ESKİDEN NEREDE NE VARDI? -42-
Nail BÜLBÜL
Toprakları alüvyonla kaplı; tarıma son derece elverişli olan Konya, genel olarak düz ve az engebeli arazi yapısına sahiptir. Çocukluğumuzda yaşlı kimseler “Konya ovası eskiden denizle kaplı imiş, gemiler yüzermiş. Hatta, Takkeli dağda gemileri bağlamak için demir halkalar varmış” derlerdi. Bazı kumsal yerlerde deniz kabuklarına rastlanmasından olacak; bazı kaynaklarda ovanın orta bölümünde bir iç denizin oluştuğu, çekilen suların bıraktığı tortular ve akarsuların getirdiği alüvyonların tarıma elverişli arazi kazandırdığını, iç denizin çekilmesine rağmen Ilgın Çavuşçu, Akşehir, Beyşehir, Suğla, Hotamış, acı, tersakan, Kulu, Çıralı, Obruk, Ak ve Tuz golü gibi çok sayıda büyüklü küçüklü göllerin kaldığı kaydediliyor.
Kâtip Çelebi’nin, miladî 1648’de yazdığı “Cihannüma” adlı eserinde Konya ile ilgili olarak, “Şehrin garp tarafında dağlardan şehre ve Meram’a nehirler akar. Mezraları ve şehir bostanlarını sulayıp, sonra şarkında ova tarafına bu suların ayağı inüp bir göl olur. Konya Buhayresi (gölü) taşıp, İsmil yakınına kadar gelince bütün ovayı su kaplar. Onun için vilayet ahalisi Konya sahrası bir zamanlar deniz imiş. Eflâtun bir tedbir ile mahvetmiştir derler” satırlarına yer verirken, İbrahim Hakkı Konyalı, yazdığı Konya Tarihi’nde “Bu bir göl ve hatta gölcük değil, Aslım tarafına toplanan büyükce bir su birikintisi ve sazlıktır” diyor. Konya ovasında yer aldığı ifade edilen su birikintisinin zamanla kuruduğu, yıllardır dilden dile dolaşan “Konya’nın deniz olduğu” söylentisinin bundan ileri geldiği anlaşılıyor.
Gazvin’li Hamdullah Müstevfi’nin; miladî 1329’da Konya surlarını yazarken, “Konya’da buğday, arpa, pamuk ve diğer hububatın iyileri yetişir” dediği gibi, Konya’da yetişen hububat Türkiye’nin ihtiyacının büyük bölümünü karşılıyor. Konya’nın nüfusunun köy ve kasabalarda yaşayan önemli bir kısmı geçimini halkın deyimiyle “rençberlik”, yani toprağa ektiğini hasat ederek temin ediyor. Bu bakımdan Konya’yı temsil eden bir abidenin yapımı uygun görülerek istasyondan şehire gelen yol üzerinde Anber Reis Camii karşısına 1915-1917 arasında mimar Muzaffer Bey’e “Ziraat abidesi” olarak bir kaide yaptırılmış, ancak 1. Dünya Savaşı’ndan sonra bu kaidenin “Atatürk Anıtı” haline getirilmesine karar verilerek üzerine Viyanalı helkeltraş H. Krippel tarafından yapılan Atatürk heykeli konulmuştur. 29 Ekim 1926 tarihinde mülki ve askeri erkanın katıldığı büyük bir törenle açılan anıtta Atatürk’ün sağ elindeki buğday başakları, Konya’nın tahıl ambarı oluşunu; sol elindeki kılıçın ise onun “Paşa” lığını sembolize ediyor.
Anıtın yönü yıllarca çeşitli yorumlara yol açtı. Şöyle ki; Delibaş olayı nedeniyle Atatürk’ün, Konyalılara kızgın olduğu, bu nedenle heykelinin sırtını Konya’ya dönmüş olarak konulmasını istediği söylenip durdu. Aslında, o yıllarda en önemli yolculuk aracının tren olması, Konya’ya tek girişin de “Atlı tramvay” la bu yoldan yapılması sebebiyle Atatürk’ün yüzü istasyona çevrilmiş, böylece şehre gelenlere “Hoş geldiniz” anlamını taşıması amaçlanmış bulunuyor. Öte yandan, çıkarılan bu çirkin söylentinin yanısıra, altında İngilizlerin parmağı olan bu olay yüzünden Konya’ya 40 yıl ceza verildiği, bu yüzden yıllarca taş üzerine taş konulamadığı dedikodusu da yapıldı. Oysa, 1920 yılında meydana gelen Delibaş olayının üzerinden 20 yıl bile geçmeden 1938 yılında Hayat ve 1952’de Zafer’deki Kibrit apartmanları inşa edildi.
1883’de İstanbul’da dünyaya gelen mimar Muzaffer Bey, Hendesehane-i Mülkiye’den mezun olunca bir müddet İstanbul’da çalıştıktan sonra, Vilayet mimarı olarak Konya’ya tayin edilmiştir. Darül Muallimin (şimdi Konya Lisesi) ve Darül Muallimat (Halen Selçuk Üniversitesi rektörlüğü) binalarını da inşa eden Muzaffer Bey, 1920 yılında 37 yaşında vefat ederek, Sadreddin Konevî türbesinin yanında defnedilmiş, ancak daha sonra türbe civarının düzenlenmesi sırasında mezarı buradan kaldırılmış bulunuyor. Muzaffer Bey’in inşa ettiği Konya Lisesi’nin faaliyet gösterdiği binanın da ilginç bir hikâyesi var. Osmanlı Sultanı Mehmet Reşat zamanında Balkan Savaşının saltanat merkezi olan İstanbul’a sirayet edebileceği endişesi ile Konya’ya bir saray yapılarak başkentin buraya nakledilmesine karar verilmiş. 1912 yılı rayicine göre 28 bin altın liraya mal olan bina, tehlikenin ortadan kalkması üzerine sarayın naklinden vazgeçilerek, bina Darül Muallimin’e tahsis edilmiş, fakat daha sonra okul kapatılınca Karma Ortaokul binasındaki Sultani (Lise) 1934’de buraya taşınmıştır.
Anıtın karşısındaki Amber Reis Camii, 1911 yılında Vali Arifi Paşa tarafından Muzaffer Bey tarafından onarıldı. Cami ile Lise arasındaki yol üzerinde bulunan Amber Reis türbesi de 1920 yılında yol açmak için yıkıldı. Devlet Su İşleri 4. Bölge Müdürlüğü’nün yerinde eskiden “Kurtuluş Mektebi”, şimdi Devlet Tiyatrosu’nun olduğu yerde de “Millet Bahçesi” vardı. Yaz aylarında açık olan bahçenin sahnesinde ses sanatçıları konser verirdi. Yerine bina yapılacağında taş kapısı İmam Hatip Okulu’nun girişine taşındı. 1950’li yıllarda buraya mevcut bina yapılarak, giriş kısmı “İl Kitaplığı”, salonu “İpek sineması” olarak kullanıldı. Amber Reis Camii’nin bitişiğinde Avukat Şeref Barkut’un aynı ismi taşıyan 2 apartmanı, yanında da Muhiddin Güzelkılıç’ın ve Altıoklar’ın evleri bulunuyordu. Meram Belediyesi’nin taşındığı, eskiden Toprak Mahsulleri Ofisi’nin olduğu binada ilk Ticaret Lisesi açılmıştı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.