakkı olan Kurul Üyeliğinden emekli oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın teklifi üzerine 1990 yılında Konya’da açılan Haseki Tipi Selçuk Eğitim Merkezi’nde müdür olarak yeniden göreve döndü. Selçuk Eğitim Merkezinin kuruluşunda, hizmet binasının yapımında, araştırma kütüphanesinin oluşmasında hizmet aldı. 1999 yılında yaş haddinden emekli oldu.
1987 yılında Konya’ya gelişinden itibaren Türk Anadolu Vakfı’nın çalışmalarına katıldı. Hâlen bu vakfın başkanlığını yürütmektedir.
Evli, ikisi kız, ikisi erkek dört çocuk babasıdır.
Çat kapı açıldı. İki bekçi, bir polis avluya girdi. Hoca hanım tecrübeli imiş. Gelenleri görünce çocuklara:
-Arka kapıdan kaçın! diye seslendi. O zamanlar genellikle avlular üzüm bağlarına açılırdı. Üzüm bağlarının arasında duvar da yoktu. Dolayısıyla buralardan başka evlere geçilebilirdi. Nitekim büyük çocuklar hemen kaçıştılar. Şimdi düşünüyorum da o çocuklar tembihli imişler. Hoca hanım kaçın der demez kayboldular…
Biz birkaç çocuk orada kalakaldık. Bizi şimdiki Vilâyet binasına getirdiler. Emniyet müdürlüğü girişte sağda idi. Bizi soldaki merdivenin bucağına durdurdular. Başımıza da bir bekçi koydular. Bizi kuşluk vakti getirmişlerdi. İkindiye kadar orada ağlaştık durduk. İkindi vakti babalarımız geldi. İfadelerini ve bir daha göndermeyeceklerine dair sıkı bir tembihten sonra imzalarını aldılar ve bizi salıverdiler…
Küçükkoner: İmam- hatip okulu açılmadan Bulgurcuk tekkesi diye bilinen Çimilli Hakkı Özçimi hocada hafızlığı bitirdiğinizi biliyoruz. Hafız olmayı siz mi istediniz? Bu konudan bahsedermisiniz
Baltacı: Babam Çumra’nın Alıssa köyünde çocukluk ve gençlik döneminde okumak istemiş ama imkân bulamamış. İki yaşında anneden, beş yaşında da babadan yetim kalmış. Gaddar bir analık elinde çocukluğunu geçirmiş. Arkadaşları köy hocasına okumaya giderler, ama analık onu göndermezmiş. Kuytu yerlerde, samanlıkta arkadaşlarından, hatta kendinden küçüklerden zar zor Kur’an okumayı, askerde de arkadaşlarından yazı yazmayı ve hesap yapmayı öğrenmiş. Askerden sonra sırf çocuklarımı okutayım diye Konya’ya hicret etmiş. Kur’an-ı Kerim’i düzgün okumaya ve hafızlığa adeta âşıktı. O’nun bu aşkı ve telkini ile isteyerek ve severek hafızlığa başladım. Cenab-ı Hak zorlanmadan ve emsalimden öncede bitirmeye muvaffak eyledi.
Aslında dersten bir sıkıntım yoktu. Bir gün Kamîl Yaylalı ve merhum Abdurrahman Öznalcılar’la birlikte kurstan kaçtık ve Karaaslan’a, kanalda yüzmeye gittik. Ertesi ve ertesi günler de korkudan gidemedik… Babam Salih Öznalcılar amca vasıtasıyla haberi alınca çok üzüldü. Önce hak ettiğim dayağı attıktan sonra hem ağladı hem de kendi kendine söylendi “Ya Rabbi, ben ne hata işledim ki bu çocuk böyle yapıyor. Ben sırf çocuklarım okusun diye köyden geldim. Elin ağır işlerinde çalışıyorum. Herhalde çok günahım var ki çocuğum kurstan kaçıyor, affet Ya Rabbi” gibi sözler söyledi. Babamı üzmüştüm. O’nun ağladığı o anı hiç unutamadım. Ondan sonrada böyle bir durum olmadı. Dersten ve okuldan dolayı O’nu hiç üzmedim.
Küçükkoner: Dinî tahsilinize başlamadan önce hıfzınızı ikmâl etiniz. Dinî tahsilde hafızlığın öneminden bahseder misiniz?
Baltacı: Biz Türk’üz. Dilimiz Türkçe. Dinîmizin temeli olan Kur’an-ı Kerim ve peygamberimizin hadisleri Arapça. Kur’an-ı Kerimi rahat okuyan ve özellikle hafız olan kişi dinî eğitimde ve ona hazırlık olan Arapça eğitiminde önemli bir avantaja sahip oluyor. Bir defa kelimelere ve onların telaffuz edilmesine bir yatkınlık kazanılıyor. Dinî terimler ve hükümleri öğrenmek kolaylaşıyor. Dinî hükümlerin kaynağı Kur’an-ı Kerim olduğuna göre hükümle kaynağı arasında irtibat kurulması mümkün oluyor. Dolayısıyla kişinin ufku açılıyor. İzah edilmesi mümkün olmayan kazançlar elde ediliyor.
