Sufleyi veren Necip Fazıl'dı

Sufleyi veren Necip Fazıl'dı
Edebiyatçı-Yazar Mustafa Miyasoğlu, Hocası Necip Fazıl'ı anlattı.

Röportaj Mustafa Güzey

Edebiyatçı-Yazar Mustafa Miyasoğlu, Hocası Necip Fazıl'ı anlattı. Miyasoğlu, Sol kesimin eski lideri Bülent Ecevit'in ölmeden iki yıl önce, 'Sultan Vahidettin hain değildir' diye açıklama yapmasını ona, Üstad'ın söylediğini belirtti.

Mustafa Miyasoğlu (67), Üstad Necip Fazıl'ın verdiği konferanslarda sıkça bulunmuş bir isim. Miyasoğlu, “Ona talebe olabilmek ne büyük şeref” diyor. Merhaba Gazetesi olarak İstanbul'da evine misafir olduk. Gayet de güzel ağırladı bizi. Mütevazı kişiliği, karşısında rahat konuşmamızı sağladı. Hocası Kısakürek hakkında çarpıcı bilgiler verdi. Bunlardan bir tanesi şöyle: “Robert Koleji'nden Üstad'ın talebesi Bülent Ecevit idi. Sol cenahın güçlü ismi. Ecevit, ölmeden iki yıl önce Sultan Vahidettin'in vatan haini olmadığını açıkladı. Kim söyledi ona? Necip Fazıl. Ecevit'in bir daha siyasete dönmesi söz konusu değildi. Üstad, Sultan Vahidettin ile ilgili gerçeğin söylenmesine vesile oldu.

Mustafa Miyasoğlu kimdir?

1946 yılında Kayseri'de doğan şair, ilk ve orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde okudu. On yıl liselerde öğretmenlik, on iki yıl da üniversitede okutmanlık yaptı. Bu arada, 1988-92 yılları arasında Pakistan'ın İslamabad şehrindeki Yabancı Diller Enstitüsü'nde Yardımcı Profesör ünvanıyla görevlendirildi. 1966 yılından beri şiir yanında deneme, hikâye, tiyatro ve roman türlerinde de eser veren sanatçı, pek çok dergi ve gazetede kültür ve sanat yazıları yayınladı, şiir ve romanlarıyla armağanlar kazandı. Samsun, Ankara ve Kahire üniversitelerinde eserleri üzerine tezler hazırlandı. Şiir, hikâye ve romanlarında millî kimlik arayışına yöneldi, toplumda değer çatışmalarını işledi.

30 yaşına kadar serkeş bir hayat. Sonra Abdülhakim Arvasi Hazretleri’yle tanışması. Akabinde bambaşka bir Necip Fazıl portresi. Neler söylemek istersiniz?

-Bir kere şunu netleştirelim; Necip Fazıl 30 yaşına kadar sanki daha çok felsefe tahsili yaparken bir taraftan da sanat hayatına atılıyor. Şiirde güçlü çıkışının yanında, daha sonra gazetecilik serüveni başlıyor. Bu döneme ait hikâyesini kendisi Babıâli, O ve Ben adlı eserlerinde anlatır. 1934’e kadar toplumda kendisi başarılı kılacak hırslı, ama herhangi bir ideolojik dine veya sisteme bağlı olmadan eser vermeye çalışıp hayatta kendini ispata çalışıyor. Bu anlamda yazdığı şiirler; Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi adlı kitaplarında büyük bir şiir dünyası ortaya koyuyor ve şiirlerinin tümünü son kitapta bir araya getiriyor. Ayrıca, Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil adlı hikâyeleriyle yazılarını birlikte yeni bir hava meydana getiriyor. O dönemde yeni bir idrakle Necip Fazıl kendisine, “Tam otuz yıl saatim çalışmış ben durmuşum;/Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum…” diyor. Ve yine tasavvuf büyüğü şeyhi Abdülhakim Arvasi Hazretleri’ni tanıdığı zaman gerçekten çok sarsılıyor.

Kendisi de bir manevi arayış içinde değil mi?

