'Dedemi tanımadan yorum yapıyorlar'
Sosyal paylaşım sitelerinde Necip Fazıl imzalı sözler paylaşılmasına Torun Emrah Kısakürek, sert çıktı. “Dedemin imzasıyla bazı sitelerde sözler paylaşılıyor. Bunlar mesnetsiz ifadelerdir” diyen Kısakürek, dedesinin iyi tanınması gerektiğini söyledi.
Cumhurbaşkanlığı tarafından 2013, Necip Fazıl yılı ilan edildi. Bu kapsamda Üstad’ın önemi bir kat daha arttı. Merhaba Gazetesi olarak Necip Fazıl'ı yakından tanımak istedik. İstanbul'da torunu Emrah Kısakürek'i bulduk. Kısakürek ile sohbetimizde bir hayli dertli olduğunu gözlemledik. Zira şu cümleleri dertli olduğunun adeta deliliydi: “Sosyal paylaşım sitelerinde dedeme ait sözler dolaşıyor. Ve bu sözler çok abuk sabuk sözler. Üzülüyoruz. Dedemin iyi tanınmadığını düşünüyorum. Bu sözleri paylaşanlar ilk önce onu tanısın.”
30 yaşına kadar tabir uygun düşerse serkeş bir hayat. Daha sonra 'şeyhim ve pirim' dediği Abdülhakim Arvasi Hazretleri'yle tanışması. Akabinde bambaşka bir Üstad portresi ve şiir gibi eserler kaleme alması. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Üstad zaten bu konuyu ‘O ve Ben’ eserinde etraflıca ve en teferruatlı şekilde açıklamış. Bunun üzerine söz söylemek mümkün olmaz.
Necip Fazıl Kısakürek nasıl bir dedeydi?
Sizin dedeniz size nasıl bir dedeyse bizim için de söz konusu olan o. Bu soruyu biraz magazinsel buluyorum.
Peki o zaman. Onu okutmakta, kalemini ışık tutmakta biraz ilgisiz mi kalıyoruz? Konu hakkında neler yapılmalı? Konferanslar, paneller yeterli mi?
Herkes kendine bir görev yüklerse o zaman bir şeyler yapılabilir. Biz aile olarak Necip Fazıl’ın eserlerinin doğru olarak yayınlanmasını görev edindik. Bunun üzerinde çalışıyoruz. Yeterli gelmeyebilir ancak biz bunu görev edindik ve bunu yapıyoruz. Üstad’ı okuyan ve ondan etkilenenlerin onun kitaplarının okunmasına gayret göstereceğini umuyoruz. Bu gayret biri tarafından, ‘Sen Üstad’ın kitaplarını okudun, başkalarına okut’ gibi ona tebliğ edilmeden, kendisi bir çabaya giriyor ise zaten mesele kalmaz. Ancak ‘biri bana görev versin de okutayım’ diye beklemek hayal olur. Konferans ve paneller eğer Üstad’ın eserlerine ve fikriyatına dair bilgiler içeriyor, üzerinde tartışılabiliyor ise ne güzel. Ancak eğer Üstad üzerine düzenlenen konferanslarda, panellerde konuşmacı oturup Üstad üzerinden kendini anlatıyorsa oraya gelen dinleyicilerin vaktini çalmış olursunuz.
Kültür ve Sosyal Daire Başkanlığı Üstad’ın piyeslerini tiyatroya taşıyor. Sizce ilgi olur mu? Toplum nezdinde Üstad’a merak var mı?
Bu mesele “Sanat sanat için” mi, “Sanat toplum için” mi tartışması gibi bir mesele. Hangi kurum, hangi tiyatro olursa olsun, amaç Üstad’ın eserlerini sergilemek ise, o zaman ‘Üstad’a merak var mı yok mu?’ diye düşünmeden harekete geçmeli.
Sosyal paylaşım sitelerinde Üstad Necip Fazıl imzalı sözler dolaşıyor. Bunlardan biri, "Başörtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev de ya satılıktır ya da kiralık." Üstad’ın sevenleri bu sözü baz alarak olumsuz düşüncelere kapılıyorlar. Sizce böyle bir söz söylemiş midir?
Üstad’ın eserleri bellidir. Eserlerinde olmayan laflara daha itidalli yanaşmak lazım. Ancak sosyal paylaşım sitelerinde sorgulama olmadan geleni paylaşmak adeti bulunduğu için, Üstad’a ait olmayan birçok söz sanki onunmuş gibi dolaşmaktadır. Tamamen mesnet dışıdır. Küfür kendisine yakışanı yapmaktadır. Dedemi iyi tanısınlar ondan sonra konuşsunlar. Üstad hakkındaki görüşlerini kimin paylaştığı belli olmayan kaynaksız laflara bakıp değiştirenler için onlar adına üzülürüz.
Üstadın 1943’den ölümüne kadar, “Anlaşılmadan benimsenmek”le, “tanınmadan dışlanmak” arasına sıkışan bir yalnızlık kesitinde yaşadığı düşünülürse Üstad hakkındaki düşüncelerini daha Üstad’dan bir eser dahi okumadan değiştirmeleri çok da önemli değil.
Üstad tam bir savaşçı. Küfre karşı her yolu denemiş. İslam'ı galebe çalmak için. Çok sivri dilli idi. Bu hali başına her türlü ezayı getirmiş. Hani diyorum, biraz dilini hafif sert olarak kullanamaz mıydı?
18 Aralık 1961'de tahliye edildikten sonra önünde iki yol açıldığını gördü; Ya her şeyden büsbütün el etek çekmek, yahut her şeye topyekün el uzatmak... Tercihi, demir hapishane kapılarından daha önce de salıverildiği günlerden farklı değildi.
