Hayatı fotoğraflayan adam
FOTOĞRAFA ADANAN BİR ÖMÜR
**Öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
-1968 yılında Konya’da doğmuşum. Aslen Karatay’a bağlı Akören kışla köyündeniz ama hayatımın neredeyse tamamına yakını Konya’da geçti. İlkokul, ortaokul ve liseyi Konya’da okuduktan sonra 1990 yılında Anadolu Üniversitesi Kütahya İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünden mezun oldum. Üniversiteden mezun olduktan sonra dayım Feyzi Şimşek’le birlikte fotoğraf sektöründe faaliyet gösteren bir dükkân açtık. Küçük dükkânımızın alt katında vesikalık fotoğraf çekimi de yapıyorduk. Fotoğrafçılığı bir meslek olarak icra ederken aynı zamanda fotoğraf sanatına da ilgi duymaya başladım. Elde ettiğim yayınlarla bu alanda kendimi geliştirdim ve sanat fotoğrafları da çekmeye başladım. Konya’da esnaflığa devam ederken bir yandan da hem kitap okuyor hem de ufak tefek yazılar kaleme alıyordum. Yazdığım Konya kültürüyle ilgili yazıları ilk olarak Konya’da çıkan Yeni Gazete’de yayınlamaya başladım. Gazetede köşe yazılarım çıktıkça hem bu işten keyif alıyor hem de yeni konular bulabilmek için gazete, dergi, kitap ne bulursam okuyordum. Bir yandan da Konya’nın sokaklarını dolaşıp yaşadığım şehri fotoğraflamaya devam ediyordum.
1995 yılında Konyalı bir ailenin kızı olan Hümeyra Betül Hanımla evlendim. Evliliğimizden üç kızımız oldu. Bu arada fotoğraf sanatıyla olan ilgim de artarak devam ediyordu. Fotoğrafı o kadar çok sevmiştim ki fotoğraf adeta bende bir hobiden de öte beni hayata bağlayan, hayata tutunmamı sağlayan bir tutku oldu. Fotoğrafa olan sevgimizin bir hasadı olarak 2004 yılında İbrahim Dıvarcı ve Feyzi Şimşek’le birlikte hazırladığımız ilk fotoğraf albümümüz olan “Sille Fotoğraf Albümü” yayınlandı. Bu albüm hayat çizgimizde bir kilometre taşıydı. Daha sonra ki yıllarda albümler, kitaplar, sergiler, konferanslar birbirini takip etti.
FOTOĞRAFTA BAŞARININ SIRRI AŞK
-Fotoğrafçılığa nasıl başladınız?
İş yerimiz Alâeddin Caddesi’nde İplikçi Camii’nin yakınında bulunuyordu. Olgun Palas’ın giriş katında yer alan küçük dükkânımız Konya’nın en hareketli semtlerinden birisinde bulunuyordu. Esnaflığa başladığımız dönemde ticari hayat oldukça hareketliydi. Öz sermayemiz sınırlı olmasına rağmen piyasa çok hareketli olduğu için ticarete kolayca uyum sağladık. Bu arada maliyetler de günümüze göre daha düşüktü. Bir gün dükkândan eve giderken Hükümet Konağı’nın çaprazında yer alan Konak Kırtasiye’nin vitrininde REFO fotoğraf dergilerini gördüm. Evimiz Mevlâna Dergâhı’nın arkasında bulunduğu için her gün oradan yaya olarak gidip geliyordum. O dönemde fotoğraf sanatıyla ilgilenmeye başladığım için içeri girip derginin son sayısını inceledim ve dergiden bir tane aldım. Derginin o sayısını heyecanla okudum ve sonraki günlerde orada bulunan eski sayılarını da aldım. Henüz o yıllarda fotoğraf alanında pek fazla Türkçe kitap ve dergi bulmak mümkün değildi. İnternet de yaygın olmadığı için fotoğrafla ilgili kaynaklara ulaşmak kolay değildi. Ama içimizdeki fotoğraf sevgisi sayesinde fotoğrafın ışık, kompozisyon, pozlama, sadelik, denge, leke dağılımı, altın oran gibi temel kurallarını öğrendik ve vakit buldukça çokça fotoğraf çekmeye çalıştık. Hatta o dönemde henüz dijital fotoğraf makinaları çıkmadığı için siyah beyaz film banyosunu ve karanlık odada fotoğraf basmayı bile öğrendik. Her ne kadar kendimizin agrandisörü olmasa da arkadaşlarımızın karanlık odasında siyah beyaz fotoğraf baskısı yaptık. Böylelikle hem bakış açımız gelişti hem de fotoğrafla ilgili incelikleri öğrendik. Fotoğrafta alaylıydık ama bu alanda en az mektepliler kadar sanatımızı ilerlettik. Aslında bizi fotoğraf sanatında başarıya götüren şey bilgiden de öte bu sanat karşı duyduğumuz aşk derecesinde bağlılıktı.
