Mesele sırrı mânâda bulmak
ROPÖRTAJ: MUSTAFA GÜZEY
Molino Firması’nın Yönetim Kurulu Başkan Vekili Salim Alaybeyi (53), özel hayatını, kendisi hakkında bilinmeyenleri, hobilerini ve başarılı olmanın yoluna dair görüşlerini, Merhaba’yla paylaştı. ‘Para, insanı kibirli kılar’ anlayışının tersine Alaybeyi, son derece mütevazı kişiliği ile bizi karşıladı ve sohbet etti. Hatta kendisinin de ego sahibi olduğunu itiraf etti. Ama, “Allah’tan korkan insanlarız” diyerek, rahat olmayı sevdiğini kaydetti. Salim Alaybeyi’nin başarılı işadamı kimliğinin yanında, 3 dil bilmesi, keman çalması, fitness tarzı sporlarla ilgilenmesi, havacılıkla ilgili çalışmalar yapması dikkatimizi çeken bir husus oldu. Bunun sırrını sorduğumuz da ise cevabı şöyle oldu: “Maneviyatı güçlü olan insan, her daim başarılıdır.”
- Salim bey, ilk olarak sizi tanımakla başlamak istiyorum. Salim Alaybeyi kimdir?
Konya, 1960 doğumluyum. Şu anda Molino Makine Sanayi Ticaret Anonim Şirketi’nin (A.Ş) ortaklarından biriyim. Aynı zamanda Yönetim Kurulu Başkanı’yım. Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü mezunuyum. Üniversite tahsilinden sonra direkt yönetime geldim. Bundan önce ilkokulu bitirir bitirmez, babam beni şirkete aldı. Şirkette çırak olarak çalışmaya başladım. Aşağı yukarı yaklaşık 10 yıllık fiili çalışmam var, üniversite bitinceye kadar. Yani 12 yaşında şirkete başladım çırak olarak, kalfalık, ustalık ondan sonra mühendislik. Anlayacağınız hem alaylıyım hem de mektepliyim.
- Babanızdan ötürü mü bu işe merak saldınız?
Yok, şahsi olarak zaten isteğim vardı. Aynı zamanda teşvik var tabii. Şimdi sırf istek olmuyor. Sırf istek olur da teşvik olmazsa bir işe yaramıyor. Bu arada sanayici bir sülalenin çocuğuyuz. Esasında dedem ilk başta bu işlere başlamış. 1950’li yıllarda. Daha sonra babam devreye girmiş. 1964 yılında Molino’yu kurmuş. Şirketimizin kurucusu olan yani ilk nesli olan dedem, gerçek mesleği ekmekçilikti. Salim’di onun da ismi. Dedem ekmekçilik, buğday tüccarlığı, değirmencilik işleriyle uğraşmış. Neticesinde dedem Konya’da ilk un fabrikalarını kurmuş.
- Sektörde, Türkiye’de ilk defa yurtdışına ihracat yapan firma hüviyetine sahipsiniz.
Evet. Sektörümüzde ilk ihracat yapan biziz. 1980’li yıllarda ilk ihracatımızı yapmıştık. E tabi dede bizim bu işlere girdiği için babamı da o şekilde eğitmiş. Ekmekçilik, buğday tüccarlığı ve değirmencilikle devam eden ticaret hayatı esnasında babayı, yani benim babamı, un fabrikaları üzerine tahsil yapmak için Fransa’ya göndermiş. 1955 yılında üniversite tahsili yapmak üzere. Ondan sonra babam oradaki tahsilini bitirince, 1964’te dedem vefat ediyor. Bu sefer geliyor buraya babam, un fabrikası ile ilgili pek bir iştahı kalmıyor. Daha çok un fabrikası makinesi üreten sanayiye girmek istiyor. Ve Molino’yu kuruyor.
- Babanızın bugünkü yeri kurduktan sonraki süreci anlatır mısınız?