"Bir mısraı bir millete şeref vermeye yeter!.. Bu söz benim iman tarafım belli değilken, o hengâmede, bugünkü düşman cephesinin en kodaman kalemlerinden biri tarafından hakkımda kondurulmuş teşhistir. Yarabbi; nezdinde, kendimi, en aşağı müminlik mertebesinin ancak ayak tozlarını silmeye memur bir dereceye bile layık görmeyerek böyle bir iddiadan kemiklerim ürpererek kaydediyorum: Sadece senin dininden, hak olan yolundan, tek olan kapından nefret ettikleri için, nefret edilmek bana ne muazzam payedir! Bu payeyi bana sen, hayatım ve bütün insanların hayatı gibi, meccânen, yoktan, tek liyakat ve istihkâkım olmadan verdin; ve benim ağzımla değil, düşmanlarımın lisaniyle izhar ettin. Artık ben nasıl susabilirim?"
Tarihçi Kadir Mısıroğlu, Üstad’a atfen yazdığı eserinde, onun çok bencil ve havalı olduğunu söylüyor. Üstad’ın öğreticilik yönünün olmadığını belirtiyor. Üstüne üstlük Mısıroğlu, Üstad’a bir dönem talebelik etmiş.
Bence talebe, talep edendir. Talebe, üzerinde çalıştığı konuda bilgiyi talep eder ve bunun için bu bilgiye kimden ve nereden ulaşabilirse oradan almaya çalışır. Bu kaynak ona bu bilgiyi vermek gayreti içinde bulunmayabilir. Üstad’ın kendisini yetiştirdiğini söyleyen hatta çaycılığını yaptığını söyleyen devlet adamları, bakanlar, milletvekilleri ve birçok kıymetli şahsiyet varken Kadir beyin böyle bir laf etmesi, Üstad’ın değil onun bir şey öğrenmeye gayreti içinde olamadığının bir nişanesidir. O zaman Üstad’ın ismini suiistimal etmesin. Ailesinin içine girip sonra arkasından laf söyleyecek kadar hain karakterli bir adamın Üstad’dan bir şey öğrenmiş olduğunu bekleyemeyiz. Zaten Üstad’ın da böyle bir karaktere bir şey öğretme arzusu gayreti olamaz…
Davasında biraz yalnız mı kaldı Üstad? Yani bu kadar güçlü bir edip, Müslümanlara öncülük yapacak yeteneğe sahip bir kişilik ama arkasında pek kimseyi göremiyorsun.
Bu sorunuza cevabı yine dedemin eserinden vermek istiyorum. Sanırım en açıklayıcı cevap bu olacaktır.
"Bir devirdi. O tarihlerde (40'lı yıllar) küfür, bütün müesseseleriyle bir buzdağı gibiydi. Ortalıkta hiçbir hareket mevcut değildi. Müslümanlık zindanı camilerden bir hıçkırık sesi bile gelmiyordu. Bu gafiller, adeta, "camiye girebiliyorum ya, ne devlet!" gibilerinden seviniyorlar ve hadım olmanın oltasında mesut görünüyorlardı. Şimdi şucu bucu geçinen bazı zümrelere adını vermiş isimlerden hiçbirini görmek mümkün değildi. Derken, meydan açılır gibi olduktan sonra ortaya çıktılar ve kendilerine evliyalık süsü vermekten de kaçınmadılar. Biz ise, mahut buzdağını, karda avuçlarımızı hohlarcasına, ciğerlerimizden kopan sıcak nefeslerle eritmeye çalıştık ve galiba bunda müessir olduk.
Fakat bu defa... Bu defa ortalık çamur kesildi ve şu andaki perişan manzara doğdu. Dahası ve en acısı, İslâm dava ve aksiyonunun bunlara izafe edilmesi, bunlarda göründüğü gibi zannedilmesi, İslâm’a aykırı cephenin bütün din hıncının bu beceriksizler üzerinde bir nevi boks talimi yastığına benzer bir avantaj kazanması ve İslâm davasını temsil gibi bir şeref ve ehliyetin, bu ehliyetsiz ellerde bilinmesidir!.. Biz, tam 30 yıl, tırnaklarımıza kan ve ciğerimize kaynar su oturmuş; bu netice için mi çalıştık, çabaladık, didindik, yırtındık, yıprandık, helak olduk?.. (1973)"
Siz, dedenizin son anlarına şahit oldunuz. O son anları anlatır mısınız?
Kalbimin içinde hissettim. Ondan ayrı evde de otursam, evinin hemen yanındaki küçük bir kulübede yaşadım. Öyle anlarına tanık oldum ki… Mesela; bir gün çok hastaydı ama gazeteye yazı yetiştirmesi gerekiyordu. Bana bir kağıt kalem alıp, söylediklerini yazmamı söyledi. Yazı bitikten sonra baktı ve bana; ‘Üslubumu çok iyi kavramışsın aferin’ dedi. O aferin birdenbire son derecede kaliteli ve seviyeli bir noktadan kültür hayatımın başlangıcı oldu. O günden sonra, birçok yazı hatta eser onun beyninden benim kalemime aktı. Bu suretle vücut buldu.
Dedenizden size neler geçti?
Çok şey geçti. Tabii ki hacmim kadar. Dahiler vardır. Bir de onların da üstü. Yani, marazi zeka dediğimiz kendine zarar verecek çaptaki zeka. Bu zeka, dünyada çok az insana nasip olmuştur, bunlardan biri de babamdır. Yani o bir deryaysa, ben ondan bir maşrapa kadar bir şey almışımdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.