Mevleviliği semâdan ibaret görmemek lazım
RÖPORTAJ: HÂLİD ŞEN
Doç. Dr. Nuri Şimşekler, “Mevlâna ve Mevleviliği sadece semâdan ibaret görmemek gerekiyor. Mevlâna ve Mevlevilik anlayışına halel getirecek bir uygulama karşısında edebe riayet ederek o kişi ya da kişiler uyarılmalı” dedi
DÜNYADA MEVLANA'YA İLGİ ARTTI
Geçtiğimiz ay Tahran Büyükelçiliği Kültür Ateşeliği görevine atanan Doç.Dr. Nuri Şimşekler ile Mevlana ve Mevleviliğe artan ilgiyi, Mevlana ve İslam arasındaki bağı koparmaya çalışanları ve gerçek Mevlana ve Mevlevilik anlayışını konuştuk. Son 20-30 yılda Mevlana’ya ilginin arttığına işaret eden Şimşekler, “Bu ilgi herkes tarafından görülür, hissedilir oldu. Günümüz insanı da ‘ben de okuyayım’, ‘herkes Mevlâna ilgili bir şeyler söylüyor, konuşuyor, bir de ben bakayım’ gibi düşüncelerle bu ilgiye katılmaya çalışıyor” şeklinde konuştu.
MEVLANA'YI İSLAM'DAN AYIRAMAYIZ
“Mevlana’yı İslâm’dan ayrı, Kur’ân-ı Kerim’den, Peygamberimizden farklı bir yola yerleştirmek katiyen yanlıştır” diyen Şimşekler, şöyle konuştu: “Bu yanlışlık ülkemizde yok denilecek kadar azdır, Batı'da ise az da olsa maalesef vardır. Mevlâna’yı ‘dinler üstü bir yaşam koçu’, ‘tüm ilâhî dinleri, hatta Budizm’i, Hinduizm’i, Zerdüştlüğü’ de kapsayacak şekilde kuşatıcı bir misyonu olduğunu belirten eserler ve düşünceler var.”
**Son yıllarda Mevlâna ve Mevlevilik’e ciddi bir ilgi artışı var bunu neye bağlıyorsunuz?
Aslında Mevlâna ve Mevleviliğe olan ilgi Osmanlı tarihi boyunca vardı. O dönem edebiyatımıza baktığınızda şair ve yazarların birçoğunun Mevlevî ya da Mevlâna muhibbi olduğunu görürüz. Cumhuriyet döneminde de 1940’lı yıllardan itibaren devlet eliyle Mesnevî’nin Türkçeye tercüme ettirilmesi, Konya’da Şeb-i Arûs törenlerinin başlatılması, dönem dergilerinin Mevlâna Özel Sayıları neşretmesi ilginin devam ettiğini gösterir. Ama tabiî ki son 20-30 yılda bu ilgi oldukça arttı. Özellikle kitap basımı, dijital yayın organları ve haberleşmenin yaygınlaşması ile bu ilgi herkes tarafından görülür, hissedilir oldu. Günümüz insanı da “ben de okuyayım”, “herkes Mevlâna ilgili bir şeyler söylüyor, konuşuyor, bir de ben bakayım” gibi düşüncelerle bu ilgiye katılmaya çalışıyor. Bu ilgi biraz da romanlar ve şöhretli simaların Mevlâna alıntılarını sıkça kullanması nedeniyle popüler hale geldiği için kartopu gibi büyüyüp gidiyor. Burada şunu belirtmem gerekir: Herkes okuyor, ben de okuyayım, düşüncesi ile Mevlâna’dan istifade etmek zordur. Öncelikle kişi “Niçin Mevlâna okuması” gerektiğini bilmeli. Değilse Mesnevî örneğinden bakarsak okuyucu, Mesnevî’nin hikâyeleri arasında hikâye olur gider. Ya da Semâ seyreder, anlamını da tam bilmiyorsa bir tiyatro gibi, bir folklor gibi seyreder salondan ayrılır. Herkesin Mevlâna okuma gibi bir şartı yoktur, ama okumak isteyenler “kendini, kendindeki öz’ü keşfetmek için” okursa büyük fayda görecektir. Çünkü Mevlâna eserlerinin tamamı “insan” merkezlidir, insanın aslı olan ruh-gönül merkezlidir ve insanın bir “kul” olarak Yaradan’ını tanıma, bilme ve O’ndan bir an bile gâfil olmama gerektiğini hatırlatan uyarı metinleridir.