- Evet, öyle bir dönem yaşamış, bunları da Seyyid Abdülhakim Arvasi’nin müridi dervişliğinde yaşamıştır. İlk gençlik şiirleri; Otel Odaları ve Kaldırımlar adlı şiirlerinde, o dönemde 28-30 yaşlarında büyük yankı uyandırıyor. Bu şiirlerde bir kere ötelerin ötesinden haber bekliyor. O zamanki rejimin felsefi temelden mahrum birtakım denemeler yetersiz. Necip Fazıl gibi felsefe okumuş, hayatın manasını ve hayatın gayesini şekillendirecek bir bakıma temel fikirler, hayatın manasını öğretecek şeyler arıyor. İşte gündemdeki sözler onun için tatmin edici görünmüyor. 20’li yaşlarda gazeteciliğe başlıyor, sonra bankacılığa-bankacılık tahsili görmediği halde çok zeki - atılıyor. Mustafa Şekip Tunç gibi dönemin meşhur hocalarından ders alıyor. Ve Fransa’ya gittiğinde Fransızca öğreniyor. İşte sizin dediğiniz serkeşliği Avrupa’nın büyük kapitollerinden birinde, Paris’te her yere, tiyatroya, mahkemeye, kahveye, gazinoya, batakhanelere kadar giriyor. Ama hayran olmuyor. Batı Tefekküre ve İslâm Tasavvuru ile İdeolocya Örgüsü adlı eserlerinde bizim memleketimizde nasıl olması gerektiği hususunda karşılaştırmalar yapıyor. Kısacası Necip Fazıl’ın 1930, hayatında bir dönüm noktası. Üstada yakışır şekilde, hakikatin peşinde. Emek verdiği eserler, hep bu toplumun hayati meseleleri. Yani kendisini, arkadaşlarına, yabancılara beğendirmek gibi numaraların peşinde değil.

Kadir Mısıroğlu, Üstad için, “O hiç kimseye bir şey öğretmez, bencildir. O büyülü konuşmasından siz alacağınızı alırsınız, o kadar” diyor. Buna ne diyeceksiniz?

-Üstad Necip Fazıl daha çok, kendilerini başkalarına üstün gören, elitlik duygusu içinde halktan insanlara farklı karşı bakanları tabii görmez. Özellikle Müslümanları küçümseyenlerin tavrını tabii bulmaz, onları küçümser. Onları zaman zaman da tahkir eder. İşte Üstad'ın benimsediği mücahit tavrı, Hadis ile şudur: “Mütekebbire karşı tekebbür sadakadır”

Çok ağır bir şekilden hem de.

- Tabii, çok ağır bir şekilde yansıtır, çünkü düzeni benimseyenler Müslümanları küçümser! Şimdi bakın, Kadir bey Üstad'ı dinleyip onu tanımaya zaman harcamıyor.

'ŞİİR GİBİ KONUŞURDU'

Konuşmalarında bulunmuş, uzun süre talebelik etmiş ama.

  • Doğrudur, biz de dinledik Üstad’ı. Konferanslarında da bulunduk. Üstad'ın kimseye öğretecek bir tavrı olmasaydı, 100 cildi bulunan eserlerini toplumun önünde, gazete ve dergilerde bunları yazı ve tefrika olarak yazamaz ve bu milletin meselesini gençlere öğretemezdi. Üstad üç yüksek okulda ders veriyor, beş ders uzun bir süre Robert Koleji'nde, Güzel Sanatlar Akademisi'nde, Dil, Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yapıyordu. Daha önce uzun zaman bankacıydı, büyük bankalarda Baş Müfettişlik yapardı. Şimdi meslek hayatına baktığınız zaman bir süre gazetecilik yapıyor. Sonra bankacılık yapıyor. Başmüfettişlik yapıyor. Sonra Güzel Sanatlar Akademisi'nde ders veriyor. Öğretici olmasa ders verir miydi? Aynı anda üç okulda ders vermiş; hitabe, konferans ve konuşmanın güzelliği var. Ben bir edebiyat profesörünün görüşünü, rahmetli Prof. Dr. Ali Alparslan’ın naklettiğini paylaşmak istiyorum. “Üstad çok farklı bir insandı. Şiir gibi konuşurdu. Hayranlıkla dinlerdik. Söylediği sözlerin hepsini ezberden okurdu. Bizim hocalarımızın hiçbirisi o kadar güzel mest edici konuşma yapamazdı. Derslerden kaçıp onun konuşmasına gitmek en büyük zevkimizdi.”