Ayrıca ayetlerin manası anlaşılmaya başlayınca manevî zevkiniz ve dinî tahsile şevkinizi artıyor. Kur’an-ı Kerimi ezbere okuyup bir şey anlamamanın ıstırabından kurtuluyorsunuz. Sizi hafız diye başköşeye oturtuyorlar ama siz din hakkında hiçbir şey söyleyemiyorsunuz. İşte bu durum sizi dinî eğitime adeta zorluyor. Dinî eğitime başladığınız zamanda zorlanmıyorsunuz. Hülasa, dinî eğitimde hafızlığın önemi ifade edilemeyecek kadar büyüktür. Bir konuşma bir vaaz esnasında ayeti kolayca, yanlışsız okuyabilmenin rahatlığı hiçbir şeyle ölçülmez.
Küçükkoner: İmam-Hatip Okulunda hem tahsilinize devam ettiniz, hem de görev yaptınız. Bu dönemden biraz bahseder misiniz?
Baltacı: O devre resmi tahsil yapan din görevlilerinin az olduğu bir dönem. Müftülük, vaizlik dahil bütün görevler genellikle yapılan bir sınavla kazananlara veriliyordu. İkinci sınıfta idik. Hafızlık hocam ve aynı zamanda İmam-Hatip okulunda Kur’an-ı Kerim hocamız Hakkı Özçimi (biz O’na Hakkı Efendi derdik) bir gün bahçede beni çağırdı:
- Arkadaşlarından imtihana girip görev alanlar oldu. Sen niye imtihana girmiyorsun? Dedi. Ben:
- Kazanamam. Onun için girmiyorum, dedim.
Rahmetli hocam dudaklarını kendine has bir şekilde büzüp hareket ettirerek:
- Kazanaman mı , kazanaman mı? Dedi. Arkasından “Sahip Ata camiinin müezzinlik imtihanı var. Yarın gel istidanı ver!” dedi ve yürüdü gitti. Çaresiz ertesi günü gittim, dilekçemi verdim. Altına o zaman gerekli olan 16 kuruşluk pul yapıştırdım. Bu 16 kuruş boşa gitti diye üzüldüm. İmtihandan çıkınca katılanların konuşmalarını dinledim. Kazanabileceğime o an kani oldum. Kazanmışım. 1952 yılında Sahip Ata Cami müezzin-kayyımlık görevine resmen başlamış oldum. O sırada 18 yaşında idim. Hafızdım, imam-hatipten önce bir miktar da Arapça okumuştum. Atandığım bu kadrolara “S” cetveli diyorlardı. Aslî maaş kadroları değildi. Belli bir barem ve terfi sistemi yoktu. Verilecek ücreti hükümet belirliyordu. O sırada 60 TL. alıyorduk. Daha sonraki senelerde 75 TL.’ye çıkmıştı.
Bu para çok bereketli idi. Masraflarımı karşıladığım gibi kitap alabiliyordum. O zaman kitaplar çok pahalı idi. Basılmıyordu. Fetret devri idi. Meselâ Elmalı tefsirini 105 TL.’ye Et-Terğip ve’t-terhib’i (4 cilt) 55TL.’ye almıştım. Zengin bir aile olmadığımız için evimize de yardımım oluyordu. O sırada çoğunu kendimiz çalışarak yaptırdığımız 2 odanın pencere ve kapı ücretlerini bu paradan vermiştik.
Bizim hem öğrenci hem de görevli olmamıza kanunî bir engel yoktu. Nitekim Ankara’da, İstanbul’da aynı durumda olan arkadaşlarımız vardı. Ayrıca o zaman iki resmî görevi almak mümkündü. Hem imam hem Kur’an kursu öğreticisi; hem imam hem memur olan kişiler vardı. Daha sonra bu durum yasaklandı ve görevlerden birini tercih etmek zorunda kaldılar.
Küçükkoner: Yüksek tahsilinizi İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünde tamamladınız. Yüksek tahsil döneminiz nasıl geçti?