**Bu ilgi Gayrimüslim olanlar için de geçerli. Gayrimüslimler Mevlâna’da neyi buluyor?
-Biraz önce dediklerim kısmen gayrimüslimler için de geçerli, ancak önemli bir fark var arada. Bizim insanımız zaten mensup oldukları bir dinin müntesibi olan, sözlerini ve değerlerini İslâm’dan alan bir Mevlâna okuduklarını biliyorlar, bundan da çekinmiyorlar. Fakat gayrimüslimler inandıkları dinin aksine bir din düşünürünün eserini okuyorlar. Bu ilk etapta dünyanın farklı dil ve kültürlerine ait bir düşünürün kitabını okuma gibi oluyor. Nasıl Budizm’i, Hinduizm’i, Kabalizm’i yada farklı inanç sistemlerinin sufiliği ile ilgili eserleri okuyorlarsa Mevlâna’yı da, Mesnevi’yi de öyle okumaya başlıyorlar. Ama Mevlâna’nın, özellikle Mesnevî beyitleri ve Divan’daki gazellerin, içine girdikçe evrensel değerlerle insanları dil, din, millet gibi vasıflarıyla kategorize etmeden “insan” olarak, “eşref-i mahlûkât” olarak nitelemeleri görünce kendilerini etkiliyor, Mevlâna’yı diğerlerinden “farklı” görüyorlar. Çünkü biliyoruz ki günümüzde insanları bu şekilde tasnif ederek davranış biçimi sergilemek en büyük hastalıklarımızdan biri. İnsanlar iletişim araçları sayesinde gözlemliyorlar ki, insanoğlu yaralanmış veya zorda kalmış bir hayvancağızı kurtarmak için seferber olurken, onlarca ya da yüzlerce insan dili, dini ya da milleti yüzünden katlediyor ve bunda da dünya olarak, insan olarak ortak bir tepki verilemiyor. İşte Mevlâna okuması yapan gayrimüslimler, tüm insanlığın bir bedenin azaları gibi birbirine bağlı, bir uzvun ağrıması ile tüm dünya insanlığının da acı çekmesi gerektiği; insanların havada bir arada ahenkle uçan kuş sürüleri gibi hareket ederse menzile varacağı, gibi Mevlâna örneklemelerinde arzuladıkları insani değerleri görünce ilgileri artıyor. Okuyor, okuyorlar… Mevlâna’nın her bir dizesinde, her bir hikâyesinde kendilerinin de kafa yorduğu insanlık problemlerinin detayıyla işlendiğini ve çözümlerinin verildiğini görünce etkileniyorlar. Bu guruptakilerin şanslı olanları ise adeta Mevlâna’ya “âşık” oluyorlar ve onun beslendiği bu evrensel mânâ lokmalarının zengin ve eşsiz İslâm mutfağından geldiğini görünce de birçoğu hidayete erip Müslüman oluyorlar.
**Mevlâna bir İslam âlimi fakat onun İslam’la ilişkisi koparılmaya çalışılıyor. Mevlâna’yı, Mevleviliği İslam’dan kopuk, iç huzura dayalı yeni bir din gibi gösteren anlayışları nasıl yorumluyorsunuz?