MISIROĞLU, ÜSTAD'I KOPYA ETMİŞTİR

Düşünün bu adam edebiyat profesörü idi. Bu mevzu incelikle araştırılmalıdır. Kadir beyin tezlerinin yüzde 80’ini Necip Fazıl’ın Büyük Doğu'sundan aldığı tezlerdir. Kadir bey, sabırlı bir adam değil. Biz talebe olarak geldik. O da talebe olarak geldi. Ama üstadı anlayamayanların, bir şey öğrenemeyenlerin başında geliyor. Mesela Mehmet Şevket Eygi, Üstad’dan çok şey öğrendiğini söylüyor. Çok para kazanmak onun için önemli değil. Haftalık edebiyat dergisi çıkarıyor. İnandığı gibi dergi çıkarmak istiyor. Üstad öğretici olmasaydı hem Robert Koleji'nde, hem Güzel Sanatlar Akademisi'nde hocalık, hem de dergi çıkartır mıydı? Kadir beyin birçok konuda kanaatlerine iştirak etmiyorum. Çünkü peşin hükümlerle konuşuyor. Edebiyattan anlamayan bilgiler yayınlıyor.

Halbuki aynı davanın yolcuları…

  • Tabii. Bakın Üstad, 5 yıl boyunca bunları yaparken bazı dersleri azaltıyor, Büyük Doğu'da Tarih sayfalarını çıkartmaya başlıyor. Bu konuda 1943'ten başladığı 1978’e, Büyük Doğu dergileri yayınlandı. Robert Koleji'nden Üstad'ın talebesi Bülent Ecevit idi. Bir CHP’li, babasının pekiyi bilmediğimiz Müderris Mehmet Efendisi ile bilgileri topluyor. Ecevit, ölmeden iki yıl önce Sultan Vahdettin'in vatan haini olmadığını söyledi. Kim söyledi ona? Necip Fazıl. Bir daha siyasete dönme söz konusu değildi. Sultan Vahdettin ile ilgili gerçeği ölmeden önce söylemesine vesile oldu.

Bir de sol cenahtan biri.

- Tabii. Çok sayıda talebesi var, bugün önemli mevkilerde duran. Ben ayda bir giderdim. Bazen haftada bir giderdim. Ama ayda bir gitmezsek kızardı bize.

Kaç yaşından itibaren onu tanımaya başladınız?

- 1965'ten itibaren Üstad'ın ölümüne kadar tam 18 yıl konferanslarında bulunduk ve zaman zaman da kendisiyle sık sık görüşürdük. Yıl içerisinde fırsat bulduğumuz zaman hem kitaplarını okur hem de konferanslarına giderdik. Üstad kadar hiçbir hocamızın çarpıcı, anlatacaklarını zihninizden silemeyecek kadar güzel anlatana rastlamadım. Ben bunu Üstad'ı sevdiğim için söylemiyorum. Bunun bir sürü örneği var. Şu da önemli; Necip Fazıl'ın aleyhine konuşanlar bence kendilerine haksızlık ediyorlar. Necip Fazıl'a o laf konmuyor. Şundan ötürü konmuyor; Üstad bir kere para delisi değildi. Harcardı. Senden borç alır, sana bir şey ısmarlar. Üstadın parasız kalmasına içi el vermiyor insanın. Lazım para. Veriyorsun Üstad'a, ondan sonra o da sana harcıyor. Böyle şeyler çok duyduk, çok gördük. Üstad'ı maalesef Müslümanlar yeteri kadar tanımıyor. Solcular da tanımazlıktan gelmek istiyorlar.