Molino’yu kurduktan sonra tabii süratle makine imalatı işlemine başlıyor. Aşağı yukarı 49 yıla varan bir sanayi tecrübesi ve serüveni ile bu zamanlara kadar şirketi getiriyor. Şirket bu arada çok tanınıyor. Dünya çapında projeler yapan bir firma haline geliyor. Arkasından 80’li yıllarda biz devreye giriyoruz. Ben o zaman üniversiteyi bitiriyorum. 1981’de mezun oldum. 82’de yönetime fiilen müdahil olduk. Öncesinde benim burada bir 10 yıllık çıraklık periyodum da vardı. Yani hem okudum hem çalıştım. Ondan sonra da evlendik. 3 tane evladım var. Daha sonra şirkette daha aktif, daha idareci pozisyonunda rol almaya başladık. Şu anda şirketin 3. nesil yöneticisiyim. Arkamdan inşallah çocuklarım geliyorlar. Onları da aynı şekilde yetiştiriyorum.
- Başarınızı neye borçlusunuz? Hem okumak, hem çalışmak, belli bir hayat mücadelesini beraberinde getiriyor en nihayetinde.
Bunu başarı olarak kabul ediyorsanız; birinci şart, mesleği sevmek zorundasınız. Yani yaptığınız işi sevmek çok önemli. İkincisi, teşvik ehemmiyetli bir unsur. Yani aileden veya çevrenizden teşvik gördüğünüz andan itibaren sizin mesleğe olan aşkınızla, şevkinizle birleşirse bu çok daha etkili olur.
- Yani sevmek yetmiyor başarı için bir de yönlendirme şartı mı gerekiyor?
Tabii ki de şart. Ben buralara geldiysem doğru yönlendirme sayesinde olmuştur. Buradaki en büyük etken anne ve babada. Babam benim çok disiplinli, çok otoriter bir insandır. Annem de o şekilde. Benim annem, Robert Koleji mezunudur. İstanbullu. Babam da Fransa’dan mezun. Dolayısıyla ben böyle Avrupa tandanslı (eğilimli) bir ailenin içinde büyümüşüm.
- Birden fazla lisan bildiğinizi öğrendik. Biraz bu konudan bahsedebilir miyiz?
Bizim hayatımızda lisan kültürü çok önemli. Çünkü ihracatımız yüzde 90 oranında yurtdışına. Dolayısıyla hayatımızın büyük bir kısmı yurtdışında geçiyor. Kazancımızın büyük bir kısmı da yurtdışından. Ben İngilizce, Fransızca bilirim. Çok iyi derecede. Biraz Rusça da vardır.
- Genellikle yurtdışında mı bu lisanları öğrendiniz?
Evet. Amerika’da Master yaptım. Üniversiteyi bitirdikten sonra Amerika’ya gittim. Fransızca’yı kendi kendime öğrendim.
- Kendi kendinize derken turistlerle mi konuştunuz ?
Hayır hayır. Kendi kendime fırsat buldukça öğrendim.
-Anladım. Peki biraz hobilerinizden bahseder misiniz?
Teknolojiye çok meraklıyım. Eskiden havacılıkla çok uğraşırdım. Çok iyi maket ve model yapardım. Hatta başarı belgelerim, ödüllerim filan var.
-Yarışmalara girdiniz mi?
Girdik tabii. Türkkuşu’nda çok planör (Hava akımlarından yararlanarak uçan motorsuz hava taşıtı) uçurdum. İyi planör yaparım. Maketçiliğim vardır, ağaç işlerinden iyi anlarım. Tabii bu ağaç işlerinden iyi anlamam hobinin biraz üst seviyesi. Yani daha böyle profesyonele yakın ağaç işçiliğim var. Müzik severim. Eskiden keman çalardım. Sonra o işten para çıkmayınca bıraktık o işi. (Gülerek)
- Bu kadar çok kazanımları nasıl edindiniz?
Kendi kendime öğrendim. Bununla ilgili çeşitli maketler yaptım, gençliğimde hobi olarak. Onları daha sonra ticari boyutlara taşıdım. En son Adapazarı Ağır Bakım Tank Fabrikası’nda büyük bir maket projesi yapmıştım. Fabrika komutanımızdan üstün başarı ödülü almıştım. Şu anda normal ticaret hayatına devam ediyoruz. Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne uzun yıllar devam ettim. Çok severim, musikiye olan aşinalığım fazladır. Seyahate çok çıkan bir insanım. Aşağı yukarı yılın yarısından fazlasını yurtdışında geçiririm.
- İş vesilesiyle mi?
Evet. Genelde bizim durumumuz böyle.
- Birden fazla meziyeti sahipsiniz. Diğer kardeşleriniz de sizin gibi mi?