**Fotoğrafçılık mesleğine olan bağlılığınızdan bahsettiniz. Fotoğraf sizin için ne ifade ediyor?
-Fotoğraf benim için öncelikle tarihe kayıt düşme vasıtası olan bir belgedir. Zaten benim için öncelikli olan da belgesel fotoğraftır. Fotoğraf makinesi icat edildiğinden bu yana fotoğraf teknolojisi sürekli değişse de fotoğrafın bir belge olma özelliği hiçbir zaman değişmedi. Yeryüzünde devasa fotoğraf makineleriyle çekilen ilk fotoğraf da gelecek nesillere bir şeyleri anlatan bir belgeydi, günümüzde mobil telefonlarla çekilen fotoğraflar da birer belgedir. Hatta bundan 100-150 yıl önce çekilmiş siyah beyaz fotoğraflara baktığım zaman keşke fotoğraf makinesi çok daha önce icat edilseydi de dünyanın o yıllarda nasıl olduğunu görebilseydik derim. Çünkü onlarca sayfa yazının anlatamayacağı bir görüntüyü bir fotoğraf karesi kolayca anlatabilir.
ONUN DÜNYASI KADRAJI
**Bugüne kadar gezmiş olduğunuz ülkeler arasında sizde en çok iz bırakan hangi ülke oldu?
-Çalıştığımız kültür ve tarih projeleri kapsamında bugüne kadar Suriye, İran, Azerbaycan, Macaristan, ABD, Afganistan, Tayland, Rusya, Mısır, Yemen, Almanya, İngiltere, Bosna Hersek, Kosova, Özbekistan, Türkmenistan, Lübnan gibi dünyanın dört bir tarafından 38 ülkeyi görmek kısmet oldu. Aslında üniversiteye başlayana kadar Konya dışına çıkmamıştım. Kütahya’daki üniversite yılları şehrimden, evimden ayrı kaldığım ilk seyahatimdi. Dört yılım orada geçti ve bu dört yıllık gurbet çok farklı insanları tanımama ve çok farklı dünyalara yelken açmama vesile oldu. Fakültenin karşı sokağındaki bir fotoğrafçıdan kiraladığım kompakt Kodak fotoğraf makinesi ile ilk fotoğraflarımı da orada çektim. Kütahya’nın tarihî sokakları, camileri, evleri, tabiat güzellikleri ve güler yüzlü insanları bana ilham kaynağı oldu. Kütahya’da başlayan fotoğraf sevdası her geçen gün büyüyerek adeta taşkın bir nehre dönüştü. Fotoğrafla ilgili çalışmalarımız arttıkça yeni yeni şehirler, yeni yeni ülkelere yelken açmaya başladık. Bu ülkeler içerisinde çoğunu beğensem de gönlüm hep Müslüman coğrafyalardan yana oldu. Özellikle mimari anlamda Mısır ve Özbekistan’daki yapılara hayran kaldım. Diğer taraftan Afganistan’daki sefalet, çaresizlik ve fakirlik karşısında da hüzünlendim.
