Emanet taşıma sorumluluğu
Ayet ve hadisler ışığında
İnsanın dünya ve ahirette saadete ermesinin tek yolu, onu yaradanın kendisi için koyduğu ölçülere uygun yaşamasıdır. Çünkü bir şeyi yaratan veya yapan, yarattığı şeyin nasıl hareket etmesi gerektiğini, nasıl kullanılması gerektiğini daha iyi bilir ve onun kullanma talimatı olan Kur’an-ı Kerimi de yanında gönderdi.
Yaradan’ın koyduğu ölçülere uygun olmayan ama kendi iradei cüz’iyesi (küçük bir yapma gücü) ile kendi mutluluğum için “ben kendim kural koyacağım” diyen insanoğlu, bunu beceremeyecek ve bozacaktır. Nitekim tarih boyunca insanlığı mutluluğa kavuşturma iddiasıyla ortaya çıkan binlerce “izm” ler, insanlığı yokluğa, kan ve gözyaşına boğmuşlardır.
Ahzap suresi 72. Ayette Cenab-ı Hak, şöyle buyurmakta, Ömer Nasuhi Bilmen Hocamız bu ayetin melinde; “Biz emaneti göklere ve yere ve dağlara teklif ettik, onlar onu yüklenmeden hemen çekindiler ve ondan korkuya düştüler ve onu insan yüklendi. Şüphe yok ki, o, çok zalim, çok bilgisiz oldu” demektedir.
Aynı ayetin tefsirinde; Büyük müfessir Ömer Nesefi, “Biz göklere, yere ve dağlara da emanetler, mükellefiyetler, sorumluluklar verdik. Onlar görevlerine, sorumluluklarına hıyanet ederek asi olmaktan görevlerini aksatmaktan çekindiler. Korkarak görev ve sorumluluklarına itina gösterdiler. İnsansa, emanetlere, hakka-hukuka, şer’î mükellefiyetlere ve sorumluluklarına hıyanete cüret ederek asi oldu. Gerçekten o çok asi, inkârcı, haksız, zalim, bilgiden, muhakemeden uzak, menfaatlerinden habersiz, tutarsız, cahilce davranışlarda bulunmayı alışkanlık haline getiren birisidir” şeklinde açıklama yapmaktadır.
KONUYU BİRAZ AÇALIM
Emanet, birisinin bir başkasına verdiği kıymetli bir maldır, sözdür veya varlıktır. Emaneti alan insan; “Bu emanetin bir sahibi vardır ve bu emanet geçici olarak bana bırakılmıştır. Zamanı gelince, gerçek sahibi bu emaneti benden geri isteyecektir. O halde emaneti aldığım gibi sağlam ve hasarsız olarak gerçek sahibine vermeliyim” kurallarının işlemesi gerektiğini bilmelidir.
Göklerin, yerin ve dağların yüklenemediği emanet, ne kadar ağır bir şeydir ki onlar yapıları gereği bu ağırlığı taşıma liyakatine (özelliğine) sahipken, onu taşırken ona hasar vermekten ve bozmaktan korktukları için bu emaneti taşımaya cesaret edemediler. Ama insan o emaneti “Ben taşıyacağım” kararlılığıyla emaneti yüklendi ve taşımak istedi.
Bu emanet Peygamberimizin, onun ashabının, onlara tabi olanların ve tabi olanlara tabi olanların içinde bulunduğu devirlerde, “Allah’ın bizlere verdiği bu emanet taşıdılar” diyebiliriz. Çünkü bu devir içinde Allah’ın elçisi Hazret-i Peygamber vardır. Onun izini bir milim şaşmadan takip eden ailesi ve arkadaşları vardır. Ve devirler kıyamete kadar bütün insanlığa bu konuda örnek olacaktır.
Bundan sonra gelecek “emaneti taşıma liyakatine” sahip devirler de olmuşsa da bunlarda ufak tefek de olsa bazı sapmalar görülmüştür. İnsanlığın bazı devirleri ise “emanet taşıma şuurundan uzak” nefsine ve şeytana uymuş insanların yaşadıkları devirlerdir ki bu devirler, hem insanlık için felaket olmuş ve hem de Allah’ın emaneti taşıyamadığı için büyük veballer altına girilmiştir. Yapılan en küçük iyilik veya kötülüğün karşılığın verileceği o gün (ahiret günü) bu tip insanlar için bir büyük felaket günü olacaktır. Nebe suresi 40. ayette bildirildiği gibi, “onlar o gün toprak olmayı tercih edeceklerdir” buyrulmaktadır.
EMANET NASIL KORUNUR
Emanetin nasıl korunması gerektiğine geçmeden önce bu emanetin ne olup olmadığına bir bakmamız lazımdır.
Bu emanet hiç şüphesiz Allah’ın insanlar için din olarak seçtiği ve razı olduğu tek din İslam’dır. İslam da her şeyin başı veya her işin temeli imandır. Ancak İslam, sadece ferdin inancından, imanından ibaret olmayıp insanlığın dünya ve ahret mutluluğunu sağlayacak bütün ölçüleri de bünyesinde barındırmaktadır.
İslam’ın muhatap aldığı önce ferttir, insandır. Önce onun inancını ele alır. Sonra da onun İslam’a uygun bir hayat sürmesi için ilim öğrenmesini ve nefsini terbiye etmesini ister.
Sonra da en az iki kişiden oluşan ve sayıları milyarları bulması mümkün olan tolumu hedef alır. Onların bir ve beraber olmasını, “İnsanın hayırlısı, başkalarına faydalı olanıdır” buyurarak, insanların birbirleri ile sıkı bir yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olmasını sağlayacak emir ve yasaklarını sıralar.
İslam buna paralel olarak insanlar arasında adaleti, eşitliği sağlayan nizamı, sistemi, düzeni tanzim eder. Böylece güçlü olanların zayıfları ezmesinin ve sömürmesinin önüne geçer. İslam’ın, her an adaletle hareket edilmeyi, faizi kaldırarak ve vergileri varlıklılar üzerine koyarak sömürünün önüne geçmeyi, ahlaksızlıkları yasaklayarak mal ve ırzları korumayı, başkalarına faydalı olma esasını vaz ederek insanların mutluluğunu sağlamak ister. “İki gün birbirine denk geçen ziyandadır” diyerek fert ve toplumun her sahada daha ileriye gitmesini sağmaya çalışır.
Tam ve kâmil manada İslam, ferdin imanını sağlayan, insanların oluşan toplumu ve insanlar arasında ki hukuki, ekonomik, ahlaki, ilmi, siyasi sistemini tarif eden ve bütün kuralları arasında en güzel bir ahengi (uyumu) sağlayan bir dindir.
Peygamberimizin Mekke ve Medine devirlerini inceleyenler, Mekke ve Medine’de inzal olan ayetlerin farklarını bilenler, 100 bin Sahabeye “Veda hutbesi”ni irat buyuranın bir Peygamber olduğunu kadar onun bir devlet başkanı olduğunu da idrak edenler, emanetin ne olduğunu anlayanlardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.