Baltacı: Yüksek tahsilimi askerlik görevimden sonra 1960-1964 yılları arasında yaptım. Enstitüye giriş imtihanını kazandım. Rahmetli babam tahsilime devam etmemi çok istemesine rağmen imkânı yoktu. Kayınpederim o sırada görevli olduğum İplikçi Cami imam-hatipliğine devam etmemi istiyordu. Ayrıca dükkândan bir hisse vererek ortak yapabileceğini söyledi. Ancak benim mutlaka tahsile devam etmek istediğimi öğrenince itiraz etmediği gibi elinden geldiği kadar yardım edeceğini de söyledi. Onun için verdiği bu cesaretten ve İstanbul’da görev alıncaya kadar yaptığı yardımdan dolayı rahmetle anarım ve hep dua ederim.
Gündüzlü olarak tahsile başladım. Kabataş iskelesini karşısında set üzerinde bulunan Ömer Avni Camiinde kalıyordum. Bu camide Necati Günüç bir süre imamlık yapmış. O sırada imam arkadaşımız Kâmil Yaylalı idi. İdris Öksüz adlı bir de müezzini vardı. Rizeli idi. Arkadaş canlısı çok iyi bir insandı. O’nun yardımını gördüm. Enstitü imtihanlarına gelen pek çok arkadaşımıza da yardımları oldu. Kısa bir süre sonra Taksimde Kazancı yokuşunun altındaki Kazancı Camiinde görev aldım. Okulda çok yakındı. Yokuşun alt tarafında idi. Caminin lojman olarak düzenlenen sermahfelinde kalıyordum.
Enstitü döneminde unutamadığım iki olaydan bahsedeyim.
Farsça dersimize merhum Yamandede’den sonra İbrahim Kutluk adında birisi gelmişti. Sol fikirli birisi idi. Konya mezunu arkadaşların Farsça ders durumları oldukça iyi olduğundan doğru dürüst dersle ilgilenmiyorduk. Bazı arkadaşlar kendisi ile hafif fikir münakaşaları yapıyorlardı.
Yılsonu imtihanları başladı. Biz üçüncü sınıfta idik. Dördüncü sınıfın imtihanı bizden bir gün önce idi. Sorular çok zormuş… Bizim imtihan günü sınıf arkadaşlarımız boykot kararı almışlar. Toptan imtihana girmeyelim veya hep birlikte boş kâğıt verip çıkalım diye düşünmüşler; ikinciye karar vermişler. Arkadaşlarımızın çoğunluğu yatılı idi. Erken gelen gündüzlü arkadaşlara da haber vermişler. Ben tam saatinde geldim. Herkes salonda idi. Rahmetli İbrahim Şener yakınımda idi. Durumu haber verdi. Sebebini sordum. Hoca Komünistmiş dedi. Çok canım sıkıldı. O sırada çevremdeki birkaç arkadaşa, madem öyle yıl içinde boykot yapılması lazımdı. İmtihanda zor soruyor diyemiyoruz ve başka bahane ile boykot yapacağız. Ben katılmıyorum ve cevaplarımı yazacağım dedim. İbrahim Şener, Süleyman Uğur ve birkaç arkadaş daha boykota katılmadık. Diğer arkadaşlar boş kâğıt verdiler ve çıktılar. Ancak idare bir tatsızlığa meydan vermemek için hocanın işine son verdi ve imtihanları geçersiz saydı. Bazı arkadaşlar bize biraz kırıldılar ama haksız oldukları için fazla bir şey de demediler.
İkinci bir olayda Talebe Cemiyetine seçilmem. Rahmetli Ahmet Gürtaş başkan. Yusuf Ziya Kavakçı, Nusret Vardar, Remzi Yavuz… İyi çalışmalar yapıyoruz. Yurt içinde ve özellikle yurt dışında yüksek seviyede dinî öğretim yapan kuruluşlarla haberleşiyoruz. Bir karar aldık. Bizim hem aldığımız eğitime aykırı hem de Enstitümüzün ilmi seviyesine zarar veriyor. Kopya yapanlara engel olunsun. Rahmetli müdürümüz ve hocamız Ahmet Davudoğlu’na arz ettik. İtiraz etti; “olmaz öyle şey” dedi. Biz de “biz içindeyiz oluyor” dedik. “Bir örnek verin” dedi. Remzi Yavuz atıldı. “Meselâ Cemalettin Akdere her dersten kopya çeker” dedi.(Cemalettin’in babası da göçmen ve hocanın ders arkadaşı) rahmetli hocamız “pekiyi, pekiyi ben gerekeni yaparım” dedi. Biz ayrıldık. Hocamız Cemalettin’e:
- Şıh Cemalettin gel buraya! Sen derslerde kopya çekiyormuşsun! Der. Cemalettin’in itiraz etmesi üzerine:
- Talebe Cemiyeti geldi ve seni şikâyet etti.
Tabi bu durum arkadaşlar arasında hemen yayıldı. Çok müşkül bir mevkide kaldık. Biz neler düşündük. Müdürümüz A. Davudoğlu işi ne kadar basite icra etti. Bereket yönetim kurulundaki arkadaşlar sevilen kişiler olduğu için iş fazla dallanıp budaklanmadı.
