'Terörün bitmesi için dış bağları koparın'
Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Lütfi Yalman, Merhaba'ya çarpıcı açıklamalarda bulundu. Aynı zamanda 20. ve 21. Dönem Milletvekilliği de yapmış olan Yalman, terör meselesi konusunda, “Eğer son bulsun istiyorsanız, dış bağları koparın” dedi
Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Lütfi Yalman, gazetemize yaptığı ziyarette, gündemi değerlendirdi. 30 yıldır kanayan bir yara haline gelen terör ve hemen akabinde Kürt meselesi, İmralı süreci ve Suriye olayları hakkında çarpıcı tespitlerde bulunan Yalman, Konya Büyükşehir Belediyeciliği'ne yönelik eleştirelerde bulundu. Lütfi Yalman, geçmişteki Milli Görüş Belediyeciliği'nin Konya boyutunu da değerlendirdi.
Lüffi Yalman kimdir?
1956 Kızılöz köyünde doğdu. 1974 yılında Karaman İmam Hatip Lisesi'ni bitirdi. Konya Yüksek İslam Enstitüsü’ne girdi. 1978 yılında Antalya Finike Cumhuriyet Lisesi’ne Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni olarak atandı. Finike Lisesi’ndeki öğretmenliği sırasında çevre ilçe ve beldelerde yoğun şekilde gençlik ve eğitim faaliyetlerinde bulundu. MSP Gençlik kollarında, MTTB’de, Akıncılar Derneği'nde, Yüksek İslam Enstitüsü Talebe Derneği yönetiminde değişik kademelerde görevler yaptı.
1991 yılında Karatay Belediye Başkan Yardımcısı oldu. Mustafa Özkafa ile beraber Karatay’daki belediye öncülüğünde kurulan ilk toplu konut KAR-KENT’in kurucularından oldu.
1995 yılında Refah Partisi'nden milletvekili seçildi. 1996 yılından beri Saadet Partisi'nde Genel İdare Kurulu üyeliklerinde bulundu. İki dönem TBMM Başkanlık Divanı üyeliği yaptı. Şu anda Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcılığı'nı yürüten Yalman, evli ve 5 çocuk babasıdır.
Önümüzde yerel seçimler var. Bu konu hakkında ilk olarak görüşlerinizi alabilir miyiz?
Öncelikle şunu ifade etmem lazım. Her siyasi görüşteki insanların takdir ettiği, takdirle bahsettiği bir Milli Görüş belediyeciliği var. Bu Milli Görüş belediyeciliğinin birtakım temel özellikleri var. Ben, belediye başkan yardımcılığı yapmış biri olarak, milletvekilliğimle birlikte bunu bizzat gören, bilen birisi olarak söylüyorum.
Milli Görüş belediyeciliği, halk belediyeciliği demektir. Onun için biz, belediye seçimlerinde bazen, 'halka açık belediyecilik' sloganını ara sıra kullandık. Bu çok büyük bir önem arz ediyor. Neden önem arz ediyor? Vatandaş bire bir derdini sana iletebiliyor. Bu çok önemli bir olay. Sen halkla birebir muhatap olduğun zaman, halkın neyi nasıl yaşadığını fiilen görmüş olursun.
FARKIMIZ 'ÜRETMEK' OLDU
Milli Görüş belediyeciliği yeni şeyler üretme, ortaya çıkarma belediyeciliğidir. Bakın, bizim belediyecilik dönemizde hep arsalar kazanmışız. Yeni arsalar üretmişiz. Belediyeye imkanlar kazandırmışız. AKP belediyeciliği ile bizim aramızdaki temel fark bu. Onlar hep sattılar biz ise hep ürettik. Bu üretmeyi çok boyutlu düşünmek lazım. Belediye kazanıyor dolayısıyla belediyenin kazandığından personel istifade ediyor, ikinci bir boyutta halk bir şeyler kazanıyor. Bakın bakalım istihdama alanları nasıl oluşturulmuş belediyecilikte. Onlarca sanayi siteleri kurmuşuz. Konya'da bir sürü sanayi sitesi var, çoğu bizim öncülüğümüzde kurulmuştur.
Türkiye'de Karatay Belediyesi olarak konut üretimini ilk biz başlattık. Dolayısıyla bizim belediyecilik anlayışımızdaki yapı bu.