Ben evin tek erkek oğluyum. Bir tane kız kardeşim var, evli. Şirkette fiili olarak pek öyle aktif bir rolü yok.
- O zaman siz tek oğlan olmanın avantajlarını yaşadınız.
Tek oğlan olmanın avantajlarını ve dezavantajlarını aynı anda yaşadım.
- Nasıl bir dezavantaj söz konusu?
Şöyle; yoruluyorsunuz, çabuk yaşlanıyorsunuz. Sorumluluk tabii sırf sizin üzerinize biniyor. Kardeşiniz olursa paylaşırsınız. Bu durumun da dezavantajı var. Kardeşler arasında koordinasyonun iyi kurulamaması sıkıntıya yol açabiliyor. Tabii bu Allah’ın kısmetidir. Ama ben şu andaki durumumdan memnunum. Biraz yoruluyor olsam da memnunum.
- Sporla aranız nasıl?
Sporla yıllarca uğraştım. 30 yıl spor yaptım. 20 yaşına kadar jimnastik çalıştım. 20 yaşından sonra vücut geliştirme, badi yaptım, halterle beraber.
- Şu anda da devam ediyor musunuz?
Yok. Biraz işlerimin yoğunluğu dolayısıyla ara verdim ama kısmet olursa tekrar başlamak isterim.
- Spora ara verip onun sıkıntılarını yaşanlar da var.
Sıkıntılarını yaşanlardanım tabii. Yaptığım spor biraz ağırdı. Vücut olarak biraz depresyona girdim. Çok seyahat eden bir insan olduğum için her yerde spor yapma imkanı bulamıyorum. Saat gece 12’de varıyorsunuz otele, fitness salonu olmayabiliyor, olsa bile iyi bir yer olmuyor vesaire. Yani spor yapan insanların hayatlarının düzenli olması lazım. Benim gibi saati dakkası belli olmayanların spor yapması riskli tabii. Ama bu bir bahane değildir. Spora çok gönül vermiş bir insanım. Hayatımın önemli bir bölümünü sporla geçirdim. En kısa zamanda inşallah işlerimi düzene sokar sokmaz tekrar başlayacağım.
“SEVSENİZ DE ZAMAN MÜSAADE ETMİYOR”
- Maşallah diyeceğim çünkü bir yandan fabrika işleriyle hem hal olup firmayı marka haline getiriyorsunuz bir yandan da hobilerinize vakit ayırıyorsunuz. Vakit sıkıntısı yaşamıyor musunuz?
Zaten kemanı bırakmamın sebeplerinden bir tanesi o idi. Sporu da buna rağmen yapmaya çalıştım. Fakat maalesef iş yoğunluğu arttıkça hobilerden feragat etme mecburiyeti doğuyor. Onu da itiraf etmek lazım. Ne kadar sevseniz de bir şeyi zaman size müsaade etmiyor.
- Siz belli bir hayat mücadelesi vermişsiniz. Önünüze gelen fırsatları iyi değerlendirmişsiniz. Sanırım bu zamanki gençlik ise pek öyle değil. Sanki elindekinin kıymetini bilmiyor. Sizce neden?
Benim çok büyük bir şansım vardı. Ben kurulu düzene geldim. Yani sıfırdan böyle bir iş kurmadım. Böyle olunca çok büyük avantaja sahip oluyorsun. Çok yıpranmadık öyle söyleyelim. Esas yıpranan bizim dedemiz. Sonra babam. Babam da sıfırdan iş kurdu çünkü tamamen başka bir sektöre girdi o. Değirmencilikten değirmen makineleri üreten bir sektöre girdi. Öyle olunca bizim esas sıkıntıyı çeken dedem ile babam. Biz rahata, hazıra konduk. Ha bunu devam ettirmek de biraz zor. Yani mevcudu korumak, kaybetmemek, kazanmanın ötesinde kaybetmemek de çok önemli. Çünkü dünya şartlarını biliyorsunuz, dünyadaki krizler, olan biten hadiseler. Biz tabii şirketi en azından geri götürmemek kaydıyla ileri götürmekle mükellefiz. Bunu elimizden geldiği kadar yapıyoruz. Ama insanların, şirketlerin, her yılı her anı birbirini tutmayabilir, zaman zaman dalgalanmalar olabiliyor ama genelde baktığınız zaman başarılıyız.
