Savaşlar ülkemizi harabeye çevirdi

Savaşlar ülkemizi harabeye çevirdi
Savaşlar yüzünden Afganistan'ı terk etmek zorunda kalan Mehmet Musa Karaca ve Hacı Abdülhak, “ Hayatımızın en güzel yıllarında kendimizi savaşın içinde ve gurbet ellerde bulduk. Ne ülkemizin ne de halkımızın yüzü bir daha gülmedi. Savaşlar ülkemizi harabe

RÖPORTAJ: EMRE ÖZGÜL

Savaşlar yüzünden Afganistan'ı terk etmek zorunda kalan Mehmet Musa Karaca ve Hacı Abdülhak, “ Hayatımızın en güzel yıllarında kendimizi savaşın içinde ve gurbet ellerde bulduk. Ne ülkemizin ne de halkımızın yüzü bir daha gülmedi. Savaşlar ülkemizi harabeye çevirdi” dedi

GENÇLİĞİMİZİ YAŞAYAMADIK

Hayatı yeni yeni anlamlandırmaya başladıkları anda kendilerini zorlu savaş koşulları içerisinde bulan Mehmet Musa Karaca ve Hacı Abdülhak, yaşadıkları sıkıntılı savaş yıllarını ve mecburiyetten gerçekleştirmek zorunda kaldıkları göç yıllarını anlattılar. Başka ülke gençlerinin gezip, hayatını yaşadığı o yıllarda kendilerinin ülkelerinin geleceği için savaştığını ifade eden kader ortakları; “Kendimizi düşünemedik ve gençliğimizi yaşayamadık” dedi.

MEMLEKET SEVGİSİ GİBİSİ YOK

Memleket özlemi her hallerinden belli oluyordu. Bu özlemi ifade ederken duygulanan Mehmet ve Hacı Abdülhak amca, “Memleketimizden uzun yıllar önce çıktık. Farklı ülkelere gittik. Belki huzurumuz az çok yerindeydi ama memleket sevgisi hiçbir şeye benzemiyor. Çocukluk yıllarımızı özlemle yad ediyoruz. Afganistan demek bize çocukluk yıllarımızı hatırlatıyor. Afganistan'da bir tek çocukluğumuzu rahat yaşayabildik” cümlelerini kaydetti.

AFGANİSTAN ÇOK GELİŞMİŞ BİR ÜLKEYDİ

**Afganistan'da çocuk olmak bir ayrıcalık mıdır? Çocukluk yıllarınız nasıl geçti? Arkadaşlıklarınız nasıldı? Beraber oynadığınız oyunlar var mıydı? Anlatır mısınız?

-Afganistan 1979 yılına kadar gelişmiş bir ülkeydi. Tabi ki o yıllara kadar Afganistan'da çocuk olmak bizler için gelecek nesiller için bir değer olarak görülürdü. Tabi ki şehir hayatı ile köy hayatı arasında farklılıklar her yerde olduğu gibi Afganistan'da da vardı. Biz köy çocuğuyduk. Köy yaşamı şehir hayatına göre samimiyetin biraz daha fazla olduğu yerlerdir. Yediğimiz içtiğimiz ayrı değildi arkadaşlarımızla. Biz onlarla arkadaş değildik. Kardeştik, dosttuk ve sırdaştık. Her insan başka bir insanla rahatlıkla arkadaş olabilir. Ama birbirine kardeş gözüyle, dost gözüyle bakamaz. Biz bunu başarabilmiştik. Evimiz bütün arkadaşlarımıza açıktı. Yemeklerimizi beraber yerdik. Çayımızı beraber içerdik. Zamanımızı çok güzel değerlendirirdik. Evet beraber oynadığımız oyunlar vardı. Afganistan'a özgü spor olarak güreş vardı. Birbirimizle güreşirdik. Yendiğimizde olurdu yenildiğimizde. Çillik oyunu vardı. Kaçar top oyunu vardı. Genellikle biz bu iki oyunu büyük bir keyifle oynardık. Arkadaşlarımızla oyunlarımız hiçbir zaman hırsa veya rekabete dönüşmedi. Çünkü biz birbirimizi her şeyden çok severdik. Gece yarılarına kadar evlerimizin önünde hep beraber otururduk. Başta ifade ettiğimiz düşünceleri bugün için ifade etmek biraz zor olsa da adı üstünde çocuk. Çocuk olmak ülkeye, dile veya dine bakmaz. Bu kanun hiçbir yerde ve hiçbir zaman bozulamaz.

KÖYLERİMİZİN MÜCAHİTİYDİK

**Peki Rus askerleri ile ilk kez ne zaman karşı karşıya geldiniz? O an ne hissettiniz? Size Afganistan'a niye geldiklerini söylediler mi? Onları görünce sizin tepkiniz ne oldu? Savaş nasıl başladı ve ilk hamle hangi taraftan geldi?