Bugün yeni ne üretildi? Güzel alt geçitler, üst geçitler yapıldı birkaç tane. Ne ile? Bakın, belediyenin bütün imkanlarını satarak bunları yaptılar. Biz hem yaptık hem de arttırdık. Belediyenin kapıları halka kapalı.
Şu anda mı?
Evet, tabii. Şikayetler üzerine söylüyorum. Yani bir belediye başkanına ulaşmak, Başbakana ulaşmaktan daha zor. 'Görüşme imkanımız yok' diye ifade ediyorlar. Dolayısıyla bu bizim aramızdaki farktır. Şehremini böyle olmaz. Şehremini dediğiniz insan, hem halkla kucaklaşacak, hem halka görüşecek, hem de hizmet yaparken, yeni imkanlar oluşturacak. Bunu göremiyoruz şu an belediyelerde.
Tamam da Lütfi bey, Konya halkı, sanki bu durumdan memnunmuş gibi. Yani en son seçimlerde mevcut iktidara en fazla oy veren il oldu. Konyalı biraz gaflet içerisinde mi?
'Medyayı mali imkanlar sayesinde kontrol etme' diye bir durum var. Türkiye'de ulusal basın, iktidarı elbette ki dikkate almak mecburiyetinde. Neden? Destek almak için, reklam için dikkate alacak kardeşim. Böyle bir basın iktidarın aleyhinde yazı yazmaz. Basının objektif olması lazım. Yanlış gördüğüne yanlış diyebilmesi lazım.
Toplumu yönlendiren basın.
Tabii. Yerel basında da aynı durum. Belediyeye karşı ihtiyaç duyuyorlar. Belediyenin imkanlarından istifade ediyorlar. Bu yerel basının desteklenmesi için tabii bir şey. Ama hiç kimse bu imkanları bir ferdin, bir makamın lehine olarak kullanamaz. Biz hiç bunu yapmadık. Biz bu imkanlardan istifade eden basının aleyhte bir şeyler yazmadığını görüyoruz. Bundan dolayı çok üzülüyorum. Bunlara dikkat çekmek istiyorum.
Bir örnek verecek olsanız neyi gösterirsiniz?
Metro meselesi. Hiç dile getirilmiyor. Kimsenin ağzında değil, kimse kullanmıyor. Ne kadar olduğunu bilmiyorum, billboardlara bakıyorsunuz, 'tramvayın rengini sen seç.' Ne olacak yani? Konyaspor'un rengini yap, geç. Resmen bu halkla dalga geçmektir ya! (Çok kızgın)
Metro sözü vermişti. Şimdi metroyu unutturdu. Bu çok abes bir durum. Metroyu at bir kenara, sadece tramvayın rengini seç. Medya niye buna dikkat çekmiyor, işte ben bunu anlayamıyorum. Bilhassa yerel basın, şehre hizmet açısından bunları görmezden gelmemeli. İnşallah millet de geçmişteki çalışmaları dikkate alarak, takdir ederek, önümüzdeki seçim sürecini ona göre değerlendirir şeklinde temenni ediyoruz.
İç politikaya geçmek istiyor. İmralı sürecini ve terör meselesini yorumlar mısınız?
Terörün bitmesi lazım. Terör, Türkiye'de yaşayan her etnik gruptan insana çok şey kaybettirdi. Türkiye'nin teröre yaptığı masraflarla çok sayıda istihdam alanı oluşturulabilirdi. Dolayısıyla terörün çözülmesi lazım. Bunun için de birtakım adımların atılması lazım.
Bu adımlar neler?
İşte bu konuda farklı düşüncelere sahibiz. 30 bin insanın ölümüne sebep olmuş bir adam var İmralı'da. Oturmuş masanın bir başına. Öbür başında da sanki Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı var. Karşılıklı olmalarına rağmen masanın etrafındaki adamlar vasıtasıyla görüşüyorlar. Şu an böyle bir görüntü var. Bu korkunç bir yanlış. Devlet terör başıyla muhatap olmaz.
Sizin çözümünüz ne?