- Birden fazla lisana sahipsiniz. Şimdiki üniversite talebeleri lisan öğrenmek için tabir uygun düşerse kurslara para akıtıyor. Sizin bu husus hakkındaki düşünceniz nedir?
Bir kere lisan öğrenmek çok merak isteyen bir iş. Yani lisan öğrenmek için bir kere şahsi merak lazım. Eğer insanın merakı varsa ne yapacağını kendisi tayin edebilir. Başkasından öğrenebilir, kendi kendine de öğrenebilir. Yurtdışına giderek de öğrenebilir. Ha yurtdışında öğrenildiği zaman daha arzu edinen bir lisan olur. Türkiye’de öğrenilen lisan fevkalade bir lisan olmayabilir çünkü konuştuğunuz insanlar da bir yerlerden öğrenmiş insanlardır. Ama bu işin gerçek anadilini bilen insanla, bir Amerikalıyla konuşursan çok daha farklı olur neticesi. Ben kolej kökenliyim. Bir de çok küçükken annemden ötürü İngilizce konuşurdum. Annem, babam beni küçükken İngilizce konuşarak büyütürdü. E babam da Fransızca konuşurdu benimle. Öyle olunca bu bizim ailenin içinde genel bir kültür haline geldi.
- Çok kitap okur muydunuz?
Çok kitap okurum tabi. Benim en büyük özelliklerimden birisidir bu. Genellikle Fransızca, İngilizce kitapları çok okurum. Dünya literatürünü yakından takip ederim.
- Bugünkü gençlik lisan öğrenmekte biraz zorluk çekiyor kanaatindeyim. Katılır mısınız bana?
Yani bugünkü gençlik niye lisan öğrenmekte zorluk çekiyor derken dediğim gibi bir merak lazım, birazda şans olacak. Yani çevre müsait olacak bu işe. Şu da var çok istemek de yetmiyor. Çok istersiniz imkan yoktur, para yoktur, gidemezseniz, görüşemezsiniz, insanlara muhatap bulamazsınız yani biraz kombine bir iş.
- O zaman merak, istemek ve çevre diyebilir miyiz?
Merak, istemek aşağı yukarı aynı anlamı ifade eder. Merak, teşvik ve şartlar iyi olacak.
- Peki. İnsan ırkları konusunda da son derece mahir olduğunuzu öğrendik. Var mı böyle bir durum?
Evet, var. Antropoloji’ye meraklıyım. Antropoloji yani insan ırklarıyla alakalı bir bilim. Çok gezmenin vermiş olduğu bir özellik midir nedir? İnsanları gördüğüm zaman aşağı yukarı milliyetlerini tayin edebiliyorum. Çok insanla karşılaşmaktan dolayı herhalde.
- Maddi olarak zenginlik, size birtakım kötü alışkanlıklar getirdi mi?
Hayır. Hiçbir zaman kötü alışkanlığım olmadı, sevmemde bu tip şeyleri. Sigara kullanmam, içki kullanmam, kumara hiç hayatımda elim değmedi.
- Anladım. İlk yurtdışı ziyaretini gerçekleştirdiğinizde kaç yaşındaydınız?
13 yaşında. Babam ile iş seyahatine çıkmıştım.
- O zamandan bu yana dünyayı dolaştınız bayağı öyle mi?
Evet, öyle denebilir. 120’ye yakın ülke gezdim. Seyahat etmekten ötürü insanlar çok şeyler görüyorlar. İyiyi de görüyorsun kötüyü de.
- Biraz da Molino’dan bahsetmenizi isteyeceğim.
Un, irmik ve silo makineleri yapan bir firmayız.
- Molino, değirmencilikle uğraşan bir firma olarak da geçiyor. Nedir değirmencilik?
Değirmencilik, buğday tarladan çıktıktan sonra mahsulü alırsınız, aldıktan sonra bizim işimiz başlar. Biz de onu eleriz, temizleriz, taşını, toprağını her türlü yabancı maddesini ayırırız. Ondan sonra ona biraz rutubet veririz. Ondan sonra onu un yaparız. Un yaptıktan sonra paketleriz. Bizim işimiz biter. Yani kısaca saydığım evrelerden sonra ancak bir buğday unu olabilir. İşte buna değirmencilik diyoruz.
