Yazarlar Birliği Bursa Gezi Yazıları

Yazarlar Birliği Bursa Gezi Yazıları

Hayat her gün bize değişik mânâlar sunar. Bu mânâ toplamında, okumalar yapılır, beyne kalbe yazılar yazılır, güzergâh belirlenir, bir sezgiyle yollar göz önüne serilir. Çoğu geçip gitse de, değişik tesirler birleşerek, bazen ruhumuzu bazen bedenimizi alt

HÜZEYME YEŞİM KOÇAK
[email protected] 

“Bursa’nın Daveti”

Hayat her gün bize değişik mânâlar sunar. Bu mânâ toplamında, okumalar yapılır, beyne kalbe yazılar yazılır, güzergâh belirlenir, bir sezgiyle yollar göz önüne serilir. Çoğu geçip gitse de, değişik tesirler birleşerek, bazen ruhumuzu bazen bedenimizi alt ederek; düşüncelerimizin pekişmesini, kuvvetini ve eylemlerimizin istikametini sağlar. Esasen “Uludağ”lar zirvelere çağırsa da; hayatı ilmek ilmek dokur, nice görünmez b(ağlar)…
TYB Konya Şubesi’nin Bursa gezisi; Evliya Çelebi’nin “ruhaniyetli bir şehirdir” hükmüne uygun, düşünmeye sevk eden, anlamca yüklü bir gezi oldu.
Program iyi çizilmişti; Osmanlının bağrında geziniyorduk. Modernin, barbar, fotokopi kentlerin baskısı; dayatmacı, zorba anlayışların kıskacı azalmıştı. TYB Bursa Şubesi Başkanı Sayın Mehmet Fatih Birgül’ün, eşi zor bulunur rehberliğinde ve kişiliğinde; şehrin etkisine, çekim gücüne kapıldık, âdeta doyamadık.
Bursa’nın cazibesinin sırrını, geçenlerde yitirdiğimiz bilge mimar Turgut Cansever şöyle anlatıyordu:
“İnsanlara çok sıradan bir şeymiş gibi geliyor ama.. bir Bursa’nın, bir İstanbul’un meydana getirilmesi, o tektonik güzelliklerinden bir şey kaybetmeden bir ‘bütün’ün parçaları gibi nakış nakış işlenmiş olması adeta bir mucizedir.”(Mustafa Armağan, Gelenek Ve Modernlik Arasında, İz Yay. Sh. 95)
Osmanlı başşehrinin sevdalılarından, nadide sanatkârlarımızdandı, Ahmet Hamdi Tanpınar.. Şehrin büyüsüne dair yazılarından birisi olan “Bursa’nın Daveti”nde; “Niçin Bursa’yı bu kadar seviyoruz?” sorusuna cevap aramıştı. Başlıca tespitlerinden bir tanesi de “Biyolojiden cemiyete ve ferde kadar bütün hamleler içerdendir. İç zembereklerle kımıldanarak hayatı kurar ve fethederiz”di.
 “Bursa işte bu hareketin ta kendisi, büyük rüyayı aksettiren çerçevelerden biri”ydi. “Onu ruhunun miracına ermekte olan bir millet, birdenbire kendisinde bulduğu hakikatlerin ifadesi olarak vücuda getirmiş”ti.(..) Kuruluş devrinin bütün şiiri, füsunu Bursa’da” idi.
Yazının devamında “Hüdavendigâr, Yıldırım, Yeşil ve Muradiye, bu düşünce ve vekarlı ışık arasından yapıldıkları günün imanıyla bize göründükleri için hep o büyük çağın dilini konuşurlar.” demekteydi.
“Neyiz? Nereye gidiyoruz? Suallerin cevaplarını”; Tanpınar’a duyuran Bursa, gene onun ifadesiyle “Şimdiye kadar el değmemiş mazi rüyasıyla içimizde konuşan en geniş davetti”. (Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Dergâh Yayınları,  sh. 215-219, İst:2000)
İşte; Ahmet Başkanın Bursa’da “İmanım tazelendi” dediği şey, herhalde günümüzde sesini gittikçe şiddetlendiren bu çığlıktı. Bizi özümüze dönüşe, bir büyüklük fikrine, muhteşem bir geleneğin/geleceğin sadece hayalde tasavvurda kalmasına değil, artık harekete geçilmesine, tatbikatına ihtiyaç duyuran bir ilân ve bir öte çağrısı…
Bursa gezisi bizi; ihlâs, şuur, gelenek, sadakat, şehircilik, fetih gibi kavramlar etrafında dolaştırdı; ecdadın ufkuyla bizimki arasındaki acı uçurumu tekrar görmeye mecbur kıldı.
Kimlik, şahsiyet meselesi; eylemlerimizin mahiyeti/maliyeti; gayeyi bilmek/bulmak; “biz”i inşa eden lisan; bir bütünün parçası olmak; tevhid anlayışıyla “mutluluğun mimarisini*” çizmek; ruhumuzu ve paralelinde dünyamızı güzelleştirmek… Ki neyde “anlam” bulduğumuz önemliydi.
 Osman-Orhan Gazi ziyaretleri; önsözün, isabetli- yüce nazarlarıyla atılan ilk adımların önemini ortaya koydu. Yıldırım Beyazıt, Cem Sultan Türbesi’nde hüzünlendik.  Murat Hüdavendigâr ve 2. Murat; bir ilerleyişin, merhalenin işaret taşlarıydı.
Emir Sultan, Üftade Hazretleri, Yavuz’un nedimi Hasan Can, Fatih’in hocası Molla Hüsrev, Zeyniye tarikatından Abdüllâtif-i Kudsi Efendi gibi büyükler, bir maneviyat ekseninde dirilişin, güzel doğuşların kokusunu getirdi. Somuncu Baba’nın ekmeği daima, hepimizin bölüşeceği,  öpüp başa koyacağımız, içine düşeceğimiz nimetti.
Türk İslâm Eserleri Müzesi’nde; Karagöz-Hacivatı anmak, Türk işleme sanatını görmek, ölçü olarak bilinen en büyük Kur’an-ı Kerim’i izlemek fırsatı bulduk. Beykoz cam işlerinden, Bursa’ya has giyim kuşama kadar, pek çok kültür unsuru zevkle sunulmuştu.
Doğu Çınarı, sadece Osmanlının vücut bulmasını değil; sanki bütün bir Şarkın İslâm Medeniyetinin de yeniden gelişmesini, neşvü nemasını müjdeliyordu.
Konyalı sanatçıların zengin katkısı, gezimizi renklendirecekti.
Ördekli Kültür Merkezi’nde, neyzen ebruzen Sadreddin Özçimi’nin “Geleneksel Türk Ebru Sanatı Sergisi” göz kamaştıracaktı. “Ebru, bir nefis terbiyesidir, modern zamanların sığ mülahazalı, determinist anlayışının aksine belirsizliğe razı olmayı, beklemeyi ve tevekkülü öğretir; gönlü huzur iklimiyle bezer” dediği nefis ebrular ve akkase Levni minyatürleri, bir ihtişamın serisi olarak da zevkimizi kanatlandıracaktı. Sanatçıyı her zaman destekleyen sevgili eşi Biray Özçimi’yi, talebesi Fatma Betül Koyuncu’yu, minyatürlere emeği geçenlerden Muhterem Hasan Çopur’un kızı Güler Yağcı’yı anmadan geçemeyeceğim.
TYB Bursa Şubesi olarak faaliyet gösteren, Seyyid Usul Kültür Merkezi’nde ise; fotoğraf sanatçısı İbrahim Dıvarcı, Ahmet Kuş, Feyzi Şimşek tarafından hazırlanan “Anadolu Selçuklu Eserleri” slâyt gösterisini izledik. Sayın Dıvarcı; manevî ve tarihî bir mirası devralan torunlar olarak “sorumluluğumuza” dikkat çekti. Üçlünün;  Prof. Dr. Haşim Karpuz katkısıyla, Selçuklu Belediyesi Kültür Yayınlarından olan devasa eseri “Anadolu Selçuklu Eserleri Fotoğraf Albümü” ise; bu mesuliyeti müdrik sanatçıların bir göstergesiydi.
Beni derinden etkileyen mekânlardan biriydi Seyyid Usul Kültür Merkezi… Orada, “Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm” isimli kaynak eserin yazarı, değerli ilim adamı Prof. Dr. İsmail Kara’yı aramızda görmek sevindirdi.
Farklı mahallerdeki, Çanakkale ve İstiklâl Harbi anıtları; saltanatlı taçlı başlarla ölümü munisçe kucaklaştıran kabir taşları; toprak altındakileri de, üstündekileri de diri tutan asûde tablolar, inancın alâmetleriydi. Gönle melâl kadar, sürur verdi.
Bursa’yı Bursa yapan ruhun fotoğrafıydı herhalde gördüklerimiz, hissettiklerimiz.