Sosyal paylaşım sitelerinde bir söz dolaşıyor; “Başörtüsüz kadın, perdesiz eve benzer, perdesiz ev de ya satılıktır ya da kiralık” diye. Üstad'ın sevenleri bu sözü çok ağır buluyorlar. ‘Üstad nasıl böyle bir söz sarf etmiştir’ diye kendilerine soruyorlar. Bu sözün aslı var mı?

-Ben böyle bir şey okumadım. Başörtülü, başörtüsüz diye kadınlara doğrudan ithamda bulunmazdı Üstad, katiyen. Üstad’ın kadınlar için tek ölçüsü başörtüsü değildi. Ona göre başörtüsü Müslüman kadını tamamlayıcı bir unsurdu. Ondan önemli pek çok başka ilke sahibi olmalıdır Müslüman kadın. O yüzden bu sözler ona mal edilmiş olabilir. Onunla hiç ilgisi yok. Üstad'ın o tür bir laf söylemesi onun irfanına, ilmine, mücadelesine uyan bir söz değil.

'FAZLA NEZAKETE GELEMEZDİ'

Üstad insanların idrakini nasıl değerlendiriyordu?

- Hiç kimseye, ‘sen anlamazsın, sen cahilsin demezdi.’ Ben şunu gördüm; bir arkadaş birçok kişinin yaptığı gibi aynen şöyle söyledi: “Üstadım kanaati acizanem…” Sinirle araya girdi ve “Kes!” dedi Üstad; “Kanaatin varsa, aciz değilsin. Aciz isen kanaatin yoktur.” Ne kadar güzel değil mi? Fazla nezakete asla tahammül edemezdi. Riyarkârlığa çok kızardı. Üstad bunlardan hoşlanmazdı. Bunun sebebi ne? Tamamıyla kendisine yakışan bir şey yapmış olması. O yüzden Üstad'ın abes sözleri söylemediğini biz biliyoruz.

Derdi, zoru küfre karşı öyle mi?

- Tabii ki de. Mütekebbirlere karşı. Kibirliye karşı kibirli durmak sünnettir biliyorsunuz. Üstad hakikaten İslami inceliklere fevkalade riayetkârdı. Ve bunun üzerinde dururdu. Meselâ bir gün toplumun önde gelen isimlerinden bir adam öldü. Herkes Necip Fazıl'dan bir şey bekliyor. ‘Arkasından bir şeyler yazsın, çizsin, söylesin’ diye. Yaptıklarını söyledi, ‘aslında kötü niyetli değildi ama oldu bunlar’ dedi. Sonra cümleyi şöyle bitirdi: “Allah bütün müminlere rahmet etsin. Cemal Aga'nın nasibi varsa, buyursun o da alsın.”

Tam bir savaşçı, küfre karşı her yolu denemiş.

-Ama hiç birinde gayri İslami bir şey yok.

Evet. Bu sivri dilini biraz yumuşatsa olmaz mıydı?

- Yok olamazdı. O zaman Üstad'ın korktuğu sanılır, daha doğrusu öyle gösterilmeye çalışılırdı. Üstad'ın kafirin ve münafığın karşısında sert durması gerekiyordu. Onun belli bir cazibesi vardı. Üstad'ın davasına mensup olmayanlar da şiirine, hitabetine, nesir, hikâye ve piyesine bayılırlardı. Üstad dâhiliğinin farkında idi ve bu, onda bir çeşit benlik oluşmasına sebep olmuştu. Kimseyi beğenmez hale gelmişti. Pek çok tanınmış, şöhret olmuş kişiye, şöhreti hak etmedikleri veya güçlerini Hakk'ın karşısında kullandıkları için şiddetle muhalefet etmişti. Üstad asıl amacı İslâm’ın aslını anlamak ve bunu insanlara anlatabilmekti. Birçok kimseyle kavgalarını da bu zaviyeden değerlendirmek gerekir. Prof. Dr. Ayhan Songar, bu noktada şöyle bir anısını anlatır: “Üstad, televizyon konuşmamı takip etmiş. Program sonrası dedim ki: ‘Tabii beğenmediniz.’ ‘Nereden bildin?’ diye sordu. Cevabım, ‘Konuşan siz değilsiniz de ondan’ olmuştu.”

Üstadın son anları hakkında bilgi verir misiniz?