Güneydoğulu milletvekillerimiz var. Her partide var. Toplayacaksın milletvekillerini ve diyeceksin ki, “Biz asla devlet olarak teröristlerle masaya oturmayız. Ama gidin, siz kiminle görüşecekseniz görüşün, ilk olarak silahı bırakacaklar. Eylemler bitecek. Hiç eylemlere bulaşmamış, adam öldürmemiş kişilere af gelebilir. Artı, adam öldürmüş olanlar, bu ülkede durmasınlar. Görüşmelerinizi yapın, bir de medya boyutu olmayacak. Bunu çözecekseniz siz çözün, yoksa biz bir yıl içerisinde Kandil bölgesini tek bir canlı kişi bırakmayacak şekilde bombalayacağız.” Eğer bu şekilde olursa, çözüm için ciddi bir adım atılmış olur.
30 yıldır kanayan bir yara. Dış güçler hep bu yara üzerinden üzerimize geliyor. İyi niyetli çalışmalar var, Kürtçe'yle alakalı olarak. Bunları göz önüne alırsak neler söylersiniz?
Allah razı olsun iyi hatırlattınız. Hakikaten 2011'den başlayarak büyük adımlar atıldı. Kürtçe eğitim, Kürtçe kanallar, Kürtçeyi rahatlıkla kullanabilme falan filan, birtakım adımlar atıldı. Fakat bu adımların atıldığı halde en çok eylemlerin ve gösterilerin olduğu dönem oldu. Niçin? Demek ki terör meselesi sadece iç bünyeden kaynaklanan sıkıntılar değil. Dış güçler işin arkasında, başta Amerika ve İsrail olmak üzere. Sen onu stratejik müttefik ilan edeceksin, istihbarat merkezini onlara bağlayacaksın. Onlar süzgeçten geçirecek sonra sana verecek ve terör örgütü mensuplarının elinde Amerikan silahları olacak ve sen hâlâ Avrupa Birliği diyeceksin. Demek ki iyi niyetle attığın adımları kendin baltalıyorsun demektir. Bu adamlar, sana bu fırsatı vermez. Sen onlarlar terör örgütü bağını koparacaksın. Kuzey Irak'ta, PKK elemanlarını İsrail komandoları eğitiyor. Bunlar bilinen şeyler. Peki sen hâlâ bu bağları niye gözden kaçırıyorsun? Terör örgütü üyeleri Almanya'dan besleniyor. Zaten Norveç'te, İsveç'te, Danimarka'da çok ciddi manada teröre destek var. Hepsi haritalarında Güneydoğu'yu Kürdistan Devleti olarak görüyor.
Yani hükümetin Kürt meselesi konusunda samimiyetine inanmıyor musunuz?
İnanmamak meselesi değil. Acemice işler yapılıyor. Terörün bitmesi konusunda attıkları her adımın samimi olduğuna inanıyorum. Ama irade kendi ellerinde değil. İdare de kendi ellerinde değil. Yanlışlık bu. Amerika'ya kendini bağlarsan, yanlış yapmaya mahkumsun.
KORKUNÇ BİR YANLIŞ YAPILDI
İsterseniz biraz da dış politikaya yönelik olarak Suriye meselesine dönelim. Türkiye, Suriye konusunda biraz pasif mi kalıyor?
Türkiye başlangıçta korkunç bir yanlış yaptı. Başlangıçta Beşar Esed'le bir samimiyeti vardı.(Başbakan'ın) İlk önceleri sayın Başbakan, olayların başlangıç aşamasında Esed'le masaya oturup , Beşar Esed hazırdı. Bunu kendisi de söylüyor. 'Ben 50 yıllık bir rejim değişikliği yapacağım' diyor. Bu ifadeyi kullanıyor. 'Ben' diyor, 'Türkiye'deki tüm seçim yasalarını tercüme ettirdim, aynı uygulamaya gideceğim ben' diyor. Seçimlere gidiyordu. Ama bu çatışmaların başlamasının sebeplerinden birisi Türkiye oldu. Çatışmalar başlamadan önce Türkiye'nin hakemliğinde Suriye'de, 'şu tarihte seçimlere gidilecek, şöyle adımlar atılacak' diye girişimler olabilirdi. Bunu yapmadılar. Amerika tabiri caizse 'saldır' dedi, saldırdılar. Netice itibariyle orada mağdur olan Müslümanlar.
MUSTAFA GÜZEY
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.