Çocukluğu Bursa’da geçmiş; mimarlığın felsefesini de yapan Turgut Cansever’le, Altınoluk Dergisi’nde, 1994 senesinde bir söyleşi yapılmıştı. Selman Tan ve Refik Tuzcuoğlu’nun “şehirlerimizdeki bozulma süreciyle” ilgili sorusuna; “1943 yılında şehircilik dersine girdikleri meşhur Alman hoca, Prof. Olsner’den bir örnekle karşılık vermişti. “Türkiye’de ne yapmalı?” diye sormuştu Prof. Olsner, öğrencilerine... “Türkiye dua etmeli ama ne için biliyor musunuz? Belediyelerin kasalarında mevcut bulunan imar planlarını uygulayacak yöneticiler çıkmasın diye. Eğer çıkarsa Türkiye birkaç asır belini doğrultamayacaktır.”
 Turgut Cansever takiben: “Eline cetvel alıp Osmanlı’nın insan ölçeğindeki sokaklarını kargacık burgacık diye tarif eden kişiler, onların üzerine çizgi çizip geniş yollar yaparak, üzerinde arabaların hızla gittikleri, altlarında çocukların ezildikleri, insanların egzoz dumanlarından kanser oldukları, annelerin çocuklarını sokağa çıkarmaktan korktukları bugünkü şehirleri imar ettiler.” diyordu. (Turgut Cansever, Kubbeyi Yere Koymamak, Timaş Yayınları, sh. 140)
Osmanlıya vefa göstermeyen, bugünün kıymetlerini de önemsemeyecekti. Yurt dışında ödüller alacaktı ama kendi ülkesinde, yüzüne bakılmayacaktı Cansever’in. Mustafa Armağan’ın bize ilettiğine göre; hazindir, sanatını yetkin örneklerle ortaya koyma fırsatı verilmemişti. Kayseri’de aylar boyu emek vererek, hazırladığı, Selçuklu özeliklerine de yer veren bir alternatif mahalle projesi için, iş uygulamaya gelince ‘Kusura bakmayın, bizim genç mimarlara iş vermemiz gerekiyor’ cevabı münasip görülmüştü. (Türk Edebiyatı Dergisi, özel sayı, Nisan 2009, sh. 24)
Biz Bursa’da, sanıyorum “vefayı” da gördük.
“Ördekli Hamamı’ndan, Gökdere Medresesi’ne, Haraççıoğlu Medresesi’ne kadar nice tarihî eser, kültürümüze Osman Gazi Belediyesi tarafından kazandırılmıştı.”( İlber Ortaylı’nın ‘Bursa’nın Önemi’ isimli yazısından.)
Ünlü tarihçi, “Eminiz ki bu belde Türk hayatındaki Türk tarihindeki büyük rolünü yeniden oynamaya devam edecektir.” diyordu.(Bursa Şehrinin Gelişmesi Ve Kentsel Planlama Kültürü, Haz: Yusuf Oğuzoğlu)
Sadece şehirlerimiz değil, bütün bir millet, bir ümmet; dünya tarihindeki yerini almaya, özne konumuna, heybetli dikilişlere/ dirilişlere hazırlanmalıydı.
 Ziyaretimiz boyunca bir şuurun müşahhas, billboardsız örneklerini görecektik. “Eser” zaten; gösterilen ihtimamla estetiğiyle, kendi kendini işaret ve ifşa ediyordu. Parmakların kuru benlikleri gösterip, göze girmesine gerek yoktu.
Fatih Bey’in köyü Misi’de; haşmetli yüzyılların hatıralarıyla süzülen, mağrur Nilüfer çayı; istikbalinden emin, nazlı, hiç şüphesiz bir o kadar da mesut akıyordu.
Emir Sultan’da neşeli güvercinler serazat geziyordu; Tophane’de ise lâtif bir atmosferde, yarı baygın, eli tespihli muhabbetli kadınlar.. Elbette. Halkına bende, hizmete talip, aklıselime haiz yöneticilere sahip bulunmanın karşılığında, şükretmekten başka elden ne gelirdi ki?
Bursa’da; neden bilmem, geçen sene TYB’yle yaptığımız, Suriye gezisinden bazı anılar canlandı, Osmanlı yadigârında gezindik durdu. Televizyonu açtık, hayrettir Suriye görüntüleri tesadüf etti. Fatma Ünver’le de aynı hassasiyeti paylaştık.
Hoş bir tevafuktu. Konya’ya dönüşte,  Salih Sedat Ersöz Bey’in “Bir Vatan Toprağı Suriye; Gezi Notları” isimli kitabıyla buluşmamız.
Gönülden, mükerreren teşekkür ediyorum…
*Tabir, Alain de Button’un


BEKİR ŞAHİN

Konya’dan Bursa’ya

Bursa’da Zaman
İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayal içinde... Ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevî âhenk.
Bir ilâh uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette,
Belki de rüyâsı bu cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.
Ahmet Hamdi TANPINAR