- Yurtdışına da ihracat yapıyorsunuz.
Evet, genelde yurtdışına satışımız var. Önceden Avrupa’ya çok ihracat yapardık. Fakat şimdilerde oradaki piyasa sıkıntıda. Son 5 – 6 yıldır Ortadoğu ülkeleri, Kuzey Afrika ülkeleri ve Rusya’yla yoğun çalışıyoruz.
- Avrupa’daki piyasa krizi sizi etkiledi mi?
Tabii tabii. Avrupa şu an yedek parça bile çok zor alıyor. Çok yatırım da yok. Avrupa ciddi bir sıkıntıda. Almanya hariç. Almanya fena değil.
- Bağlantıları siz mi kuruyorsunuz?
Evet. Bizim çeşitli ülkelerde temsilciliklerimiz var. Bayiliklerimiz var.
- Molino adı altında mı?
Molino adı altında. Temsilciliklerimiz bizim adımıza orada faaliyetlerini yürütürler. Bazı ülkelere biz direkt temas ederiz. Temsilci arada olmadan temasa geçeriz.
-Molino ismi ne ifade ediyor?
Molino, Latin kökenli un fabrikası manasına gelir.
- Hedefleriniz hakkında malumat sahibi olabilir miyiz?
Hedefimiz, şirketimizi daha ileri götürmek, arkadan yeni nesil yetiştirmek. AR-GE (Araştırma ve Geliştirme) faaliyetlerimizi mümkün olduğu kadar arttırmak. Bu arada tabii ticari faaliyetlerimizi arttırmak. Yani her sanayicinin kafasında ne ise o. Ülkeye daha çok istihdam sağlamak, bunlarla ilgili çalışıyoruz, uğraşıyoruz. Mesleğimizde iddialıyız.
- İstihdam alanı sağlamak dediniz. Kalifiyeli elaman bulmakta zorlanıyor musunuz?
En büyük sıkıntımız o. Türkiye’de işsizlik yüzde 9,5-10 civarında bahsedilirken firmaların böyle harıl harıl elaman arıyor olmasını ben bir mana veremiyorum. Bu da acaba şundan mı? İşsizlik var ama kalifiye olmayan elaman iş bulamıyor gibi algı çıkartıyorum. Yani kalifiyeli adamın her zaman işi var. Her zaman iş bulur. Yani mesleği, sanatı olan özellikleri olan insan hemen iş bulur. Ülkede işsizlik var deniyor ama kalifiyeli eleman olmadığı için işsiz çok.
- Sizce çözüm ne olmalıdır?
Meslek Yüksek Okulları’na ve çıraklık müessesine çok daha fazla önem verilmesi gerekir. Çıraklık kültürünün artması lazım. Mesela ben meslek lisesi mezunuyum. Kökenim meslek lisesi, ondan sonra üniversiteye girdim ben. Bizim zamanımızda yetişen insanların hiçbiri şu anda boşta değil ve hepsi çok iyi yerlerde. Lise mezunu olduğu halde.
- O zaman yetişmenin yolu çıraklıktan mı geçiyor?
Evet, çıraklıktan geçer. Küçükken eğitim her şeyin başı. Lisanda da böyle, meslekte de böyle sanatta da böyle kültürde de böyle. Şimdi siz 20 yaşına gelmiş adama jimnastik yaptırın olur mu? Onu illaki 5 yaşında alacaksınız eğe büke, sündüre çeke ona jimnastik yaptıracaksınız. Başka türlü olmaz.
“ORTAKLIK EVLİLİK MÜESSESİ GİBİDİR”
- Büyük holdinglere, şirketlere baktığımızda çoğunda şunu görüyoruz; kardeşlerin sırt sırta vermesi ile büyümüşler. Baba ve oğlun kafa kafaya vermesi ile olmuş. Doğru mudur?
Elbette ki. Ticarette ortaklık çok büyük fedakarlık ister. Ortaklık yapmak evlilik müessesi gibidir. Eşinizin bazı kusurlarını, kaprislerini görmezden gelmek zorunda iseniz ortaklık da böyle. ‘Bence’ demek gibi değil de, ‘bizce’ demek daha önemli. Bazen hoşgörmek gibi.
- Makam, mevki geçici unsurlar sonuçta.
