Adnan Özkafa

Adnan Özkafa

Yeni Ramazanlar

Yeni Ramazanlar

Ramazan geldi mi “Eski Ramazanlar” Bayram geldi mi “Eski Bayramlar”dan bahsetmek adettir. Genellikle de hep eskinin iyi tarafları anlatılır ve şimdi ne Ramazan’ın, ne Bayram’ın tadı kalmadığından dem vurulur.

Elhak doğrudur, eski tadların, eski güzel adetlerin bazıları şu anda yoktur ve hasretle onları anar ve ararız.

 Ama bir de bu işin tersi var. Yani Yeni Bayramlarda, Yeni Ramazanlarda olup ta eskiden olmayan bazı güzellikler de var. Bayramı bayrama bırakalım da bakın size bazı Yeni Ramazan adetleri:

Eskiden açık havada teravih kılmak diye bir adet yoktu. Sıcakta da, soğukta da camiye girip içeride 33 rekat teravih kılacaktın.

Bu arada pencereyi, klimayı veya eski tabirle pervaneyi açıp açmama tartışması yapılacak, delikanlı bunalıp açınca, hacemmi “sırtıma guluç duruyor, gapadın’ele şunu” diyip mırıldanacaktı.

Geçenlerde Musalla namazgahta teravihi kıldım. Ne sıcak, bunalma derdi var, ne camı, klimayı açma tartışması. Yemyeşil çimler, güller, lahuti ışıklar, gökte yıldızlar, bu arada önünde mezar taşları ve hocanın okuduğu ayetlerde geçen Adn ve Firdevs cennetlerinin güzelliği insanı mest ediyor.

Bu arada pek de hijyenik olmayan bir sebil buzdolabı önünde ipe bağlanmış kirli naylon bardaktan bütün ahalinin su içmesi yerine, -hangi hayır sahipleri getiriyorsa Allah razı olsun- soğuk şişelerde sebil sular dağıtılması de Yeni Ramazanların güzelliklerinden.

İlahiyat bahçesi ve Sultan Selim’de, başka yerlerde de aynı durum var.

İnsan buralarda namaz kıldığı zaman sanki Hac’daki, Umre’deki havayı teneffüs ediyor, pek çok eşini, dostunu görüp cemaatla namaz kılmanın hikmetini, esprisini bizzat yaşıyor ve bir yıl boyunca o havanın hasretini çekiyor.

Ramazan tüm heybeti ve haşmetiyle o mekana damgasını vurup buraların hakimi, sultanı benim diyor adeta.

Yeni Ramazanlarda bir başka göze batan şey: Televizyonların hepsi de birer “cami” oluyor sanki. İftar, sahur, hatim programları, tefsir, hadis, fıkıh sohbetleri, ayetler, hadisler… derken insanın oturduğu yerden, kolayca, alim olmaması işten değil.

Tabii ki hocaların hepsine, her dediğine, televizyonların her anlattığına doğru gözüyle bakmamak lazım ama neticede İslam tarihi boyunca da hep bir takım tartışmalar, ihtilaflar olmuş.

Zaten bizim “zamane hocaları”ndan yeni gibi duyduğumuz şu modern çağdaki tartışma ve ihtilafların yüzde 99’u hep eskiden olanların devamı. Biz yeni duyunca “Bunlar da nereden çıktı, eski köye yeni adet mi geldi?” diye şaşıyoruz. Eski kitapları bir karıştırsanız eski ulemanın da daha enteresan neleri tartıştığını görür, hayret edersiniz.

Yeni Ramazanlarda insanların sahura kalkması için artık davulculuk diye bir meslek de kalmayacak herhalde. Aslında o davulcu garibanlara acımıyor da değilim. Taa gurbet ellerden buralara gelip üç kuruş kazanacağız diye çadırlarda aç, sefil hayat sürüp, gece yarısı tokmak sallıyorlar.

Ama bu teknoloji çağında artık çok ta makbule geçmediklerini anlayıp kendilerine yeni kazanç kapıları bulmaları lazım. Herkes davulcunun sesiyle ya zamanından çok önce, ya da son dakikada kalkmak yerine gece saat kaçta kalkacağına kendi şartlarına göre kendisi karar verip canının istediği saatte kalkmalı.

Kundakta, emzikli çocuk, hasta ya da meşru bir sebepten dolayı oruç tutmayacak insanları davul sesiyle zorla uyandırmanın manası olmasa gerektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Adnan Özkafa Arşivi