11 nisan Cuma günü saat 23’te, “Konya’dan Bursa’ya; Selçuklu’dan Osmanlı’ya” isimli program çerçevesinde Bursa’ya gitmek üzere TYB Konya şubesi önünden hareket ettik. Bursa’ya giden Konyalı heyet, ‘Yazılacak Çok Şeyimiz Var’ programı kapsamında da iki gün boyunca Bursa’nın tarihi ve doğal güzelliklerine ziyaretler gerçekleştirdi
    Bursa’ya Konya’dan, Konya’ya Bursa’dan sayısız yolculuklar yapılmıştır. Hatta bu yolculuklardan birisi de Mehmet Ziya tarafından “Bursa’dan Konya’ya Seyahat”  ismiyle kitaplaştırılmıştır. Bu geziden amaç, görmek ve görülenleri kaleme almaktır.
Bursa’nın yerleşimi sanki bir hilâl görünümünde, mahalleler kurulmalarına vesile olan Sultanların adıyla anılıyor. Büyük Velîler de unutulmamış, birçok mahalleye sokağa isim olmuş. Vefa bu olsa gerek…
Bursa tam bir tarih ve su şehri… Su medeniyetinin her türlü örneği burada saklanmış, cennet misali dört ırmağı da bu güzelliğin ayrı bir yönü. Irgandı Çarşılı Köprü hiçbir yerde rastlayamayacağınız bir tarih harikası. Ancak Bursa’ya ayırdığımız iki günlük kısa bir gezide, bu kadar çok tarihi, milli, dini ve kültürel değerimizi görmek ve özümsemek imkân dâhilinde değil. Bursa için en az bir haftalık bir program yapmak lazım ki, gidilmesi, görülmesi arzulanan her yer doyasıya gezilebilsin.
Bursa’nın camileri dillere destan. Camiler ilk dönem Osmanlı Mimarisi’nin nadide örneklerinden, ancak ustalar Selçuklu olunca o dönemin de birçok özelliğini görmek mümkün
Tarihi ahşap evlerle kaplı dar sokaktan aşağıya doğru bakınca Ulu Camii’nin insanı büyüleyen çifte minaresi çarpıyor gözümüze.
Pınarbaşı semti yamaçlarında bulunan Üftâde Camii ayrı bir güzellikte., 1572 tarihinde yapılmış, küçük, mütevazı bir yapıdır. “Üftâde Mehmed Muhiddin Hazretleri, Kanuni Sultan Süleyman devrinde Bursa’da müezzinlik ve imamlık yapmış büyük velîlerdendir. Üstâd’ın türbesi de camiin yanında bulunmaktadır.
Bursa’nın birçok yerinden baktığımızda adeta ‘gel bana’ diyen Emir Sultan Hazretleri’ne doğru ilerliyoruz. Konya’da Hz. Mevlâna ne ise Bursa’da Emir Sultan Hazretleri (1368 – 1430) odur. Osmanlının kuruluş döneminde Bursa'da yaşamış olan büyük âlimin sayısız ziyaretçisi ve seveni vardır. “1368 yılında Buhâra'da doğmuştur. İsmi, Muhammed bin Ali, lakabı Şemsüddîn'dir. Ona, Buhâra'da doğduğu için "Muhammed Buhârî", Seyyid olduğu için "Emîr Buhârî", Yıldırım Bayezid Han’ın damadı olduktan sonra da "Emîr Sultan" denilmiştir. Bursa'ya 1391'de göç etmiş ve Yıldırım Bayezid'in kızı Hundi Hatun'la evlenmiştir. 1430'da Bursa'da vebadan vefat etmiştir. Türbesi Emir Sultan Camii yanındadır.” Türbe ziyareti manevi bir atmosfer içine çekiyor bizi, adeta büyüleniyoruz.
Bir kentin tarihi dokusunun böyle özenle korunması ve manevi şahsiyetlerine de sahip çıkılması takdire şayan doğrusu. Şehrin tarihle ve doğayla bütünleşmesi burada yaşayanların ve burayı idare edenlerin sorumluluklarını yerine getirdiklerinin göstergesidir.
Herkesin bilmediğini düşündüğümüz Zeyniler Camii, Sühreverdi Tarikatı’nın Zeyniyye kolunu bize hatırlatıyor. Camiin haziresinde hep ilmiye sınıfından insanlar metfun. Bu tarikatın bağlılarının ilmiye sınıfından insanlar olduğunu öğreniyoruz. Mezar taşları alışılmışın dışında baklava dilimi formunda yapılmış. Bu da Bursa da yeni öğrendiğimiz bir bilgi olarak kayıtlarımıza geçiyor.
Tarihi yapıların hepsinin tanıtım levhaları var. Hem özlü hem de arı-duru Türkçe. Yön levhaları ve tarihe yolculuk yaptıran iki renk yol çizgileri özenle yapılmış.  İstediğiniz mekâna kolaylıkla ulaşabilme imkânına sahipsiniz.  Darısı diğer şehirlerimizin başına…  
Kısa sürede bütün tarihi mekânlar gezildi Sayın Ahamet Köseoğlu beyin deyimiyle “ tarihe imanımız tazelendi.”
Bursa’ya veda etmeden önce ki duraklarımızdan birisi tarihi İnkaya Çınarı. Etrafı minik çocuklarla dolu. Çekim yapılıyor. Yanına yaklaşmak bile zor. Dalları yinede bizi kucakladı. Yaprakları olmasa da tarihi şemsiyesi altında çayımızı yudumladık. Bu arada; biri Konya Güneysınır Alanözü’nde, diğeri Taşkent Balcılar Kasabası’nda 1000 yaşın üzerinde iki adet yağ ardıç ağacı (Juniperus foetidissima) anıt ağaç olarak tescil edilmiş; bunlardan özellikle Balcılar Kasabası’ndaki AĞIL ARDIÇ ülkemizin en yaşlı ağacı olması bakımından ayrı bir öneme sahiptir. Ne yazık ki bu ağaçlarımızı ne tanıyan ne de bilen vardır. Prof. Dr. Mustafa Büyüködük hocamızın Konya’daki anıt ağaçların tespiti ve korunması ile ilgili gayretleri inşallah boşa gitmez. İnkaya çınarı bize bunları hatırlattı.
Bu yaşlı ağaca veda edip, Fatih Bey’in köyüne doğru yola çıktık. Tarihi köprü kenarında su şırıltıları eşliğinde doyumsuz bir sohbet ve nihayet Bursa’ya veda etme vakti geldi.
Yeşil Bursa’dan Yeşil Kubbe’ye, Emir Sultan’dan Hz Mevlana’ya, Osmanlı Başkenti’nden Selçuklu Başkenti’ne kucak dolu selamlar getirdik.
Tarihin kutlu şehri, Konya’nın ikiz kardeşi sevgili Bursa hoşça kal…
Elveda Devlet-i Âliye’yi Osmaniye’nin;
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın oğul” diyen ruhu
Elveda… 




MUSTAFA ARSLAN
[email protected]

