Destancı'dan al haberi
ARAŞTIRMACI-YAZAR:KASIM KOCABAŞ
Televizyon ve radyonun olmadığı dönemlerde halk arasında büyük ilgi gören destancılık zamanla İstanbul'dan Anadolu'nun tüm şehirlerine yayıldı. Sokak habercileri Destancıların hikâyesi Osmanlı’nın son dönemlerine kadar gidiyor. Destancılık bir halk edebiyatının gelişmesine de büyük katkı sağladı
Radyonun ve televizyonun olmadığı dönemlerde köylerde duyurular ve haberler destancılar aracılığıyla duyurulurdu. Sokak habercileri olarak bilinen Destancılar, köylünün gözu kulağıydı. O zamanlar gazete köylere ulaşmazdı. Şimdiki gibi internet zaten yoktu. Köylüler son haberleri ve duyuruları Destancılardan alırdı. Geçmişte Konya’nın bir kazası iken şimdilerde Karaman’ın bir ilçesi olan Kâzımkarabekir’e zaman zaman uğrar, oradaki akraba ve dostlarımla hasbihâl ederdim. Yine böyle bir ziyarette Kasaba’nın geçmişine tanıklık eden akrabalarımdan birisi bana kendi çocukluğundaki ‘Destancılar’dan bahsetti. İlk kez duyduğum bu kelime bana çok dikkat çekici gelmişti. Zira ne de olsa biz televizyon nesliydik.
Merakla sordum ve anlatmaya başladı. Televizyonun olmadığı yıllarda, sokaklarda destan okuyarak satan ve geçimini bu yolla sağlayan insanlar varmış. Mahallenin özellikle kadınları destanları dinler sonra satın alıp yıllarca saklar, bazen de çıkarıp çocuklarına okuturlarmış. Dinlerken hüzünlenir, çoğu zaman da ağlarlarmış. Bunları dinledikten sonra geçmişin bu ilginç sokak tiyatrocularını araştırmaya karar verdim.
Destancıların hikâyesi Osmanlı’nın son dönemlerine kadar gidiyor. Önceleri İstanbul sokaklarında görülen bu sokak habercileri sonraları Anadolu’nun tüm şehirlerine yayılıyor. Televizyon ve radyonun olmadığı dönemlerde halk arasında çok büyük ilgi gören destancılık bir halk edebiyatı tarzında gelişme gösteriyor. Hatta o dönemlerde gazetelerden daha fazla satıldığı bile oluyor. “Urfa’da beş yüz lira için öz ağabeyini öldüren zalim kardeşin destanı”, “Bafra’da anasını keserken taş olan delikanlının destanı”, “ Allı gelinin ve yeni güveyin destanı” gibi konu başlıkları uzayıp gidiyor. Başlıklardan da anlaşıldığı gibi ibret verici olaylar Türk filmi tadında halka sunuluyor. Adeta Yeşilçam’da çekilen filmlerin çok daha önceleri sokaklarda destancılar tarafından sunulduğuna şahit oluyoruz.
Destancılar bazen yaşanmış olayları bazen de hayal ürünü hikâyeleri mavi, sarı, değişik renklerde kâğıtlara bastırır, bunları sokaklarda kendilerine has yorumlarıyla acıklı bir tarzda okur, sonrada 5-10 kuruşa bu kâğıtları satarlarmış. Öylesine içten anlatırlarmış ki, destanları dinleyenler kendilerini hikâyenin içerisinde bulur bazen hüzünlenir bazen de sevinirlermiş. İlerleyen yıllarda teyplerin yaygınlaşmasıyla destancılar artık önceden kayıt yaptıkları hikâyelerini kasetten dinletmeye başlamışlar. Zaten o yıllarda da bu meslek artık eski güzelliğini ve gizemini kaybetmeye başlamış. Çünkü teypten çalınan destanlar o eski tadı vermez olmuşlar. 1960’lardan sonra televizyonun hayatımıza girip yaygınlaşmasıyla bu meslekte artık ortadan kalkmış.