-1979 yılında Ruslar Afganistan'a geldi. İlk kez şehir merkezinde gördük Rus askerlerini. O an biz çok şaşırdık. Sonuçta bunlar bizim ülkemize mensup insanlar değildi. Düşündük bunlar nereden gelmiş ve niye gelmiş. Bizim topraklarımızda ne arıyorlar diye. Hemen sorular sormaya başladık. Siz burada ne arıyorsunuz? Neden geldiniz buraya? Soruları büyük bir cesaretle sorduk. Hemen bize cevap verdiler. Ama dilimiz farklı olduğu için dediklerine anlam veremedik. Bir şeyde anlamadık. İçimiz içimizi yemeye başladı. Aklımıza normal zamanda düşünemeyeceğimiz tarzda sorular gelmeye başladı. Huzursuz olmuştuk. Sonuçta bizim tanımadığımız birileri memleketimize gelmişti. Günden güne çoğalıyorlardı. Bizim aklımız bu sorularla meşgul oluyordu. Rus askerleri ise aradan on gün geçmişti ve şehir merkezinde ilk günkü gibi duruyorlardı. On gün öncesine göre tek fark sayıca çoğalmış olmalarıydı. Bu durum bizi iyice rahatsız etmeye başladı. Bizim tarafımızdaki insanlar yani Afgan kardeşlerimiz dağlara çıkmaya başladılar. Köylerde zaten mücahitler vardı. Bizde köy çocuğuyduk. Bizde köy mücahitiydik. Anladık ki artık savaş kaçınılmaz bir hale gelmişti. İlk hamle bizden geldi. Afgan evlerinde genellikle her ailede silah olurdu. Pompalı tüfeklerle çatışmaya başladık. Pakistan'a silah almaya gitmiştik. Yürüyerek gitmiştik. Memleket sevgisi böyle bir şey işte. Biz baskınları genellikle gece yapardık. Ruslar ise gündüz yapardı. Ruslar askeri donanım ve mühimmat olarak çok üst seviyedeydi. Tanklar şehir merkezinde geziyordu. Ucu bucağı yoktu. Başını görebiliyorduk ama sonu yoktu. Olayların en hararetli olduğu yer Kunduz'du. Savaş'ta yaşlılar ve çocuklar hariç eli silah tutmaya müsait her kesimden insan vardı. Bu namus meselesiydi. Bu millet meselese'idi. Sen ben olamazdı. Biz duygusunun hakim olması lazımdı. Elimizden geldiğince bunu gerçekleştirmeye çalışıyorduk. Savaş kışa denk geldiği zaman zorlanıyorduk. Savaşın iyisi kötüsü olmaz fakat en azından havanın sıcak olması direncimizi artırıyordu. Ölenler oldu. Yaralananlar oldu. Yakınlarımızdan şehit olanlar oldu. Kaybımız çok oldu.

MÜCAHİTLER TERÖR İLAN EDİLDİ

**Rus istihbaratı sizin nerede yaşadığınızı öğrenmiş. Peki sizin yerinizi öğrenince size karşı nasıl bir tavır sergilediler? Hacı Abdülhak amca sizin gazi olduğunuzu duyduk. Kurşun, nerenize isabet etti?

-Biz köy mücahitleri olarak elimizden gelenin fazlasını yapıyorduk. Bizi Rus askerleri terör ilan etti. Evet ben vuruldum. Kurşun sırtıma isabet etti. Ruslar bizim köyümüzdeki mücahitlerin fotoğrafını temin etmiş. Birisi bizim bu konumda olduğumuzu sızdırmış. Bizim yaşadığımız yeri öğrenince evimizin üstüne savaş uçakları ile bomba yağdırdılar. Köyümüz talan oldu. Evlerimiz yıkıldı. 8 yaşındaki yeğenim şehit oldu. Ve ne gariptir ki bizimle savaşan sadece Ruslar değildi. Mücadeleye zorla götürülen Müslümanlar da vardı. Bu Müslümanlar da bize kurşun sıktı. Hatta savaş zamanında bir tanesi babamdan Kur'an-ı Kerim istemiş. 1992 yılına kadar şehir merkezlerine inemedik. Gücümüz sınırlıydı. Afganistan, 92 yılından sonra Suudi Arabistan'ın, Birleşmiş Milletlerin destekleriyle şehir merkezlerinde güçlenmeye başladı.

**Yaşanan bu kadar olaydan sonra göç etmeyi düşündünüz. hangi ülkelere gitmek zorunda kaldınız ? Yolculuğunuz nasıl geçti ve kaç gün sürdü? Gittiğiniz yerlerde yaşadığınız olaylar oldu mu? Sizi istemeyen, ayrım yapan ülkeler oldu mu? Türkiye'ye ne zaman geldiniz? Türkiye'den memnun musunuz?

