Ey şehir, kendini koru!
Röportaj: AYŞE BÜŞRA ERKEÇ / ZEYNEP ÖZKAN
- Sayın Köseoğlu kitabın ortaya çıkış hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
- 10-12 yıllık gezi-inceleme, seyrüseferlerin tebdili mekanda ferahlık vardır ilkesinden hareketle gitmiş olduğumuz şehir ve kentlerin gözlemlenmesi ile ilgili bir çalışma. Bir tür şehirlerin ruhuna dokunuş ya da kentlerin ruhsuzluğunu ortaya çıkarış yolculuğu olarak da adlandırabilirim. Bu gözlemlerimde Ahmet Hamdi’nin Beş Şehir ya da Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinden esinlenme var. Hatta bizlere dünden haber veren Seyahatname ile daha yakın geçmişi anlatan Beş Şehir arasında yer alan bir yapıt diyebilirim.
- “Şehirlerin ruhuna dokunuş” derken kast etmek istediğimiz aslında nedir?
- Orada gezerken aradığım ruh; şehrin sokakları, camileri, hanları, hamamları, medreseleri, kiliseleri dünden bugüne bir şeyler fısıldıyor mu, bize insani, ruhani anlamda bir tat, doyum veriyor mu? Daha sentetik, yaşı genç, kurgulanmış, evleri köşeli, sokakları cetvelle çizilmiş yerlerde ruh yok gibi, buralarda ruhlar başka yöne kaymış.
Konya, Şam, Kahire, Mekke, Medine gibi ruhunu hissettiğim kandil şehirler bana dünden, ötelerden bir şeyler fısıldadı. Şehrin ruhuna dokunmak günlük, gündelik formlardan bahsetmek değil; zira ruhsuz topluluktan ruhlu şehir doğmasını beklemek boşadır. “Nice revnaklı şehirler görülür dünyada lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan” diyen Yahya Kemal’in neyi kastettiği ortada.
- Ruhunu arama yolculuğuna çıktığınız şehirlerin geleneksel mi yoksa tarihi mi olduklarını söyleyebiliriz. O şehirler geçmişin gölgesinde mi kalmış yoksa hâlâ geçmişiyle iç içe bir yaşam sürdürüyor mu?
- Ben şehirleri üçlü ayrıma tabi tutmaktayım. Bir şehir vardır ki dünü ve bugünü vardır. Tıpkı Kahire, Konya, Mekke, Medine gibi. Bir şehir de vardır ki dünü olup bugünü olmayan. Bunu düşününce hemen aklıma Şam’ın Malula adlı köyü gelir. Peygamber Efendimizin amcası Ebû Talip ile gittiği ve Rahip Bahira’nın “gitme orada sıkıntı olacak” dediği o şehir. Bugün harabe olan bu şehir bana ancak hüzün veriyor. Bunun dışında bir de dünü olmayıp da bugünü olan şehirler vardır -ki ben böyle yerlere kent diyorum- tıpkı Los Angeles, Zürich, Lozan gibi. Bu kentler sentetik, kurgulanmış, dünden bize hiçbir iz sunmayan ancak sadece yaşadığınız anı hissettiğiniz yerler. Dünü olmadığı halde bugünü hissedilir derecede propaganda ile reklam edilmiştir bu yerlerin.
- Kitabınızdan ne anlamalıyız. Şehirlerden kendini koruyan var mı? Şehirler kendini nasıl korur?
- “Kendini Koruyan Şehir” dedim, aslında kendini korumayan, koruması gereken fakat kendini koruyamayacağını tahmin ettiğim şehirlerdi bunlar. Düşmanını tanı, seni koruyacağım diye yıkanı tanı demek istedim. İnsanız, duygularımızla yaşıyoruz. Kendi ellerimizle birbirimizin ruhunu ve yaşamını katlediyoruz. Şehir yavaş yavaş birbirine eklenerek kenetlenir. Kentler ise elde cetvel kalem ile planlanarak, kurgulanarak tasarlama ile ortaya çıkarılır. İsimden şu da çıkarılmalı, ey şehir kendini koru! Şehir kendini korumalısın, kendini koruma reflekslerini geliştir.
- Sayın Köseoğlu, kitabın sayfaları arasında gezinirken bir Safranbolu, Amasra ya da Beypazarı’nı aradım. Ancak Akşehir’i anlattığınız sayfalarda birer cümle ile temas ettiğinizi gördüm. Buralarda bir serzeniş bir çağrı mı?
- Gerek Safranbolu, Beypazarı, Amasra gerekse Ege’ de Muğla, Bodrum olsun buraların bir şekilde bugünkü durumunu yazan, gezen ve tanıtan yazarları var. Bu yerlerin tanıtımını zaten yapıyorlar. Ancak Akşehir, Ereğli, Bolvadin en az onlar kadar köklü geçmişi, tarihi kucağında barındırıyor. Ve onlar kadar ilgi görürse en az onlar kadar kendini ifade etme şansı bulur. Belki de herkesin görmediği ya da görüp de yazmadığı yerleri yazmanın bir hakkın teslimi olabileceğini ifade etmek istedim. Karapınar’ın neden kumu pınar olmuş, şehre farklı bir bakışla neden binaların ve insanların gözlerinin kısık olduğunu fark ettim.
- Akşehir ile Los Angeles’ı anlatırken yazarken ruhunuzda, kaleminizde bir fark hissetmişsinizdir diyerek araya girsem ne dersiniz efendim.
- İkisi arasında elbette fark var. Ve bu farkı fark ettirmek sadece bugünü olan kentlere haksızlık değil. Bugününü yaşayan kentler zaten reklamlarını yapıyorlar. Dünü ve bugünüyle var olmayı başaran şehirlerin üzerine çöken tozları alalım. Bugünün kentlerinin dünün şehirlerinden öğreneceği çok tecrübe var. Medeniyet varsa şehirdir, zamana şahit olamayan yerler kent olmaktan öteye gitmemiştir.
- Şehirlerde kentsel dönüşüme ne diyorsunuz?
- “Şehirlerin kentsel dönüşüm adı altında sözüm ona kentleştirilmesi aslında katledilmesi, şehirsel yıkıma uğratılması demek” diyor ve ekliyor: “Yaşayanlar şehirde ruh arar, yaşarken dününü de arar. Modernite denilen yapaycılık ise geçmişini silerek insanı esir almıştır. Hasılı kentsel dönüşüm, rantsal bölüşüme hizmet etmemeli. Kentsel dönüşüm, kentsel yok ediş olup, sıfırlama ile yeniden yüksek katlı binalar dikmek olmamalı”
Biz de Sayın Köseoğlu’na teşekkürlerimizi sunarak akıcı, lirik ve tarihsel sıkıcılıktan arınmış güçlü kaleminin eseri kitabının oluşumunda duyduğu “ Konya sokaklarında Kılıçarslan’ın Keykubat’ın atının toynağının sesini hissetmek, atının üzengisini çekip Mevlana’nın eteğini tutup hürmet gösterisini tekrar tekrar yaşayabilmek” ülküsüne ortak hissiyatımızı dile getirmek isteriz. Unutulmaması gereken şudur ki; bir ruh ve beden ikilisinden müsemma insan için yerleri ıslah etmek mümkün ise de anıları ıslah etmek mümkün olmayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.