Bir güzel kucaklaşma

Yazarlar Birliği’nin değerli mensupları ile geçtiğimiz hafta sonu çıktığımız Bursa seyahati, Osmangazi’yi Anma ve Bursa’nın Fethi Şenlikleri’ne denk düştü.
İyi ki de öyle olmuş.
Bursa’nın yönetim kademesi, arkalarında atlılardan, Mevleviler’den, Kafkas Oyunları Ekipleri’nden, Balkan Havası estiren yiğitlerden oluşan kortejle Ulu Cami önünü de içine alan bir güzergahta yürüdü. Ama ne yürüyüş! Balkonlardan çiçek atanlar, yolun iki tarafını dolduran her renk ve yaştan insanın coşkusu…
Görülmeye değerdi ve darısı Konya’nın Fetih Yıldönümü etkinliklerine.
Konya ve Bursa tarihten bu yana hem rekabet hem de benzerlikleri bünyesinde barındıran şehirler. Konya, Selçuklu’nun Başşehri. İlim, kültür ve üretim merkezi. Model üretme becerisine sahip medeniyet merkezi.
Bursa, Osmanlı’nın Başşehri.  Tarih ve tabiat güzellikleri şehri. Otomotiv merkezi.
Bu iki şehirle birlikte, İstanbul, Bosna, Şam coğrafyamızı her zaman etkisi altında bulundurabilecek ve değiştirebilecek güçteki şehirler olarak çıkıyor karşımıza.
Konya ile Bursa rekabetini sevgili İbrahim Dıvarcı’nın sunumunda bir dışavurum olarak görüveriyoruz. Yazarlar birliği Bursa Şubesi’nin faaliyet gösterdiği Seyyit Usül Tekkesi’nde Selçuklu’ya dair yapılan sunumda, gölge oyunları ile Kur’an okuyan insan, rükudaki insan figürlerinin taç kapılara yerleştirilmesindeki zirve mimari Bursalı gönül dostlarını coşturuveriyor. Karamanoğlu’dan  kaynaklanmış olmalı, kontrollü duruş çözülüveriyor o an!
Bursa bir defa daha bağlıyor bizi kendine…
Osmanlı yaşındaki çınarlar. Şehzade türbelerinin bahçesinde, yüzyılların yüküne dayanamayarak çöken çınarın köklerinden filizlenen sürgün… Osmanlı ve Türkiye sanki.
Osmangazi Belediye Başkanlığı’ndan Büyükşehir Başkanlığı’na geçen Recep Altepe geçtiğimiz 5 yılda, bir kütüphane dolusu kültür yayını ile kalmamış, şehrin tarihi merkezini pırlanta gibi öne çıkarmış. Allah dostlarına hizmet etmiş, yücelmiş. Bir hamamdan dönüşen Ördekli Sanat Merkezi, Yazarlar Birliği Binası, Birlik Vakfı Merkezi bizi kıskandırmadı desek yanlış olur.
Beklenen odur ki; Konya da tarihi merkezi bütünsel bir yaklaşımla ele alsın. Tarihi, kültürü ışıldatsın. Ortaya çıkan eserlerin kapılarını kilitli tutmasın. Sivil toplumun, Konya’nın hizmetine versin. Bu konuda cimri davranmasın. Zira sivil toplum örgütleri de yönetimin, üretimin bir parçası.
Yazarlar Birliği Bursa Şube Başkanı ve Konya Şube Başkanları değerli dostlarımızın misafirperverliği ve renkli heyetimizle (3 Osmanlı bıyıklı kardeşimiz Bursa’da iz bıraktı doğrusu) duyumsadığımız Bursa’nın tadı damağımızda, Sevdamız Konya’ya yeni kazanımlarla döndük. Bir defa daha, Konya’yı benzer bir gezi ile tanıma kararı verdik.