-Aslında bu sorunuz genelin değil, az bir kesimin düştüğü bir yanılgı. Bana göre ülkemizde zaten bu sorun yok. Mevlâna’yı farklı algılamalar, farklı yorumlar söz konusu. Kasıt olmadığı ya da Mevlâna’yı anlama ve anlatmada çok yanlış olmadığı takdirde bunu normal karşılamak lâzım. Mevlâna okumaları öyle çok yönlüdür ki, herkes kendi eksiğini bulup Mevlâna’yı o şekilde vasıflandırabiliyor. Herkesin eksikliği de eşit ya da aynı olamayabileceğine göre bu farklılığın ortaya çıkması normaldir. Ancak dediğim gibi Mevlâna’yı yanlış aktaran ya da gösteren hele hele sizin sorduğunuz gibi İslâm’dan ayrı, Kur’ân-ı Kerim’den, Peygamberimizden farklı bir yola yerleştirmek katiyen yanlıştır. Ama, bu yanlışlık ülkemizde yok denilecek kadar azdır, Batı'da ise az da olsa maalesef vardır. Mevlâna’yı “dinler üstü bir yaşam koçu”, “tüm ilâhî dinleri, hatta Budizm’i, Hinduizm’i, Zerdüştlüğü” de kapsayacak şekilde kuşatıcı bir misyonu olduğunu belirten eserler ve düşünceler de yok değildir. Ama bu az sayıdaki örneklerlerden paronayaya kapılmamıza gerek yok. Benim görüşüme ve tecrübelerime göre Batıdaki Mevlâna okuyucuları çok bilinçli, bu tarz düşüncelere fazla kapılmıyorlar, “Mevlâna’dan Mevlâ’ya” ulaşanların sayısı o kadar çok ki…
BAZI SÖZLER MEVLANA'YA AİT DEĞİL
**Sosyal medyada Mevlâna’ya ait olduğu söylenen çok sayıda söz paylaşılıyor. Bunların pek çoğu da asılsız. Mevlâna’ya ilgi var ama Mesnevi okunuyor mu?
-Çok haklısınız, son yıllarda sosyal medyanın “ayağa düşmesi”nin sonucu ve “sanal dedikodu” olarak insanlar kendi savundukları fikirleri âdeta “noter” gibi tasdiklettirmek amacıyla Mevlâna gibi tüm toplumda saygın ve inanırlığı yüksek isimlerin sözlerine atıf yapıyorlar, Mevlâna’yı kendilerine “sözcü” yapıyorlar. Ama maalesef bu sözlerin çoğu Mevlâna’ya ait olmayabiliyor. Yine aynı dijital ortamlarda üretilen, yakıştırılan, spotlaştırılan sözler oluyor. Ya da olumlu ve güzel de olsa başka şaire, düşünüre ait bir söz Mevlâna adıyla paylaşılıyor ve bu şekilde yayılıp gidiyor. Tabiî ki bunun sakıncaları yok değil. Biz kendisi söylemediği halde Mevlâna sözü diye paylaşım yaptığımız da vebale de girmiş oluyoruz, hatta kul hakkına bile girmiş oluyoruz. O yüzden Mevlâna’ya ait olduğunu kesin bilmediğimiz bir sözü onun adıyla paylaşmamamız gerekiyor. Eğer Mevlâna’dan sözler, özdeyişler paylaşmak istiyorsak bu konuda yazılmış eserlere bakabilir, hangi eserinden, hangi ciltte, hangi beyit olduğunu vererek paylaşabiliriz.
**Mevlâna Türbesi ziyaretlerinin ücretsiz hale gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Mevlâna ve Mevlevilik düşüncesi tarih boyunca herkese “açık” olmuş, diğer bazı tarikatlarda dergâhlara giriş, müntesipler ve özel davetliler ile sınırlı iken Mevlevihânelerin girişinde herhangi bir kısıtlamaya gidilmemiş, maddi talep olmamış, hangi milletten, hangi dinden olursa olsun isteyenler kuralları dâhilinde Mevlevihâneye giderek sohbetleri dinlemiş, Mesnevî derslerini takip etmiş, Semâ seyredebilmiştir. Çıkışta ise maddi yardımda bulunmak isteyenler olunca Mevlevihânenin ve dervişlerin giderlerinde kullanılmak üzere nazik bir şekilde, kendilerine dua edilerek görevli dede tarafından alınmış ve kayıtlara geçirilmiştir. Bu geleneğin yaşatılması adına herkese açık ve bir karşılığı olmadan girebileceği mânâ mekânını aynı misyonuna kavuşması adına bu önemli idi. İkincisi ise Mevlâna Müzesi her ne kadar “Müze” işlevli ve formatlı olsa da oraya gelen insanların hemen hemen tamamı özellikle Hz. Mevlâna’nın ve diğer Mevlevilerin mezarlarını ziyaret etmek, dua okumak ve oradaki mânevî iklimden feyiz almak üzere geliyorlar. Bizim inancımıza göre ise hiçbir mezara para verilerek girilmez. Bu açıdan baktığımızda da Sayın Başbakanımızın aldığı bu karar son derece yerinde ve önemli olmakla birlikte tarihî bir görevdi. Yine bilindiği üzere Mevlâna Dergâhı’nın içerisindeki “mescit” bölümü de geçtiğimiz yıl namaz kılmak isteyen ziyaretçilerin ibadetine açıldı. Eğer mimari açıdan bir problem ve sınırlama yok ise bu bölümde de biraz daha tadilat yapılarak gelip geçenler ile kadın-erkek namaz kılanların yeri daha net ayrılması iyi olacaktır, düşüncesindeyiz.