Bu olaydan şunu anladık. Kişinin ilim adamı olması, faziletli, çok değerli bir insan olması başka, idarecilik bambaşka bir şey. Hocamızın ilmi ahlâkı, fazileti herkesçe müsellem. Bu yaptığı idarecilik görevi ile ve hatta İslâmî açıdan bağdaşmayan bir durum. Zira haberdâr olunca tedbir alması gerekirken almadığı gibi bizim öğrenci olmamıza rağmen bu halisâne dileğimizi berakis edip bir arkadaşı şikâyet gibi bir duruma indirgemesi kabul edilir bir durum olmasa gerek. Bereket arkadaşımızda konu üzerinde pek durmadı. Bizim yaptığımız işe işgüzarlık diye düşünülebilirse de biz gerçekten iyi bir iş yaptığımıza kani idik. Dini eğitimle ve dürüstlükle bağdaşmayan bu hastalığın önlenmesi şart. Bu herkesin kabul ettiği bir gerçek… Biz idareden teşekkür bile beklemiştik Ama olmadı. • Devam edecek
Küçükkoner: İki dönem Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliğinde bulundunuz. Bu dönemde önemli kararlar çıkmıştı. Kısaca bahseder misiniz?
Baltacı: Seçilerek iki dönem Yüksek Kurul Üyeliğinde bulundum.1966-1968 ve 1978-1980. 633 sayılı kanundan önce kurulun adı “Müşavere Heyeti” idi. İsim değiştirdiği için onlarında seçime girmeleri istendi. Mehmet Oruç ayrıldı. Bir daha Diyanete hiç gelmedi. Ahmet Hamdi Kasaboğlu, Osman Keskioğlu, Dr. Lütfi Doğan, A. Aslan Aydın seçime katıldılar. Sadece A. Aslan Aydın seçildi. Kazanamayan eski üyeler ve A. Aslan Aydın, müktesep hakkımıza riayet edilmedi diye dava açtılar. 1968 yılında seçim, Danıştay kararı ile iptal edildi. Eski üyeler ve A. Aslan Aydın mahkeme kararı ile yeniden kurul üyesi oldular. Daha sonra boş üyelikler için yeniden seçim yapıldı. Biz bu devre dışarıda kaldık. Başka göreve atandık. Meselâ Eskişehir Müftülüğü yaptık.
Bu iki yıllık devrede neler yapıldı? Önce prensipler üzerinde duruldu. 633 sayılı kanun Diyanetin görevinin “Toplumu Din konusunda aydınlatmak” olduğunu söyler. Diyanet, faiz, içki, kumar, piyango haram diyebilir mi? tartışması başladı. Eski heyet muameleye tabidir diyerek cevap vermezlerdi. Yeni üyeler olarak biz dedik ki harama haram … diye inanmakta şart. Biz uygulayın diyemeyiz, ama haram olduğunu bildirerek aydınlatmamız görevimiz cümlesindendir. Bu arada Prof. Dr. A.Himmet Berki ve anayasa profesörü Turan Güneş vb. zevatla görüştük. Bu fikir kabul edildi ve uygulamaya kondu. Diyanet tarihinde bu bir devrim niteliğinde idi. Diyanette Kasaboğlu vb. sol görüşlü insanların etkinlikleri ortadan kalktı. Önemli zihniyet değişikliği oldu.
O zamana kadar diyanet görevlilerinin hiç birine ait yönetmelik yoktu. Rahmetli edebiyat hocamız Kemal Or Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlar Genel Müdürü iken ziyaretine gitmiştim. Milli Eğitim Yayınlarından olan Ferheng-i Ziya’yı basmasının hizmet olduğunu söylemiştim. O hemen bastırdı. Gerçekten çok önemli bir hizmet oldu. Bu arada Talim Terbiye Heyetinin yönetmeliğinin baskısını yaptığını söylemişti. Bir nüsha rica ettim. Ondan esinlenerek ilk defa Din İşleri Yüksek Kurulu Yönetmeliğini hazırladık. Daha sonra Din Görevlileri yönetmeliğini yaptık. Din görevlilerinin yaz tatilinde öğrencilere, diğer zamanlarda müracaat edenlere Kur’an-ı Kerim ve dinî bilgi öğretme konusu çok zorlukla yönetmeliğe konabildi. Zorluk nerede idi? Tevhid-i Tedrisat kanunu eğitim konusunu milli eğitime tahsis ettiği için milli eğitimsiz eğitim yapamazsınız diye karşı çıkıyordu. Örgün eğitim gibi gösteriyorlar, hâlbuki bunu bir yaygın eğitim olduğunu göz ardı ediyorlardı. Hâlbuki bu bir okul değil, diploma vermiyor ki. Diğer kurumların okullarına müdahale edemiyor, ama Diyanetin bu hizmetine engel olmak için uğraşıyorlar. En büyük engeli çıkaranlarda Talim Terbiye Başkanı hem şehrimiz Zekâi Baloğlu ile o zaman uzman olan Rıza Gardaş idi. Uzun mücadeleler sonucu din görevlisinin cemaati ve cemaati olacak kişileri yetiştirebilmesi için isteyenler Kur’an okutabileceği maddesi kabul ettirilebildi. Onların onayı ile yönetmelik resmen kabul edildi ve yayınlandı.