Kesinlikle öyle. Rahat olup kasmazsan, kendine huzur verirsin. Olduğu gibi hareket etmek karış tarafa da rahatlık verir.
- Maddi olarak büyürsün ama manevi olarak küçülürsün.
Maddi olarak büyümek çok göreceli bir kavram. Çok parası olması maddi olarak büyümesi manasına gelmez. O parayı nasıl kazandın? Hak yemeden, kul hakkı yemeden mi kazandın?
İnsanların kafasına basarak, çalarak çırparak kazandıysan zengin gibi görünür ama bir gün birisi tepene biner. Ama hakkıyla kazananlar tecrübeyle sabit, bugüne kadar malına mülküne hiçbir zaman zarar gelmemiştir. İnsanların ahını almamak çok önemli.
- İnsanları kırmadan, rencide etmeden.
Kırmadan derken ufak tefek meslek hayatında kırılmalar oluyor ama mühim olan helalleşmektir. Herkesin anı anını tutmaz. Bir şey söyleyebilir, ona alınabilir. Mühim olan art niyet olmaması.
- Başarılı bir işadamı olarak gençlere neler tavsiye edersiniz?
Aşağı yukarı bu sorular herkese sorulur, genelde de hep aynı cevaplar alınır. Aynı soruya aynı cevap alınmasını ben şöyle izah edeyim; doğru her zaman doğrudur. Çok fazla doğru yoktur yani. Dürüst olmak, çalışkan olmak, insanların hakkını yememek, bir işi severek yapmak, siz bunları binlerce defa arttırabilirsiniz, çoğaltabilirsiniz. Kısacası doğru olan hak olan toplum içinde itibar gören ne varsa hepsini yapmak lazım. Bunun tersini yaptığınız zaman hem sosyal hayatınıza zarar verir, hem ticaret hayatınıza zarar verir. Yani toplumda, bizim kültürümüzde neler arzu edilir? Ahlak kavramları nedir? Bunlara dikkat etmek. Hepsi bu kadar. Toplum içinde ahlak kriterliri bellidir. Onlara uydunuz mu iş bitti demektir.
- Ahlak kriterlerinden kastınız manevi gücü elde etmek olsa gerek. Öyle mi?
Şimdi bizim toplumumuz İslam toplumu. Toplum içindeki manevi değerlerin sağlanması zaten topluma uyumdur. Yani şimdi siz absürt bir tipseniz, absürt tip de toplumda kabul edilmiyorsa zaten dışlanırsınız. Başarılı olman zaten mümkün değil. Niye? İnsanlar seni desteklemez ki. Sizden almaz, sizinle çalışmaz. Sizinle işbirliği yapmaz. Bunun yanında maneviyat, inanç çok önemli şeyler. Bir insan inançlı olsun ben zannetmiyorum absürt şeyler yapıyor olsun. Yani kul hakkı yemez, insanları ezmez, insanların gururları ile oynamaz. Çarpmaz, çırpmaz. Bunları yapabilen insan zaten inançlıdır. Ha fevkalade ameli yoktur. O biraz daha değişik bir konu. Ama gerçek iman sahibi insan bütün bu ahlak kriterlerine uyan insandır. Amel ise insanın daha yüksek seviyelere gelmesine sebebiyet veren bir eylem aslında. Allah ile kul arasında deriz ama birazda tabii insanlara sirayet eder bu. Yani çok fazla Allah ile kul arasında ayrılmış bir şey değil.
- Ne demek istiyorsunuz? Biraz daha açar mısınız?
Mesela herkes oruç tutuyorken sizin orada milletin içinde oruç yemeniz, ‘Allah ile kul arasında sen ne karışıyorsun?’ denmez çünkü bu toplumu ilgilendirir. Saygı duymak lazım. Tutmuyordur, mazereti vardır ama bunu göstermemesi lazım. Yani her şey Allah ile kul arasında değil. Bazı şeyler toplumu da ilgilendirir.
- Son olarak toparlarsak başarının sırrı, maneviyattan geçer diyebilir miyiz?
Elbette ki diyebiliriz. Maneviyatı güçlü olan insan her daim başarılıdır. İmanı da güçlüdür. Başarının sırrı da mânâda gizlidir. Biz buna ne deriz? Amenna ve saddakna.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.