**Zaman zaman türbe içerisinde meditasyon yapan gruplara rastlanıyor. El ele tutuşma, veya grup halinde gözler kapalı rahatlama seansları gibi… Bunları rehberler organize ediyor. Bu tür hareketler uygun mu? Rehberler Mevlâna’yı ve Dergah’ı doğru anlatabiliyor mu?
-İnanın bu sahnelere ben rastlamadım, istisnai ya da çok az rastlanan bir durumdur, diye düşünüyorum. Görmediğim için bir değerlendirme yapmam söz konusu olamaz, ancak sizin sorunuzdaki “meditasyon” ibaresinden bunları gayrimüslim olan ziyaretçilerin yaptığını anlıyorum. Tam böyle ise tabiî ki yanlıştır. Dinimizde mezar ziyaretinin adab ve usulü bellidir. Bunun haricinde, sandukaların kenarında diğer ziyaretçileri rahatsız etmeden gözleri yumup huşû içerisinde durup tefekkür etmek, kendini sorgulamak, Yaradan’ına karşı bir “kul” olarak görevlerini ne derece yerine getirebiliyorum iç muhasebesini yapmak bir Mevlevi geleneğidir. Bunun gurup hâlinde yapılmasına da gerek yok. Ancak yine de sizin anlattığınız tarzda ziyaretler ya da “seans”lar yapılıyorsa, hele hele bunu rehberler organize ediyorsa tedbir alınmalı, doğru bilgilendirme yapılmalı, diye düşünürüm. Çünkü rehberlerin temel görevleri verdikleri tarihi bilgilerin yanında ziyaret ettirdikleri yerlerin gelenekteki usüllerini, adabını, erkânını da doğru bir şekilde öğrenmek ve yansıtmaktır. İlgi görmesi ve hayret uyandırması amacıyla cazip gelecek, dikkat çekecek aslı olmayan bilgiler verilirse, uygulamalar yaptırılsa bunun vebali vardır. Konya ve özellikle Mevlâna özelinde konuya baktığımızda rehberlere bu konuda seminerler verilmesi, dersler düzenlenmesi şartı ve gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Meselâ Antalya Rehberler Odası üyelerine dersler verdirirken Mevlâna ve Mevlevilik konusunu da işliyordu. 3-4 sene önce beni birkaç kez davet ettiler ve ben de rehberlere bu konuda bilim dünyasının ve geleneğin ışığında seminerler verdim.
**Mevlâna günümüzde olsa kendisi ile ilgili neden rahatsız olurdu acaba?
-Tabiî ki bunu bilmemiz imkânsız. Ama Mevlâna’nın fikirlerinden ve okumalarımdan yola çıkarak şunu söyleyebilirim. Bütün yapılan güzel işler ve uygulamalar haricinde bizim eleştirilerimiz ve yanlışlarımız karşısında herhalde Mevlâna sesini öyle yükseltmezdi. Çünkü Mevlâna’yı özel kılan, eleştirmek, ötekileştirmek, dışlamak değil, yanlışı ve yanlış yapanı kazanma adına onu yanına çekmesidir. Mevlâna’yı farklı ve özel kılan, Semâ esnasında etrafındakilere çarpan ve hatta sarhoş olan birini eleştirdiklerinde onlara seslenerek, “bırakın, bırakın. Tamam, şarabı o içmiş, ama sarhoşluğu siz yapıyorsunuz” demesidir. Suçlu Ermeni bir genci saraydan affettirerek dergâhına alması ve sahiplenmesidir. İşte bu “kazanma” ve “dışlamama” veya Peygamberimizin “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz” bakış açısının Mevlâna tarafından benimsenmesi ile hareket tarzıdır ki bu üslup sonunda da biraz önce dediğimiz sarhoş, ayıldıktan sonra olan biteni öğrenince bir daha içmeye tövbe etmiş, Ermeni genci de Müslüman olup Alaaddin adını almıştır. Peki, Mevlâna neden şikâyet eder, rahatsız olur, kısmına gelirsek: “Mevlânacı” olup kendisi gibi olmaya gayret sarf etmeyenlerden, kendisini maddi-manevi imkân, reklam ve şöhret için kullananlardan, ellerine bir Mesnevî alıp adab usül bilmeden, Mevlâna’nın diğer eserlerini okumadan onun fikir dünyasını tam kavramadan Mesnevî dersi verenlerden, Mevlâna’yı sadece Semâ’dan ibaret görenlerden, bir de tevazuyu terk edip gösterişli, tantanalı, israfa kaçan yaşam tarzımızdan şikâyet eder, diye düşünüyorum.