**Selçuklu başkenti Konya’da yaşıyoruz, sizde fotoğraflarla tarihe bir nevi ışık tutuyorsunuz? Bu konu hakkında neler söylersiniz?
-Konya her ne kadar daha önceki dönemlerdeki ihtişamını nispeten kaybetse de hâlâ o başkent olmanın kendisine yüklediği misyonun farkında olan ve bu tarihî misyona yakışır bir vakurla yaşayan bir şehirdir. Aradan geçen zaman içerisinde şehirler fiziki olarak değişse de ruh olarak asla değişmez. Ait olduğu medeniyete ait kodları hiçbir zaman yitirmez. Devletlerin tarihinde devamlılık olduğu gibi şehirlerin tarihinde de devamlılık vardır. Bazı olağanüstü dönemlerde devamlılık kesintiye uğramış gibi görünse de geri planda o gelenekle olan gizli bağ devam eder. İşte yerli ve millî damarlardan beslenen bizim gibi fotoğrafçıların vazifesi de ait olduğumuz şehirlerin tarihten gelen bu misyonunu belgeleyerek gelecek nesillere aktarmaktır.
**Geçmiş ramazan aylarında da fotoğraflar çektiniz, eski ile bugünü kıyaslayacak olursak eski ramazanlar nasıldı?
Aslında ramazanlar açısından pek de değişen bir şey yok... Belki eski dönemlere göre günümüzde refah düzeyi biraz daha yükseldi. Artık ücra köylerde bile her türlü nimete ulaşmak mümkün. Yeryüzündeki her şey değişse bile oruçlu bir müminin yüzündeki masumiyet asla değişmez. Ramazanda diğer günlere göre çarşı pazar biraz daha hareketlidir. Özellikle iftar saatine doğru çarşılardaki koşturmaca daha da artar. İnsanların yüzündeki aydınlık daha da belirginleşir. Adeta orucun bereketi yansır yüzlerine... Şehir bize daha farklı bir manzara, daha farklı suretler sunar. Sanki insan yüzleri gibi şehir de daha bir aydınlıktır. İnsan bu aydınlık semtleri, bu aydınlık simaları görünce farklı âlemlere yol alır.
FOTOĞRAF UZUN SOLUKLU BİR KOŞUDUR
**Son olarak genç fotoğrafçılara ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
-Fotoğraf da hayattaki pek çok şey gibi uzun soluklu bir koşudur. Bu işte öğrenmenin sonu yoktur. Aslında gençler önceki dönemlere göre çok şanslılar çünkü hepsi de ceplerinde iyi kötü bir fotoğraf makinesi taşıyor. Eskiden bırakın herkesin bir fotoğraf makinesine sahip olmasını çoğu zaman fotoğraf çektirme imkânı bile bulunamıyordu. Oysa bugün hepimizin cebine giren mobil telefonların fotoğraf hatta video çekme özelliği bile bulunuyor. Üstelik bu telefonların iyi bir fotoğraf makinesinin çekebileceği kalitede olanları bile var. Bir ağabey olarak genç kardeşlerimize naçizane tavsiyem meslek olarak ne iş yaparlarsa yapsınlar bunun yanında fotoğraf, resim, musiki, hüsn-i hat, ebru, minyatür, tezhip gibi bir hobi edinmeleridir. Bu sanatlardan hangisini seçerlerse seçsinler başarılı olabilmeleri için bu sanata karşı sevgi duymaları gerekir. İstikrar ve sabırla bu hobiyi devam ettirmeleri onları başarıya götürecektir. Son olarak tüm genç kardeşlerimize ve Merhaba gazetesinin kıymetli okuyucularına gönül dolusu saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Mübarek ramazan ayı tüm İslam âlemine ve ülkemize rahmet, bereket ve esenlikler getirsin.
RÖPORTAJ: SAİT ÇELİK
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.