O zaman ki bir duyumumuzu arz edeyim. Bu konu kabul edilince çok sevinmiştik. Din görevlisi arkadaşlarımız budan sonra okutmadık çocuk bırakmazlar diye düşünmüştük. Önüne gelen çocukları savsaklayacak ve kısa zamanda dağıtmak için fırsat arayacak kişilerin olacağı hiç aklımıza gelmemişti.
Mücadelemizden birisi de, Türk Hava Kurumu gibi gelirini fakire harcamayan kurum ve kuruluşlara zekât ve fitre verilip verilmeyeceği ile ilgili idi. Evvelce Diyanet her ramazan öncesi bir genelge gönderir, zekât ve fitrenin bu kuruma verilmesi için cemaatin uyarılması emredilirdi. Kurban bayramı öncesi de kurban derileri için… Diyanet bu genelgeleri baskı ile ve zorla yapardı. Biraz da sol tandanslı bazı kişilerin içerden zorlaması ile olurdu. Kurul olarak biz buna karşı çıktık. Zekâtın kimlere verileceğini Cenab-ı Hak belirlemiş. Bunu kimse değiştiremez. Yine genelge gönderelim, vermek isteyenler sadaka ve diğer yardımlarını vermeleri için teşvik edilsin. Yoksa bu genelgeler müftü ve vaizlerimizi sıkıntıya sokuyor dedik. Gerçekten de açık Kur’an emrine muhalif genelge uygulanmadığı takdirde şikâyetlere, karışıklıklara, çatışmalara sebep oluyordu. Nitekim ben de Akseki Müftülüğüm sırasında hayatımın tek soruşturmasını geçirmiştim. Kurban derisi ile ilgili konu da çok münakaşalı idi. Diyanette o zamanki başkanımız merhum İbrahim Elmalı’nın cesur ve kararlı tutumu Din İşleri Yüksek Kurulunun tavizsiz fetva ve kararları ile bu meseleler halledildi.
Kurulda bulunduğumuz ikinci dönemde de karar alındı. Bunlardan Rü’yet-i hilâl ile başörtüsü ile ilgili olanı çok önemli. Önceleri mübarek günlerin tespiti de gerçekten perişan bir halde idi. Bu işte kanunî sorumlu, Diyanet salahiyetli olmamakla beraber, hem İslâm ülkelerine hem de kendi ülkemizin şuurlu ve duyarlı insanlarına karşı biz mahcup oluyorduk. Kurul bu hususta tarihi bir karar aldı. Ama bu meselenin çözümünün şerefi tamamen o sırada reisimiz olan Tayyar Altıkulaç’a aittir. Bundan dolayı Tayyar Bey’e şükran borçluyuz. Dinî gün ve aylar kameri takvime göre belirlendiği herkesçe malumdur. Bu husustaki salahiyet tamamen Kandilli Rasathanesine verilmiş. Bu bir anayasa maddesinin hükmü ve bu madde anayasanın değiştirilemeyen ilkelerinden… Daha önce de Diyanet olarak müracaatlarımızda bu hususla ilgili görüşmeyeceklerini, hicri ay ve yılbaşlarını kendileri belirleyeceklerini ifade ediyorlardı. O tarihten beri Diyanet ve Kandilli rasathanesi müştereken çalışıp ilân ediyorlar. Bugün rahatlıkla oruç tutup bayram yapabiliyorsak, Tayyar Bey’in sayesindedir ve O’nun bu husustaki başarısı her türlü takdirin üzerindedir.
O günlerde başörtüsü konusu da alevlenmişti. Riyaset-i Cumhur ve Devlet Başkanlığından gelen bir soru üzerine kurul çok önemli bir karar aldı. Bu kararın metninin hazırlanmasında İrfan Yücel arkadaşımızın katkısı büyük olmuştur.
Küçükkoner: Diyanet İşleri Başkanlığında önemli bir hizmetinizde yayınlar konusunda oldu. Bu dönemde neler yapıldı?