**Gerçek Mevlâna ve Mevlevilik anlayışının yaygınlaşması için neler yapmak lazım?
Bir önceki cevabımın ikinci kısmında nasıl olmaması gerektiği var aslında. Mevlâna’cı olmadan Mevlâna’nın gerçek fikirlerini, bizzat kendi eserlerinden çıkartmak suretiyle ve geleneği, usulü yüzyıllardır belli olan Mevleviliğin bu işin uzmanları ve gelenekten gelen kişilerin yansıtmalarını, dediklerini, yazdıklarını ön planda tutmak, Mevlâna ve Mevleviliği sadece Semâ’dan ibaret görmemek suretiyle bu anlamlı mânâ yolunu yaygınlaştırmak mümkün. Nasıl beden hastalığında doktora gidiliyorsa, saç-sakal için kuaföre gidiliyorsa bu konuda da uzman olanlardan istifade edilmeli. Hani ne diyor Mevlâna Mesnevî’sinde: “Herkesin bir mesleği, kullandığı bir aleti var. Kuyumcunun terazisi marangoz dükkânında iş görmez; ayakkabıcın tahta kalıpları da kasapta işe yaramaz.” Bu röportajımızdaki tüm cevaplarımız da doğal olarak bizim görüşlerimiz, bizim Mevlâna okumaları çıkarımlarımız. Bu düşüncelerden farklı olan görüşler de olabilecektir tabi, hatta bizim düşüncelerimizi yanlış olarak değerlendirenler de olabilir. Biz nasıl farklı görüşlere Mevlâna anlayışı ile yaklaşmaya çalışıyorsak, gerçek anlamda Mevlâna okuyucuları da bu fikirlerimizi o şekilde değerlendirecektir. Mevlevilikte “Gönül kalsın, yol kalmasın” diye bir deyim vardır. Yanlış bir düşünce ve uygulama karşısında, Mevlâna ve Mevlevilik anlayışına halel getirecek bir uygulama karşısında edebe riayet ederek o kişi ya da kişiler uyarılmalı. Aksi takdirde Yol’a zarar gelebilir ki bu daha da kötüdür; kişi kırılmasın diye yolun bozulmasına göz yumulamaz.
Doç.Dr. Nuri ŞİMŞEKLER
1964 yılında Konya’da doğdu, ilk orta ve Lise tahsilini burada yaptı. 1987 yılında Ankara Üniversitesi DTCF Fars Dili ve Edebiyatı Bölümünde Lisans eğitimini tamamladı. 1988-89 yılları arası Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olarak Farsça-Mütercim-Tercüman sıfatıyla yedek subaylık görevini yerine getirdi. 1990 yılında Konya Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında Asistan olarak akademik hayatına başladı. Aynı üniversitede; 1992 yılında Mevlâna’nın Mesnevî’si ile ilgili Yüksek Lisans tezini, 1998 yılında Mevlevîlik konusunda yaptığı Doktora çalışmasını tamamladı; 1999 yılında Yardımcı Doçent; 2012 yılında Doçent oldu. Şimşekler, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyeliğini yürütmenin yanında, 2005-2015 yılları arası kuruculuğunu üstlendiği S.Ü. Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi-Mevlâna Araştırmaları Enstitüsü Müdürlüğü yaptı.
Çalışmalarının büyük bir bölümü Mevlâna, Mesnevî ve Mevlevîlik üzerinde olup; bu konuda yayımlanmış 8 kitabı ve bilimsel-popüler dergilerde 40’ı aşkın makalesi yayınlanmıştır. Ayrıca yurt içi ve dışında 20’ye yakın bilimsel toplantıda bildiri sunmuş, konferanslar vermiş, sergiler açmış, film, belgesel danışmanlıkları yapmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.