Hastaydı, yürüyemiyordu. Ona rağmen hâlâ kafasında davası vardı. Seçimlerden önce ‘Büyük Doğu’yu çıkarma zamanı’ diyordu. Necip Fazıl'ın güçlü bir şair olduğu dost düşman herkesin kabul ettiği bir gerçektir.

Başınızdan geçen bir hatırayı nakledebilir misiniz?

Bir gün Üstad ile Babıâli’den Karaköy'e taksiyle gidiyorduk. Taksinin şoförü ciddi konular üzerinde ahkam keserek konuşmaya başlayınca Üstad, “Hayır evladım, o öyle değil...” dedi. Şoför Üstad'ı terslercesine, “Amca sen anlamazsın!” diye çıkışınca bir an şaşırdım. Çok sinirlendim, tam bir şey söyleyecektim Üstad dizime dokunup başıyla, “boş ver, umursama” dercesine beni durdurmuştu. Yine başka bir vesileyle Büyük Doğu’nun yakınında bir kitapçıda enteresan bir durum oldu. O gün bir ortaokul talebesi girdi içeri ve ‘Peygamberimizin hayatını anlatan bir kitap istiyorum’ dedi. Kitapçı, hemen Çöle İnen Nur'u çocuğa verdi. Çocuk dedi ki, ‘Bu kitap çok kalın ben alıp okuyamam.’ Üstad da, ‘Sen kaçıncı sınıftasın, hangi okuldasın?’ diye sordu. Çocuğu rahatlatıyor yani. Sonra çocuğa yol tarif etti ve, ‘Bak şuraya gidersen, şurada Diyanet Kitapevi var, orada sana göre kitaplar var. Git onları al.’

Üstadı nasıl anlarız?

Ben üstadın doğru anlaşılmasını istiyorum. Sebebi de şu; Felsefi bilginiz yoksa onu anlayamazsınız. İlahiyat bilmeden de anlayamazsınız. Üstad'ı anlamak için elbette biraz tarih bileceksin. Elbette felsefe bileceksin. İlahiyat bileceksin. Sanatları, estetiği bileceksin. Bugün sırf dikkat çekmek için saçmalıyorlar. Efendim, yok “Müslümanlar romanı, tiyatroyu bırakmalı. O zaman daha iyi İslâmiyet’i yaşarız.” gibi akıl almaz şeyler söylüyorlar. Bu akıl seviyesiyle bırakın Üstad'ı, sıradan bir fikir adamını anlamak bile mümkün değildir.

Gençler için Üstad'ı anlama kılavuzu gerekli midir? Varsa nasıldır?

Üstad'ın 100'e yakın eseri devamlı basılıyor. Sağlığındakinden daha fazla basılıyor bu kitaplar. Mesela dünyada hiçbir piyes Bir Adam Yaratmak kadar çok basılmadı ve okunmadı. Ama herkes anlıyor mu? Anlamakta zorluk çeker insanlar. Bu başka bir şey... Üstad'ı karşılarına alanlar anlamakta zorluk çekiyor. Necip Fazıl gibi dünya çapında bir dehanın kolay anlaşılmasını beklemek saçmadır. Bu yüzden dünya çapındadır zaten. Üstad hakkında elliye yakın pek çok kitap yazıldı, ama elli yıldan beridir çok daha iyi çalışmalar yapılmış olmalıydı. Hatta bu eserlerin sayısı, onun sağ olduğu zamankinden çok daha fazlaydı. Ama niceliğine rağmen, bu kitapların niteliği Üstad'ı yeterince ve doğru olarak anlatmaktan uzak kaldı maalesef. Yazılan kitapların çoğu, yanlış bakış açıları ve onun gibi bir dehayı anlamaktan çok uzak şahsiyetler tarafından kaleme alındığı için, Necip Fazıl Kısakürek yeterince anlaşılamadı. İnşallah ölümünden 30 yıl sonra daha iyi çalışmalar yapılacağını umuyoruz.

“Üstad'ı maalesef Müslümanlar yeteri kadar tanımıyor. Solcular da tanımazlıktan gelmek istiyorlar.”

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.