-Evet artık gitmeliydik. Evlerimiz yıkıldı. Çok bedel ödedik. 1 milyona yakın kardeşimiz öldürüldü ve yaralandı. Beşikteki bebekler öldürüldü. 3 milyona yakın insan göç etmek zorunda kaldı. Pakistan'a gitmeye karar verdik. Çünkü Pakistan'a daha önce giden Afgan kardeşlerimiz vardı. Hepsi bir arada yaşıyordu. Biz zaten her halimizle sıkıntı çekecektik ama en azından bizden olan kardeşlerimizin orada bir düzen kurması bizleri bir nebze rahatlatıyordu. 18 gün boyunca yürüyerek ve yakalanmamak için gece dağ yolundan Pakistan'a gittik. 3 yıl kaldık. İnsanları iyi olsa bile dil farklılığımız olduğu için iletişim anlamında sıkıntı çektik. Bu durum bizi yeni bir göçe zorladı. Hedefimiz İran'dı. Çünkü İran'ın dili Farsça idi ve bizde bu dili konuşuyorduk. İran'a gittik ve yaşama uyum sağlamaya çalıştık. İletişim konusunda kendileriyle hiçbir sıkıntımız yoktu. Ama mezhep farklılığını bize çok yansıttılar. Dini yaşantımıza karıştılar. Camilerimizi kapattılar. Sakala sarığa müdahale ettiler. Büyüklerimizin sakallarını yaktılar. İranlı çocuklar yaşlılarımızın sarığını kaçırarak bizim inanışımızla dalga geçtiler. Hz. Ömer'e hırsız dediler. Bayram namazlarımızı tek başımıza kıldık. Küçük çocukları evlerimizin kapısına nöbetçi diktik ve cemaat yaparak gizlice namazlar kıldık. Bize iş vermediler. Bu durum canımızı çok sıktı. Sonrasında Türkiye'nin dinine bağlı yaşam şartlarının güzel olduğunu duyduk. İnsanlığa daha çok önem verildiğini duyduk. Kaçak yollar ile Hatay'a geldik. 11 yıl boyunca yaşadık. Oturma iznimiz çıktı. Sonrasında Konya'ya davet edildik bir akrabamız tarafından. Geldik beğendik birkaç yıldır Konya'da yaşıyoruz. Devlet, Belediye, Kaymakamlık Allah binlerce kez razı olsun bize yardım ediyorlar. Konya'da ki hocalar evimize bulgurumuzu, pirincimizi, makarnamızı ihtiyaç olan herşeyi getiriyorlar. Hatta bize 80 torba kömür bile verdiler yakmak için. Allah Türkiye devletinden razı olsun. Çok mutluyuz burada.

İRANLILARIN BİZE ÖDEMESİ GEREKEN BİR BORCU VAR

**Son olarak Abdülhak amca siz İran'daki depremin canlı şahidisiniz. Deprem nasıl oldu? O an siz ve aileniz ne yapıyordu? Ve İranlıların bize ödemesi gereken bir borcu var dediniz. Bunu niye dediniz? İfade eder misiniz?

-Allah öyle bir acıyı kimseye yaşatmasın. Depremin yaşayan canlı şahidiyim. Benim eşim dinine düşkün bir insandı. Saat sabahın 05.18 idi. Eşim sabah namazını kıldıktan sonra Kur'an-ı Kerim okumaya başladı. Bende sabah namazını kılmak için uyandım. Abdest almak için lavaboya gittim. Seccadeye yaklaşınca oğlum geldi ve baba ben namazımı kılayım sen benden sonra kıl dedi. Oğlum namaza başladı secdeye gitti ve deprem başladı. Namazımı kılamadım. O anı anlatınca çok kötü oluyorum. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece hatırladığım benim toprağın altındayken iki saat boyunca komşular beni kurtarın diye bağrışmalarımdı. Komşularım beni kurtardı. Ben toprağın altından çıktım ama ailemden kimseyi göremiyordum. Tekrar çığlık atarak bağırmaya başladım. Toprağın altından canlı olarak babam ve üç yaşındaki oğlum çıktı. Annemin, eşimin ve oğlumun cansız bedeni de toprak altından çıkartıldı. Eşimin cansız bedeni Kur'an-ı Kerim'e yapışmıştı, oğlumun alnı da seccadeye. İran'a Afganistan'dan yardım için 300 tane vatandaş geldi. Cansız bedenleri çıkarmak için ve o zor günde İranlıların yanında olmak için ama onlar bize bir bardak dahi vermedi orada kaldığımız yıl boyunca. Çok Bir şey değil bir teşekkür etselerdi bu bizi mutlu ederdi. Yapmadılar. Bu yüzden bize hala bir teşekkür borçları var.

MEHMET MUSA KARACA VE HACI ABDÜLHAK KİMDİR?

Afganistan'ın Bağlan vilayetinde dünyaya gelen Mehmet Musa Karaca, orta halli bir ailenin erkek çocuğuydu. Babası çiftçi annesi ev hanımı olan Karaca aldığı medrese eğitimi ve fıkıh dersleriyle kendini sürekli geliştirmeye çalışırken bir yandan da çiftçi olan babasına bahçe işlerinde yardım ediyordu. 2 kez evlilik yapan Karaca, hayatının büyük çoğunluğunu gurbette geçirdi. Hacı Abdülhak ise, yine Afganistan'ın Bağlan ilinde dünyaya geldi. Onunda babası çiftçi, annesi ev hanımıydı. Hayatının en güzel yıllarını savaşta geçiren ve gazi olan Abdülhak, Türkiye'de mutlu olduğunu ifade etti.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.