Baltacı: Diyanet İşleri Başkanlığının hizmet birimlerinin tamamı o tarihte Olgunlaşma Dairesi Başkanlığı bünyesinde toplanmıştı. Bu hizmetlerden birisi de yayın hizmetleri idi. Yayın hizmetleri için kurulan döner sermayenin sermayesinin tamamı 50 bin lira idi. Diyanetin önceki tutum ve davranışı olarak Sadettin Evrin Paşa ile Prof. Yusuf Ziya Yörükan’ın kitapları basılarak sermayenin tamamı harcanmıştı. Teşkilatın benimsemediği bu kitaplara karşı adeta sessiz bir boykot vardı. Satılamıyordu. Döner sermaye dönemez olmuş, donmuş kalmıştı.
O dönemde ben Olgunlaşma Dairesi Başkan Vekili idim. Diyanet İşleri Başkan Vekili Lütfü Doğan ve Donatım Müdürü Arif Mehmet Özdemir’in yardımları ile döner sermaye döner hale getirilebildi. Evvelce dört sayısı çıkarılan Diyanet Gazetesi ve Diyanet Dergisi düzgün bir şekilde çıkarılmaya başlandı. Derginin Hz. Peygamberle ilgili özel sayısı takdir topladı. Çok sayıda kitap basımı gerçekleşti. Sahih-i Buhari Tecrid Tercümesinin ilk üç cildinin telif hakkı Cihat Baban dan satın alındı. Cilt olarak basımı yapılmaya başlandı. 1954 yılında okul gezisinde Ankara’ya gitmiştik. Diyaneti ziyaretimizde 3. cilt bulunamıyor diye söylediğimizde bize bir ay sonra elinizde olacak demişlerdi. 1970 yılında o cildi de bastırmak bize kısmet oldu. Kalem Güzeli adlı şahane eserde o devre basılan yayınlar arasındadır. O devre gerçekten bereketli bir dönem oldu.
Tahdis-i nimet olarak yurt dışındaki işçilerimizin dinî ve din görevlisi ihtiyacını dile getiren ve Diyanetin hac konusuna eğilmesi gerektiğine ilişkin ilk raporları hazırlamak ve fikir alt yapılarını oluşturmak, Tayyar Altıkulaç döneminde bize kısmet oldu.
Küçükkoner: Bir sürede yurt dışında din hizmetleri ataşeliği görevinde bulundunuz. Oradaki önemli izlenimleriniz neler oldu?
Baltacı: Yurt dışı Din Hizmetleri Ataşeliğini 1980-1984 yılları arasında yaptım. Avrupa’da Diyanet Teşkilatının kurduğu ilk kuruluş Berlin Din İşleri Türk İslâm Birliği (DİTİB) oldu. Tarafsız derneklerin ele geçirildiği ve camilerde çeşitli siyasi havaların hâkim olduğu bir devre idi. Devlet mülkü olan Berlin Türk Şehitliğinde hizmetleri ve yönetimi üstlenmek çok zor oldu. Hayati endişeler yaşandı. Berlin’de Şehitlikle beraber üç cami daha açmak kısmet oldu. Görevden ayrıldığım son ramazanda gerginlik azaldı. Milli görüş camilerindeki hocalar bizim camilerde, bizim hocalar onların camilerinde vaaz ettiler. Ayrılığı körüklemediğimizin meyvesini böylece almış olduk. Yurt dışında çalışmak cazip gibi görünen fakat binlerce sorunun yumak gibi birbirine sarıldığı bir garip konu. Çok hizmete ihtiyaç var. İşçilerimizin benliklerini koruyabilmesi için çok akıllı, şuurlu ve duyarlı olmaları şart…
Küçükkoner:Bir sürede Süleyman Arif Emre, Mehmet Özgüneş ve Prof.Dr. Turhan Fevzioğlu’nun danışmanlığında bulundunuz ve bu sırada doktoranızı tamamladınız. Bu dönemden de kısaca bahseder misiniz?
Baltacı: Adana Bölge Vaizi iken Başkanlık Vaizliği kadrosundan Bakanlık Müşavirliğinde görevlendirildiğime ilişkin bir tayin kararnamesi çıktı geldi. Yaptığım istişarelerde kritik koalisyon döneminde bazı hizmetlerin olabileceği kanaati ile göreve başladım. Diyanet İdaresi ile Selamet Partisi idaresinin birbirlerine zıt olduğu o devre çok zor bir devre idi. Dindar insanlarda olsa siyasetin insanlar üzerinde ki tesirini gözlemlemek imkânı oldu. Bizim partili diye hatasından dolayı cezalandırılmış insanlar müdafaa edilebiliyordu. Ceza gören insanlardan bazıları da “ben falan partili olduğum için ceza verdiler” diyor, esas sebebi gizliyordu. Bakanlık makamı ve çoğu zaman bazı siyasilerle Diyanet arasında kalıyor, bir tatsızlık olmaması için uğraşıyorduk. Bu durum bir sinir rahatsızlığı da geçirmeme sebep oldu. Ama hamdolsun önemli bir problem olmadı.