AHMET KUŞ

Osmanlı Yadigârı Bursa

Bursa her mevsim de güzeldir ama biz bu sefer Bursa’yı ilkbaharın ilk günlerinde görmeyi tercih ettik. Henüz erguvanlar açmadı ama yinede Bursa yemyeşil. Erguvan her ne kadar İstanbul’un simgelerinden biri olsa da Bursa için de tarihî bir anlam taşır. Bursa’nın manevi mimarlarından Emir Sultan’ın müritleriyle buluştuğu gün erguvanların açma mevsimine denk geldiği için 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar “Erguvan Şenlikleri”yle kutlanmış. Bu güzel ve anlamlı gelenek 2000 – 2006 yılları arasında tekrar yaşatılmaya çalışılmış fakat daha sonra şenlikler iptal edilmiş. Şenlikler iptal edilmiş ama erguvan hâlâ Bursa parklarını, bahçelerini mor, pembe ve beyaz çiçeğiyle süslemeye devam ediyor. Yer yer beyazı ile pembesine rastlansa da erguvanın makbulü ve göze hoş görüneni mor olanıdır. Bursa’yı bu sefer erguvanlarla görüntülemek nasipte yokmuş, İnşallah ömrümüz olursa bir sonraki gezimizi erguvan vaktine denk getiririz.
Bursa Osmanlıdır, Bursa Osmanlı’nın gözbebeği şehirlerden biridir. Aradan yıllar geçse de Bursa hâlâ Osmanlı ruhunun yaşadığı nadir şehirlerden biridir. Osmanlı mirası Bursa’nın şehir siluetinde en belirleyici unsurdur. Camiler, medreseler, tekkeler, zaviyeler, türbeler, hanlar, hamamlar, köşkler, çeşmeler hâlâ Osmanlı’nın en ihtişamlı günlerindeki gibi şehrin her tarafında muhteşem bir mazinin yorgun tanıkları olarak dimdik ayaktadır. Muradiye, Tophane, Emir Sultan, Yeşil, Yıldırım gibi tarihî semtlerde hâlâ Osmanlı dönemine ait huzur iklimi yaşanır. Dört bir yanı abide binalarla donatılan Bursa’nın bu ihtişamında elbette ki Osmanlı’nın ilk payitahtı olmanın da etkisi vardır. Bursa aynı zamanda bir çınarlar şehridir. Devlet-i Ali Osman’nın simgesi çınar ağaçları şehrin tarihî semt ve köylerini süsler. Bursa’da parklar, bahçeler, hazireler, cami ve medrese avluları hâlâ Osmanlı’yla yaşıt asırlık çınarların gölgesi altındadır. “Yeşil Bursa” olarak hafızalarımızda yer edinen Bursa bu unvanı fazlasıyla hak eder. Bursa’daki bu asırlık çınarların en yaşlılarından birisi Uludağ’ın eteklerinde yer alan İnkaya Çınarı’dır. Yaklaşık 600 yaşında olan bu devasa ağaç geniş kollarıyla hâlâ insanlara kol kanat gerer.          
Bursa’nın en canlı ve en merkezî yeri Ulu Camii civarıdır. Bursa’da ticari hayatın nabzı bu bölgede atar. Cami ve yakınında yer alan hanlar şehrin en hareketli yerleridir. Ulu Camii ve Muradiye Bursa’da benim en fazla önem verdiğim iki mekândır. Ulu Camii’nde iki rekât namaz kıldıktan sonra havuzun kenarına oturup duvarlardaki hatları seyretmek ayrı bir huzur verir bana… Bu kez cami kısmen tadilatta olduğu için havuzun kenarına oturup soluklanamadım ama uygun bir köşeye çekildim ve bir süre dinlenip muhteşem hatları seyrettim. Her biri birer yazı harikası olan devasa hatları saatlerce izlesem bile hiçbir zaman bıkmam… Mihrap ve minber de en az hatlar kadar seyre doyulmayacak kadar güzeldir. Caminin yakınında bulunan hanlar Ulu Camii civarına bir canlılık kazandır. Emir Hanı ve Koza Han Bursa’da bulunan hanların en iyi örnekleridir. Her ne kadar eski işlevlerini yitirseler de hanlar hâlâ ticaretin en canlı olduğu mekânlardır. Avlularında bulunan kafeteryalar ile çay bahçeleri gezmekten ve alış verişten yorulanların dinlendiği yerlerdir. Saraybosna’daki Moriça Hanı nasıl işlek ve kalabalıksa bu iki han da o kadar yaşayan mekânlardır.
Muradiye’nin yeri bir ayrıdır. Muradiye Bursa’ya her gittiğimde mutlaka uğradığım bir semttir. Adını Muradiye Külliyesi’nden alır. Muradiye, Bursa’da Osmanlı sultanları tarafından yaptırılan son külliyedir. Külliye cami, medrese, hamam, imaret ve avluya sonradan yapılan türbelerden oluşur. İnsanın burada hüzünlenmemesi imkânsızdır. İçerisinde yatan bahtsız şehzadelerin ruh hali külliyenin tamamına sirayet etmiş gibidir. Merhum A. Hamdi Tanpınar “Bursa’da Zaman” şiirinde Muradiye’den “sabrın acı meyvesi” olarak bahseder. Kanuni’nin Konya’da öldürttüğü oğlu Şehzade Mustafa, Fatih’in Napoli’de sürgünde ölen oğlu Cem Sultan, Yavuz Sultan Selim’in boğdurttuğu kardeşi Şehzade Ahmed’in türbeleri külliye içerisindedir. Külliyenin merkezinde Muradiye Camii bulunur. Türbelerin en görkemlisi ise Sultan II. Murad Türbesi’dir. Sultan II. Bayezid’in oğlu Alâeddin, kızları Fatma ve Hatice’ye ait mezarlar da II. Murad Türbesi’nin içinden geçilerek ulaşılan bir odada bulunur. Diğer türbelerin çoğu Fatih Sultan Mehmed ve Sultan II. Bayezid dönemine aittir. Fatih Sultan Mehmed’in annesi Hüma Hatun, ebesi Ebe Hatun, ilk eşi Mükrime Hatun, Fatih Sultan Mehmed’in oğulları Şehzade Mustafa ve Cem Sultan, Şehzade Mustafa’nın annesi Gülşah Hatun, Sultan II. Bayezid’in eşi Gülruh Sultan, oğlu Şehzade Mahmud, Kanuni Sultan Süleyman’ın büyük oğlu Şehzade Ahmed, küçük oğlu Şehzade Mustafa türbeleri ile iki saraylı hanıma ait olduğu sanılan Cariyeler Türbesi külliye içerisinde yer alan diğer türbelerdir. Külliyenin medrese kısmı günümüzde Sağlık Müzesi, imaret ise lokanta olarak kullanılıyor. Her gezimizde olduğu gibi bu ikindi vakti de Muradiye’den derin hüzünler içerisinde ayrıldık. Yine garip duygular sardı bizi, yan yana sıralanan türbeler, hazirede boynu bükük mezar taşları çok ötelere götürdü bizi… Ve Muradiye’de yürürken Tanpınar’ı yeniden hatırladık… 

