Gazze direnişle İslam ümmetine şeref verdi

Gazze direnişle İslam ümmetine şeref verdi

Araştırmacı Yazar Nurettin Şirin, gazetemize özel değerlendirmeler de yaptı. Şirin, Kudüse yapılan yardımların boyutundan, Mısır yönetiminin tutumuna, Kudüsün geleceğinden bölge halkının beklentilerine kadar sorduğumuz sorularda içtenlikle cevap verdi.

*Filistin bağlamında son gelişmelere bakarak Türkiye – İsrail ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

- 1948 yılında İsrail adı altında Siyonist rejim kurulduğunda bu ülkeyi kabul eden ilk ülkelerden biri Türkiye’ydi. Çünkü Türkiye NATO adı altında Amerikan politikalarına alet edilmişti. Siyonizm Türkiye’de güçlü lobilerinin olduğu, Türkiye’nin yönetimine, sosyal ve iktisadi hayatına yön veren bir çok kişi, kurum ve baskı gurubu vardı. Bunlar, bir nevi Türkiye’yi esir almıştı. Yani batılılaşma gibi bir yörüngeye oturtulan, NATO’nun uydusu haline getirilen, Amerikan vesayeti altına gire bir ülkede elbette ki İsrail’i tanımak doğal ve zorunlu idi. Öyle bir ortamda, öyle bir siyasal ortamda bundan başka bir şey beklenmezdi. Bu durum 1969’larda milli görüş hareketinin hareketlenmeye başlamasından sonra Siyonizm’e karşı bir bilinç dalgası Anadolu’da yayılmaya başladı. Kuran’la, Resulullah’la bağı olan, Osmanlı ile Sultan Abdülhamid ile bağı olan bir dalgaydı. Bu dalga doğal olarak Anadolu insanını Siyonizm’e karşı mücadele sorumluluğuyla yüzleştirdi. İnsanımız da bunu benimsedi. İsrail varlığına, saldırganlığına ve işgaline karşı bir tavır oluşturuldu. 1980’li yıllarda Konya’da tarihin en büyük Filistin mitingi yapıldı. Bu halktaki mücadele ruhu Türkiye-İsrail ilişkilerini bahar havasından çıkarıp sıkıntılı bir sürece soktu. Öyle oldu ki 28 Şubat hükümeti döneminde hükümetler by pass edildi. Genel Kurmay Başkanı Çevikbir’in girişimleri ile Türk – İsrail askeri iş birliği yapıldı. Erbakan Hoca’nın o dönemde seçim çalışmalarında yaptığı konuşmalarda üzerine basa basa söylediği konu Türkiye – İsrail ilişkilerinin bu şekilde sürdürülmemesiydi. Daha sonra Refah-Yol hükümeti başa geçince Tel Aviv’in verdiği emirle Refah-Yol hükümeti yıkıldı. 1996 yılına kadarki bu süreç Siyonizm’le mücadelede önemli bir merhaleydi.
Ardından kısa bir süre önce Saadet Partisi’nin Çağlayan Meydanı’nda yaptığı büyük miting dünya kamuoyunda önemli bir yer edindi. Büyük yankı meydana getirdi. İşte bu süreçte hükümette hem kendisine yeni bir konjonktür alanı açmak, Ortadoğu’da ağabey olduğunu kanıtlamak için Filistin, Gazze meselesi üzerinden müspet denilecebilecek tavırlar üretmeye başladı. Bu bir mesajdır, sinyaldir. Hükümet bunun etkisinde kalarak ‘one minute’ çıkışını yaptı. Sağolsun o dönemde one minutenin bir anlamı vardı. Ama 22 gün süren bir saldırı vardı. Bu dönemde hükümet elçisini çekmeyi hiç düşünmedi. Gelelim, İsrail Dışişleri ile yapılan görüşmede ‘alçak koltuk’ davasına. Bu sefer özür dilemezseniz elçimizi çekeriz denildi. Bize bir bardak gösterildi, bardağın yarısı dolu. İsrail’in azarlanmış olması takdirle karşılanır. Ama boş tarafı da var. 24 saat içerisinde özür dilemezse büyükelçimi geri çekeceğim diyen Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Gazze zulüm altındayken Cumhurbaşkanı değil miydi? Davos’ta milyonların önünde Şimon Peres’e ‘siz katilsiniz’ diyebilen Başbakan Tayip Erdoğan değil miydi ki, daha sonra mecliste Şimon Peres’i ayakta alkışladı. Türkiye’de aktif, dinamik, Siyonizm’in dengesini bozabilecek bir yapı oluşturulmalı. Yani atılan adım Siyonistlerin manevra alanını kısıtlamalı.

*Halk bazında gösterilen tepki sizce yeterli mi?
 
- Türkiye’de halkın gösterdiği tepki yeterli olacak ama biraz daha çalışmak gerekiyor. Toplumun kanaat önderlerine burada çok büyük görevler düşüyor. Halk altyapısı sağlam ama onlara öncülük edecek kimse yok. Öncülük edecek insanların sayısının artması gerekiyor.
*Yapılan son saldırının ardından uluslararası düzeyde yardım kampanyası başlatıldı. Ancak Müslüman bir ülke olan Mısır, yardımların Filistin’e ulaşmasında engel teşkil etti. Mısır’ın bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Mısır rejimi Gazze’ye 3 yılı aşkın zamandan beri uygulanan ambargonun birinci sorumlusu İsrail, ikinci sorumlusu Mısır’dır. Türkiye’den gidenlerin ağırlıklı olduğu yardım konvoyuna çıkarttığı zorluk ve uyguladığı barbarlık ilk değil. Mısır bunu defalarca yaptı. İsrail’in yaptığı zalimlikleri Mısır’da aynen yapıyor.

*Mısır bunu neden yapıyor?
 
-Hamas’ın yaptığı hareket sadece Filistin’e özel bir haber değil. Hamas’ın birinci dereceden hareket amacı Filistin topraklarının özgürleştirilmesidir. Ama buradaki direniş bölge halkına bağımsızlık ve özgürlük kavgası aşılıyor. Bu da Mısır halkını, Mısır Müslümanlarını da etkiliyor. Dolayısı ile bölgedeki halklar bazında Siyonizm’e karşı sesin daha güçlü çıkmasını sağlıyor. Mısır rejimi de halkın sesinin yükselmesini engellemek, oturdukları koltuğu sağlam tutmak için bu sesin yükselmesine engel olmaya çalışıyor. Bu yüzden sürekli baskı yapılıyor. Ama bu suyun kaynamasına benzer. Belli bir noktadan sonra halk patlama yapacaktır.
 
*Filistin, kendisine yapılan yardımlara muhtaç durumda mı? Yapılan bu yardımlar ne kadar etkili oluyor?

- Filistin halkı aslında garip, mağdur durumda değil. Gazze 22 gün direnişle İslam ümmetine izzet, onur, şeref verdi. İzzetin, onurun ve şerefin ekildiği topraklar oldu Gazze. Dolayısı ile ambargonun kırılması Gazze için hayati bir önem taşıyor. Ama bu demek değildir ki muhtaç durumlar. Gazze ümmet adına ön cephede çalışıyor. Ümmeti için canını, kanını feda ediyor. Yapılan yardımlar çok küçük bir parçacıktır. Onlar bize muhtaç değil ama bir yerde biz onlara muhtacız. Çünkü cephe orası, direniş orada, dik duruş orada. Verdiklerimizi karşılaştıracak olursak, ne kadar büyük bir borç ve yükümlülük altında olduğumuzu görürürüz…

RASİM ATALAY

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.