Ben müşavirlik görevine başladığım zaman Özel Kalem Müdürü Ayla Hatırlı isimli bir hanımdı. Esas itibariyle Mehmet Özgüneş zamanında bu göreve getirilmişti. Son derece başarılı, iyi niyetli, çalıştığı kişiye ihanet etmeyen mizacı sebebiyle Süleyman Akif Emre Bey O’nu değiştirmemişti. Bakanlıkla Diyanet arasında önemli bir anlaşmazlık yaşanmamasında bu hanım efendinin de çok önemli bir rolü olmuştu. Ben de Ayla Hatırlı ve ekibi ile uyum içinde çalıştım. Hükümet değişti ve Turan Fevzioğlu Bakan oldu. O da Ayla Hanımla çalışacağını söylemiş. Beni aslî görevime göndermek istemişse de Ayla Hanım, “Ahmet ağabeyin başımızda bulunmasına müsaade buyurun” diye rica etmiş. “Pekiyi” demiş. Ben orada olduğum süre içinde 2-3 iş dışında bana herhangi bir görev vermedi. Ayla Hanım bana “sen bir odaya çekil, doktoranla meşgul ol. Bir ihtiyaç olursa biz seni çağırırız” dedi. Bu fırsatı değerlendirdim. Yazmakta olduğum tezi burada ikmal ettim. Doktora tezimde kabul edildi.
Küçükkoner: Emekli olduktan sonra bir süre Konya’da açılan Haseki Tipi Selçuk Eğitim merkezinde müdür olarak görev yaptınız. Haseki Tipi Eğitim ülkemize neler kazandırdı?
Baltacı: 1987 yılında emekli olmuştum. 1990 yılında Konya’ya Haseki tipi bir eğitim merkezi açılması ve benim bir vaizliğe tayinim ile müdürlüğü tedvir ile görevlendirildiğime ilişkin bir kararname geldi. Yer olarak Türk Anadolu Vakfına ait Sandıkçı Kız Kur’an Kursu uygun görüldü ve orada eğitim başladı. Teklifim üzerine hadis hocalığını kabul eden ve İstanbul’dan gelip Konya’ya yerleşen Dr. Nurettin Boyacılar ile o sırada emekli olan merhum Dr. Hüseyin Küçükkalay öğretim üyesi olarak göreve başladılar. Bu iki değerli üstat çok faydalı oldu ve eğitimin kalitesine müspet etki yaptılar.
Daha sonra Aydınlık semtinde bulunan Diyanet Vakfı Yurdunun da içinde bulunduğu bahçeye projesi Diyanet Vakfı’nca yaptırılan hizmet binası yapıldı. Mezunlardan imtihanla hoca olabilecek gençler seçildi ve iyi bir eğitim kadrosu oluşturuldu. Bu kadro hâlen göreve devam ediyor. Buraya ayrıca oldukça zengin bir kütüphane de kazandırılmış oldu.
Küçükkoner: 1987 yılından beri Türk Anadolu Vakfı’nın çalışmalarına katıldınız. İki dönemden beri mütevelli heyet başkanlığını yürütüyorsunuz. Kısaca Türk Anadolu Vakfı’nın faaliyetlerinden bahseder misiniz?
Baltacı: 1987 yılında emekli olup Konya’ya gelince arkadaşlar Vakıfta beraber çalışmamızı istediler. İdare amiri veya Genel Müdür gibi çalışmaya başladım. Prof. Mustafa Uzunpostalcı Bey, 2005 yılında görev almayacağını söyleyince arkadaşların tensibi ile başkanlığa seçildim. Hâlen bu göreve devam ediyorum. Türk Anadolu Vakfı eğitim amaçlı kurulmuş ve kamu yararına çalıştığı Bakanlar Kurulu’nca kabul edilen ender vakıflardan birisidir. Eğitime ve özellikle dinî eğitime önemli katkıları olmuştur. Merkez İmam-Hatip Lisesi ile Şeyhulema’daki Karatay İmam-Hatip Lisesinin mülkiyeti vakfımıza aittir. Yüksek İslâm Enstitüsü açıldığı zaman eğitim binasını bu vakıf yapmıştır. Hâlen İlahiyat Fakültesinin eğitim binası, camii ve yurdu vakfımızca yapılmıştır. 4 adeti yatılı olmak üzere 14 Kur’an Kursu ile ilgilenmekteyiz. Selçuk Üniversitesi Kampus Camii tarafımızdan yapılmış ve 3 adet lojman temin edilmiştir. Hâlen caminin giderleri vakfımızca karşılanmaktadır. Şu anda çeşitli fakültelerde okuyan öğrencilere karşılıksız burslarımız devam etmektedir. Bu sayı bu öğretim yılında 1001’e çıkarılmıştır.