Bursa'da eski bir cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdayan su.
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinden gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahisi.

Bir buçuk günlük gezimiz süresince Bursa’da görülmesi gereken yerlerinin çoğunu gezdik ve gördük. Elbette ki Bursa öyle birkaç günde gezilebilecek bir şehir değil, Bursa’yı tam anlamıyla gezebilmek için bir iki hafta orada kalmak gerek. Bursa’nın küçük bir kısmını gezmiş bile olsak bu gezinin en kayda değer kazancı dostlarla birlikte iki güzel gün geçirmek ve yeni Bursalı dostlar edinmekti. Gezi süresince Türkiye Yazarlar Birliği Bursa Şube başkanı M. Fatih Birgül Bey bizlere rehberlik etti. TYB’nin Bursa şubesi çok güzel bir mekânda faaliyet gösteriyor. Daha önce viran bir halde olan Seyyid Usûl Dergâhı restore edilerek TYB’ye tahsis edilmiş. Dergâh 15. yüzyılda Buhara’dan gelen Seyyid Usûl tarafından kurulmuş. Altıparmak semtinde bulunan dergâhın bir tarafında Rumların kurduğu mahalle diğer tarafında ise Yahudi Mahallesi bulunuyor. 1925 yılında diğer tekke ve zaviyeler gibi bu dergâh ta kapatılmış. Bu tarihten sonra kendi haline terk edilen bina, zamanla bakımsız kalarak harap olmuş. 2008 yılında Bursa’nın merkez ilçe belediyelerinden biri olan Osmangazi Belediyesi tarafından restore edilen dergâh Seyyid Usûl Kültür Merkezi olarak düzenlenmiş. Bu iş çok yerinde bir hizmet olmuş. Restorasyonu çok ehil bir ekip tarafından yapılan bina fonksiyonel bir bina haline dönüştürülmüş. Fotoğraflardan anladığımız kadarıyla harap bir halde bekleyen bina yeniden hayata döndürülerek hayırlı hizmetlerde kullanılmak üzere sivil toplum kuruluşlarının hizmetine sunulmuş. Böyle güzel bir işe vesile olanları ve emeği geçenleri tebrik etmek gerek. Tamirat sırasında elden geçirilen ve düzenlenen hazire de çok güzel olmuş. Hazirede Seyyid Usûl’ün mezarı, devrin devlet adamları ve âlimlerinin mezarları bulunuyor. Son derece güzel bir binada faaliyet gösteren Bursa TYB’ye gıpta ile bakıyoruz. Allah emeklerini bereketli kılsın.
Tarih boyunca Bursa’da tasavvufi hayat çok bereketlidir. Zamanında Bursa’da çok sayıda dergâh, tekke ve zaviye faaliyet göstermiştir. Tarikatlar kanunla yasaklandıktan sonra tarikat yapılarının çoğu ya el değiştirmiş, başka hizmetler için kullanılmaya başlanmış ya da boş bir vaziyette kaderine terk edilmiştir. Bu durum sadece Bursa’ya has değildir. Ülkemizde bütün tarikat yapıları aynı kaderi paylaşmıştır. Hamdolsun ki son yıllarda restorasyon çalışmaları hız kazanmıştır. Bursa’da restore edilip yeniden hayat kazandırılan dergâhlardan biri de Karabaş Tekkesi’dir. Tekke, Maksem Caddesi ile İbrahim Paşa Caddesi arasındaki Karabaş Sokağı’nda bulunuyor. Osmangazi Belediyesi tarafından restore ettirilen tekke 2005 yılında bir kültür merkezi olarak yeniden düzenlenmiş. Tekkenin semahanesinde sema gösterileri düzenleniyor ve Bursa’da Mevlevî kültürü yaşatılmaya çalışılıyor. Aslında burası bir Mevlevî tekkesi değil ama yinede gösteri şeklinde bile olsa Bursa’da bu geleneğin yaşatılması anlamlı bir çalışma. Daha önce Bursa’da bir Mevlevî tekkesi de bulunuyormuş fakat bu tekke vahim bir hata sonucu Bursa Belediyesi tarafından 1953 yılında yıkılıp yerine su deposu yaptırılmış. Tekke Karaman’dan gelen Ahmed Canunî Dede tarafından 1615 yılında kurulmuş. Yıkılan tekkeden geriye sadece türbe kısmı (yeniden modern bir şekilde inşa edilmiş), hazireden bir mezar ve birkaç tane mezar taşı günümüze ulaşmış. Pınarbaşı Mezarlığı’nın karşısında şu anda su deposu ve küçük bir arsa bulunuyor. Su deposu kaldırılıp yerine tekke yeniden inşa edilebilir. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Kara ve bir grup Bursalı Mevlevî tekkesinin aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesi için çalışıyor fakat henüz bir gelişme yok. Temennimiz mevlevîhanenin fotoğraflardaki aslî haliyle yeniden inşa edilmesi ve bu binanın kültürel bir amaçla kullanılmasıdır.       
Netice olarak böyle kısa bir yazıyla anlatılabilecek kadar küçük bir şehir değil Bursa. Belki bunun gibi binlerce yazı kaleme almak gerek. Her ne kadar gezimizin bir bölümünü anlatabilsek te maksat hasıl olmuştur diye tahmin ediyorum. Bursa büyük, Bursa güzel, Bursa yeşil bir şehir… Nede olsa Osmanlı’nın mirasçısı. Bursa’nın hakkını teslim etmek gerek.