Ben de vakit kaybetmeden hemen sahafları şöyle bir tarayıp o günlere ait birkaç örnek temin ettim. Belki onları o eski tadıyla anlatacak şimdilerde kimseler yok ama en azından o hikâyelerin bir kaçını okuyup paylaşmak istedim:
Pozantı’da Asker Kardeşinin Nişanlısına Göz Koyup Kardeşini Öldüren Zalimin Destanı
Gidiyorum annem doğru yoluma, kardeşim usturayı
Çaldı boynuma, acımadı kıydı tatlı canıma
Böyle zalim kardeşi gören olur mu dostlar?
Nişanlım sılada bekliyor yolumu
Kırdı kanadımı kolumu, kardeşim bana yaptı
Zulmü, asker kardeşine kıyan olur mu dostlar?
Gözü nişanlımda şeytana uymuş, beni öldürmeyi
Aklına koymuş, el kızı yüzünden asker kardeşine
Kıyan kardeş olur mu dostlar?
Bindim trene, indim elimde evrağı
Teğmene verdim, nişanlımı görmek nasip olmadı
Böyle zalim kardeş olur mu dostlar?
Pozantı yolunda bekliyor beni, bana göstermedi
İyi bir günü, sen de görürsün gördüğüm günü, böyle
Zalim kardeş olur mu dostlar?
Yaklaştı köprünün başına, felek zehir kattı
Pişmiş aşıma, daha yeni girdim yirmi yaşıma
Muratsız mezara koymak olur mu annem?
Geçer sırattan” isimli uzunca destan, ahirette sırattan kolay geçmenin yolunu şiirsel bir yöntemle anlatmış. ‘Halit Varol’ isimli bir şahsın 1949’da yazdığı bu destan 10 kuruşa satılıyormuş. Şimdi de bu uzun destandan bazı dörtlüklere göz atalım:
Geçer Sırattan
Cennetten çıkartan Âdem babanı
Sana ne yapmaz işlet kafanı
Ona göre kullan iman sopanı
İmanı olan geçer sırattan
Son nefese kadar sana muzırdır
Bir işi fesat için hazırdır
O hayır işini kökten kazıtır
Hayırla uğraşan geçer sırattan
Dünyada üç işle amel edenler
Sırattan geçmeyip nara düşerler
Cehennem odunu olup pişerler
Cehennemden korkan geçer sırattan
Akıl verdim sana nerde sarf ettin?
Emrimi unutup niçin terk ettin
O güzel bedeni şerre gark ettin
Akıllı kimseler geçer sırattan
İstanbul Kalpakçılarbaşı destanı ise 36 dörtlükten oluşan uzunca bir şiir. Tamamı Osmanlıca olan bu uzun manzumeden bir bölüm:
Vatanımızın Bekçisi Asker Destanı
Pusulam çıktı da şubeye vardım
Peksimet çantamı sırtıma sardım
Anne gözlerini pek yaşlı gördüm
Kıbrıs’a doğru çek kara tren
Evimizin önünden yol gelir geçer
Validem oturmuşta elbise biçer
Bu sayılı günler tez gelir geçer
Gurbete doğru çek kara tren
Vakti gelmeyince de bülbül öter mi?
Bu askerlik acep hemen biter mi?
Yaralı olanın da derdi biter mi?
Kıbrıs’a doğru çek kara tren
Asker olmayan da anne kıymeti bilmez
Beklerim postayı da mektubum gelmez
Gurbette halimi kimseler sormaz
Kıbrıs’a doğru çek kara tren
Trene bindim de gurbeti gezdim
Anne bu destanı yollarda yazdım
Pazar günü mektubu acele yazdım
Kıbrıs’a doğru çek kara tren
Kalktım nöbete gece yarısı
Bize derler düşman çivisi
Konya’yı geçtik bura neresi?
Kıbrıs’a doğru çek kara tren
**
Bizler yine de şanslı sayılırız. Zira o günleri yaşayanlardan bizzat dinleyip öğrenme şansına eriştik. Ama gelecek nesiller için üzülüyorum. Çünkü onlar sadece bu yazılardan okuyacaklar. Tıpkı yeni nesillerin bazı bitki ve hayvan türlerini fotoğraflardan ve televizyondan öğrendikleri gibi…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.