Küçükkoner: Hocam, zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ederim.
Baltacı: Ben teşekkür ederim.
• SON •
Ahmet Baltacı kimdir?
1934 yılında Çumra’nın Alissa (Yenimescid) köyünde doğdu. İlk tahsilini Konya Hakimiyet-i Milliye İlkokul’unda (1946), hafızlığını Konya’nın o tarihlerde tek Kur’an Kursu olan Bulgurcuk Tekkesi Kur’an Kursu’nda Hakkı Özçimi Hoca Efendide bitirdi (1949). Bu arada Dorla’lı Nasır Koçak Hoca Efendi’den bir miktar Arapça okudu. Bu hoca efendinin teşviki ile 1951 yılında açılan Konya İmam-Hatip okuluna kaydoldu. Tahsiline devam ederken 1953 yılında Sahip Ata Camii’nde, daha sonra Sadreddin-i Konevi Camii’nde müezzinlik, Tahtatepen Demirci Camii’nde imam-hatiplik görevlerini ifa etti.
1959-1960 tarihleri arasında askerliğini yaptı. Terhisten sonra Mart 1960 yılında ibadete açılan tarihi İplikçi Camii’nin ilk resmi imam-hatibi olarak görev aldı.
Aynı yıl İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü giriş imtihanlarını kazanarak yüksek tahsile başladı. 1964 yılında buradan mezun oldu. Bu sırada Beyoğlu Kazancı ve Selime Hatun camilerinde imam-hatiplik yaptı. 1964 yılında Akseki Müftüsü oldu. 1966 yılında yapılan seçimlerde Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi seçildi. Bu görevi esnasında Diyanet Hizmetleri ile ilgili ilk yönetmeliklerin hazırlanmasında görev aldı. 1968 yılında Danıştay’ın kurul seçimlerini iptali sonucu kısa bir süre Diyanet İşle Başkanlığı Arapça Mütercimliği’ne, daha sonra Eskişehir İl Müftülüğü’ne atandı. Burada Müftülük binasının yapımında ve İmam-Hatip Okulu Yaptırma Derneği’nde görev aldı.
1970-1971 yıllarında Olgunlaştırma Dairesi Başkanlığı’nı tedvirle görevlendirildi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın durma noktasında olan yayın hizmetlerinde görevler üstlendi. Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih tercümesinin ilk üç cildinin Diyanet’in mülkiyetine kazandırılmasında ve bir türlü bitirilemeyen ikinci baskının yapılmasında, Diyanet dergi ve gazetelerinin çıkartılmasında ve Diyanet adına ilk Kur’an-ı Kerim basılmasında görev aldı. Hac kafilelerine dini rehber adı ile ilk defa din görevlisi alma mecburiyeti getirilmeye çalışıldı. 1971-1972 öğretim yılında Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) idarecilik kursunu bitirdi.
1972-1973 yılları arasında Adana’da Bölge Vaizliği yaptı. 1970’den itibaren 1978 yılına kadar Devlet Bakanları Süleyman Arif Emre, Mehmet Özgüneş ve Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu’na danışmanlık yaptı. Bu arada Ebubekr b. El Arabi’nin tefsiri hakkında hazırladığı tezle tefsirden doktorasını ikmal etti.
1978 yılında yeniden Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliğine seçildi. 1981-1984 yıllarında Berlin Din Hizmetleri Ataşeliği görevinde bulundu. Almanya’da Diyanet İşleri Türk –İslâm Birliği (DİTİB)’nin ilk defa Berlin’de kurulmasını gerçekleştirdi.
Yurtdışı dönüşü 1987 yılına kadar Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı olarak görev yaptı. Bu tarihte müktesep hakkı olan Kurul Üyeliğinden emekli oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın teklifi üzerine 1990 yılında Konya’da açılan Haseki Tipi Selçuk Eğitim Merkezi’nde müdür olarak yeniden göreve döndü. Selçuk Eğitim Merkezinin kuruluşunda, hizmet binasının yapımında, araştırma kütüphanesinin oluşmasında hizmet aldı. 1999 yılında yaş haddinden emekli oldu.
1987 yılında Konya’ya gelişinden itibaren Türk Anadolu Vakfı’nın çalışmalarına katıldı. Hâlen bu vakfın başkanlığını yürütmektedir.
Evli, ikisi kız, ikisi erkek dört çocuk babasıdır.
KONYA İLİM VE KÜLTÜR ADAMLARIYLA SÖYLEŞİLER
Ş. Funda KÜÇÜKKONER
Ş. Funda KÜÇÜKKONER
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.