SALİH SEDAT ERSÖZ
[email protected]

Selçuklu’dan Osmanlı’ya Kurulan Gönül Köprüsü

        Anadolu Selçuklu Devletinin başkenti olan Konya ile Osmanlı Devletinin 2. Sultanı Orhan Bey tarafından 1326 yılında fethedilerek başkent yapılan ve İstanbul’un fethine kadar Osmanlı’nın en önemli merkezi olan Bursa arasında bir gönül köprüsü inşâ edildi. Daha doğrusu bu iki önemli şehir arasında yıllardır zaten var olan gönül köprüsü sarsılmaz ve yıkılmaz bir şekilde yeniden sağlamlaştırıldı. Böylece Bursa, gönüllerimizde bir daha yeşerdi ve bir defa daha kalplerimizde neşvü nemâ buldu.
        Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesince, “Konya’dan Bursa’ya, Selçuklu’dan Osmanlı’ya” adı altında düzenlenen 2 günlük gezi programı, Osmanlı Devletinin nakış nakış işlediği o muhteşem eserlerini yeniden görme imkânı verdi bizlere…  Bu gezi, atalarımızın bizlere emanet olarak bıraktığı bakmaya doyum olmayan güzelim sanat eserleri sayesinde “eserden müessire ulaşma” prensibi ile Osmanlı havasına yeniden vâkıf olmamızı, Osmanlı ruhuna yeniden kavuşmamızı sağladı.
        Atılan her adımda bir Osmanlı izi, bakılan her mekânda bir Osmanlı yadigârı, geçilen her alanda bir Osmanlı eseri görmek mümkündür Bursa’da… Bursa’yı Bursa yapan ve tüm dünyada tanınmasını sağlayan en önemli özelliği de budur. Bu muhteşem ve emsalsiz Osmanlı eserlerini korumak ve bizden sonraki nesillere de aktarılmasını sağlamak, genel ve yerel idarecilerin en büyük görevleri arasındadır.
         Şu andaki Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Altepe, Osmangazi Belediye Başkanı olduğu geçen dönemde bu görevin bilincinde hareket ederek tam 135 adet Osmanlı eserini hem restore etmiş hem de bu eserlerin çevresini açarak göz önünde ve ön planda olmalarını sağlamıştır.                 
         Vakıfların ve Diyânetin elindeki metruk vaziyette olan Osmanlı eserlerini alarak onları aslına uygun bir şekilde restore eden ve bu şekilde camii, müze, hamam, külliye gibi çok sayıdaki ata yadigârı eseri gün yüzüne çıkaran eski ilçe belediye başkanını Büyükşehir Belediye Başkanı yapan Bursalılar, böylece  tarihe gösterdikleri saygı, sevgi ve önemi de ortaya koymuşlardır. Bu duyarlılıktan ötürü gerek Başkanı gerekse Bursa halkını tebrik ve takdir etmek gerekmektedir.
         Daha önce defalarca gördüğüm Bursa ile bu defa gördüğüm Bursa arasında hakikaten çok büyük farklar olduğunu müşâhede ettim. Bu büyük farkı görmek için şehircilik uzmanı olmaya falan gerek kalmıyor. Onarılan ve gün yüzüne çıkarılan tarihi eserler hemen kendini gösteriyor.
         Sergilerin düzenlendiği, sempozyum ve panellerin yapıldığı tarihi Ördekli hamamı, Yazarlar Birliği Bursa şubesine tahsis edilen Seyit Usul külliyesi, tarihi merinos istasyonu ile Türk İslâm eserleri müzesi onarımları gerçekleştirilen ve bizimde müşâhede etme imkânı bulduğumuz Osmanlı eserlerinden sadece bir kaçı… Bu şekilde yüzün üzerinde tarihi eser kurtarılmış ve Bursa Osmanlı havasının doya doya teneffüs edildiği, açık tarihi eserler müzesi haline getirilmiştir. Bursa artık Osmanlı şehri olma vasfını kazanmış bir tarihi kent olma yoluna girmiştir. Darısı Selçuklu payitahtı olan Konya’mıza olsun İnşallah…
          Kısa süre de olsa Osmanlı Başkenti olma hususiyeti kazanan Bursa’da bu güzel faaliyetler icra edilebiliyorsa, uzun yıllar Selçuklu Başkenti olma özelliğine mazhar olan Konya’mızda neden yapılamasın ki? Yeter ki istensin, yeter ki samimiyetle üzerinde durulsun. Güzel Konya’mızın tüm dünyada daha iyi tanınması için, daha da önemlisi şehrimizdeki Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin yeni nesillerimize aktarılmasını sağlamak ve bizden sonra ki evlatlarımızın Selçuklu ve Osmanlı ruhu ile yetişmelerini temin etmek için bizlere emânet edilen bu ata yadigârı eserlere sahip çıkmak idarecilerimizin en önemli görevidir. Bursa nasıl Osmanlı şehri haline gelmişse, Konya’nın da Selçuklu şehri haline gelmesi için adımlar atılması ve bu amaçla üstün bir gayret gösterilmesi, yöneticilerin öncelikli işleri arasında yer almalıdır.
           Yazarlar Birliği Bursa Şube Başkanı olan çok değerli Mehmet Fatih Birgül kardeşimizin rehberliğinde gezdiğimiz Bursa’da görmüş olduğumuz bazı yerleri siz kıymetli okuyucularımla paylaşmak, Konya ile Bursa arasında diğer bir tâbirle Selçuklu ile Osmanlı arasında kurulan gönül köprüsünü daha da anlamlı kılacaktır.
           1402 yılında Ankara savaşında Timur’a talihsiz bir şekilde yenilerek 1403 yılında hayata veda eden Yıldırım Bayezid’in sağlığında kendi adına yaptırdığı ve Selçuklu’dan Osmanlı’ya geçişin izlerinin görüldüğü camii ile vafatından sonra yaptırılan ve kendisinden başka oğulları ve eşinin de yattığı türbesi ilk ziyaret yerimiz oldu.    
           Bizim tarihimizde; İslam’ın yayılmasında yaşayış ve sohbetleri ile kılıç kadar etkili olan, insanların gönülden İslam’a bağlanmasına, guruplar halinde Hak dine girmesine sebep olan, asırlarca insanlara ruhâniyetleriyle yön veren büyük veliler olmuştur. İşte bu büyük velilerden birisi de, 1368 de Buhara’da doğan, 1429 da Bursa’da vefat eden ve Yıldırım Bayezid’in damadı olan Emir Sultan Hazretleridir. Bursa’nın manevi sultanı olan Emir Sultan hazretlerini ziyaret etmeden gitmek çok büyük eksikliktir.
           Fatih Sultan Mehmed’in Şeyhülislamlığa tayin ettiği ve zamanımızın Ebu Hanife’sidir dediği büyük fıkıh alimi Molla Hüsrev kendisinin yaptırdığı medresenin bahçesinde yatmaktadır.      
           Yıldırım Bayezid’in vefatından sonra başlayan ve 11 yıl süren fetret dönemini sona erdiren ve dağılmaya yüz tutan Osmanlı Devletini toparlayıp tekrar eski gücüne kavuşturduğu için Osmanlının ikinci kurucusu diye anılan Yıldırım’ın oğlu Çelebi Sultan Mehmed, yeşil türbede yatmaktadır.
            Çelebi Sultan Mehmed tarafından yaptırılan, iç mekândaki tezyinat bütünü ve uyumu ile göz kamaştırıcı ve büyüleyici bir özelliği olan, ayrıca müezzin mahfili ile hünkâr mahfilinin muhteşem bir çini dekorasyona sahip bulunduğu, insanın bakmaya doyamadığı sanat hârikası Yeşil Camii, yeşil türbenin hemen karşısında yer alıyor.
            İçinde 13, 14, 15 ve 16. yüzyıllara ait çok sayıda el sanat eseri malzemeler, seramikler, kumaşlar ve hat levhaları ile Memluk Sultanı Barok’un Yıldırım’a hediye ettiği dünyanın en büyük el yazmalı Kur’an-ı Kerim bulunan Türk İslâm eserleri müzesi Yeşil Camii yanında yerini almıştır.
            Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan, Bursa’nın hattâ Türk tarihinin en büyük ve en muhteşem Camilerinden biri olan, tam ortasında bir şadırvan bulunan ve üstü 20 kubbe ile örtülü olan Ulu Camii gerçekten görmeye değer bir sanat âbidesidir.
            Babası Sultan 2. Murad için Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan, daha sonra Osmanlı hânedânından çok sayıda şehzade ve sultanın da gömülmesi ile Osmanlı hânedânı kabristanı haline gelen Muradiye Külliyesi ve Sultan 2. Murad tarafından yaptırılan Muradiye Camii.  Külliyedeki 2. Murad türbesinin oldukça mütevâzı olması, vasiyeti gereği üstünün açık olması ve kabri üzerine yağan yağışların düşmesi en önemli özelliğidir.
             Sultan 1. Murad Hüdavendigâr Külliyesi. Altı Camii üstü medrese olan Külliye Bursa’nın ilk Selâtin külliyesidir. 1389 yılında Kosova savaşında Osmanlı ordusunun haçlılara galip gelmesinden sonra savaş alanında dolaşan Sultan 1. Murad yaralı bir sırp tarafından arkadan hançerlenerek şehid edilir ve cenazesi Bursa’ya getirilerek kendi yaptırdığı külliyenin karşısına yapılan türbesine defnedilir.
             Osmanlı Devletinin kurucusu Osmangazi ile Bursa’yı fetheden oğlu Orhangazi’nin türbeleri ve türbe civarındaki tarihi saat kulesi ve top atışlarının yapıldığı tarihi toplar Bursa’yı yukarıdan kuşbakışı gören bir konumdadır.
Bursa’nın manevi sultanlarından olan Üftade Mehmet Muhittin hazretleri türbesi, tarihi merinos istasyonu ile yemeklerimizi yediğimiz istasyona ait şimendifer lokantası, tarihi zeyniler camii, Hasan Can’ın mezarı, dünyada sadece 4 adet bulunan Irgandı köprüsü, tarihi Ördekli hamamı, Abdal Mehmet Camii ve türbesi, İnkaya köyünde bulunan 600 yaşında ve 9,5 metre çevresindeki tarihi çınar, tarihi Emirhan ve kapalı çarşı, Kozahan, Gazi Hamzabey camii ve türbesi, Seyit Usul dergahı, Orhan Camii, aslına uygun şekilde yeniden yaptırılan şehri çevreleyen sur kapılarından biri olan Saltanat kapısı ve Misi köyündeki tarihi konaklar, Bursa’nın Osmanlı tarihi dokusuna ait birbirinden değerli ve görmeye değer diğer eserleridir.
2 günlük kısa gezimizde bu kadar çok yeri görmemize vesile olan ve bu geziyi düzenleyen Konya Yazarlar Birliği Başkanı Ahmet Köseoğlu’na, Bursa’da kafilemize ev sahipliği ve rehberlik görevini üstlenen ve bu görevini eksiksiz yerine getiren Mehmet Fatih Birgül kardeşimize ve kafilemizde bulunan bütün dostlarımıza teşekkürü borç biliyorum.
Geçici bedensel yorgunluğun yanında kalıcı olarak Ruhumuzu dinlendiren bu gezi gönüllerimizdeki huzurla sona eriyor. Mutlu yarınlar efendim.


İBRAHİM DIVARCI
[email protected]

Bursa’ya Dair

Şehir ey şehir!
Ruhunu kaybetmeyen şehir.
Taç giyen şehir.
Erguvan kokulu şehir.
Bir devletin düşünü gören çınarların sırdaşı.
Aklıma düşüveren yeşil şehir.
Yıldırım olur bir gün, bir gün Orhan.
Aziz hatırası düşer gönlümüze Murad Hüdavendiğar’ın. Yollar Nilüfer nilüfer akar ovaya doğru.
Sırtını dayamış bir “Uludağ’a”. Kervanlar yürür Kozahan’a. İkbal devirleri yaşar, saltanat zamanlarında sultanlar Gümüşlü’den ovaya bakar. Muradiye ki “sabrın acı meyvesi” payına sukut düşer. Talihsiz şehzadeler birer birer çınarların gölgesinde ebediyet uykusuna dalar.
Devlet rüyası görür  Cem Sultan lakin    
“Devletimdir visâl-i yâr amma
Bana yâr olmadı o devlet ah”  hakikati düşer bahtına. Kim anlar talihsiz Cem’i
“Âh ol dili Cem neyleye kim gamdan usanmaz
Vardı gene bir gözleri âhûya mı düşdi”  der ve tarihe şerh düşer.
Bizim medeniyetimizin kadim şehirlerinden biridir Bursa. Sokaklarında gezerken bir zamanlar bu sokaklardan sultanların, beylerin, alimlerin,  ediplerin geçtiğini bilirsiniz. Bin atlı Bursa ovasından Rumeli’ye sefer çıkmış başlarında Yıldırım; kendi adını taşıyan namazgâhta dua etmiş yola düşmüşlerdir. Yol Nigbolu’ya  gider. Ardınca “çil çil kubbeler serpen ordu”  Tuna’ya ulaşmıştır. Bursa İstanbul’u inşa eden şehirdir. Edirne’yi imar eden şehirdir.
    Ömrünün bir kısmını Bursa’da geçiren herkesin zihninde derin izler bırakır bu şehir. Ulu Caminin ihtişamını kim unutabilir. Yeşil’in kendine has rengini. Gümüşlü’yü, Haşim İşcan’ı  ve özellikle Muradiye’yi.
    Bursa tek yönlü bir şehir değildir. Tarih, tabiat, kültür, musiki Bursa’da yaşamaya devam eden nehirlerdir. Bu unsurlar kesintiye uğramışsa da son yıllarda geleneğin ihyası konusunda en önemli adımları atan şehrimiz durumundadır. Özellikle eski şehir dediğimiz Hisar ve civarından başlayarak restore edilen yüzlerce yapı Bursa’yı tarihteki muhteşem haline yeniden döndürmüştür.
    Bursa dedince aklımıza bir sürü özellik geliyor. Kaplıcalar, Uludağ, Kestane Şekeri ve Kılıç Kalkan gibi. Ama Bence Bursa’yı değerli kılan en önemli özellik Osmanlı Devleti’nin kurucuları Osman ve Orhan Gazi’nin kabrinin bu şehirde olmasıdır.  Zira dünyanın en büyük medeniyetlerinden biri hatta en büyüğü olan Osmanlı’nın kurucuları mütevazi türbeleri ile bize ibret almamızı öğütler gibi duruyor Bursa’da.
    Bursa sanayi şehri. Bursa kültür, turizm, tarih, sanat velhasılı yaşayan bir medeniyet şehri. Kozahan’da,  Emirhan’da, Seyyid Usül’de, Karabaş Tekkesi’nde insanlar o muhteşem mazinin mirasını her gün birbirleriyel paylaşmaya devam ediyor. Bursa hızla hak ettiği güzelliği geri kazanıyor.
    Bursa her mevsimde ayrı bir güzeldir. Baharı erguvan  erguvan erguvandır. Kışı beyaz beyaz. Güzünde sarı tonlar düşer şehrin sırtlarına. Yağmur yağar cisil cisil sokaklarına. Bursa’ya da en çok bu yağmurlar yakışır. Tıpkı Yıldırım’ın, Emri Sultan’ın, Üftade’nin, Alacahırka’nın, Yeşil’in, Çekirge’nin, Muradiye’in, Şehre Küstü’nün, Kükürtlü’nün ve en çokta Nilifer ile Uludağ’ın yakıştığı gibi.




ALİ FUAT BAYSAL
[email protected]

Bursa

Osmanlı devletinin kuruluşunda başkentlik yapan, adaletin, devlet nizamının  yanı sıra nezaketin, zarafetin, estetiğin zirve yaptığı  ve tarihte derin izler bırakacak müstakbel  imparatorluğun temellerinin atıldığı,
Osman Gazi, Orhan Gazi, Yıldırım, II.Murat, Emir sultan, Muhyiddin Üftade,Somuncu Baba ve Süleyman Çelebi gibi pek çok kutlu insanın da medfun bulunduğu mübarek şehir,
Her köşesinde külliyeler, camiler, türbeler, imaretler, hamamlar ve nicelerinin bulunduğu Osmanlı mimarisinin beşiği olan bir açık hava müzesi,
İşte böyle bir şehri gezmenin insana ne kadar huzur ve mutluluk verdiği anlatılamaz. Normalde günlerce bakmaya doyamayacağınız bir güzelliği, iki gün içerisine sığdırabilmek de bir o kadar zor.
Merinosta kahvaltı ile başladığımız gezi, geneli itibariyle tarihimizi ziyaret etmekle devam etti.
Tamamı kesme taştan yapılmış, Bursa kemerli revakları, abidevi yapısı, küçük kubbeli eyvanları ile Yıldırım Camii,
Caminin dış duvarında bulunan kuş köşkü ve revaklı havuzlu avlusu ile Emir Sultan türbe ve camii,
Bir saray gibi zengin ancak oldukça mütevazi,  adını ve şöhretini zengin  çini kaplamalarından  alan, yine muhteşem çini süslemeleri bulunan hünkar köşkü, duvarlarında ve  yivli kubbelerinde döneminin orijinal kalem işlerinin izleri bulunan ,harimindeki fıskiyeli havuzu, hücrelerinin kıble yönlerinde bulunan müzeyyen ocak ve rafları, dış cephesinde yer alan ve gergef titizliğinde mermer e işlenmiş motifleri, Mimar Hacı İvaz ile Nakkaş Ali bin İlyas Ali’nin imzası bulunan Yeşil Camii,
Hemen yanı başında Osmanlı Devletinin II. kurucusu olarak ta bilinen  Çelebi Sultan Mehmet’in  kabrinin  olduğu Yeşil Türbe,
Ve Bursa denilince ilk akla gelen Ulu Camii. İçerisinde namaz kılınan en büyük camilerimizden biri. Banisi Yıldırım gibi yapıldığı günden beri pek çok badireler atlatmış. Timur ahır olarak kullanmış, Moğol Emiri Bedreddin yaktırmış, 1855 depreminde 17 kubbesi yıkılmış. Fetretin tüm acılarını toplumla birlikte yaşamış bir ulu cami.
Uludağ’ın heybetini andıran duvarlarındaki Celi yazıları, Evliya Çelebi’nin "Elhasıl Bursa sudan ibarettir." sözüyle Bursa’nın pınarlarını hatırlatan havuzu ile sanki şehrin karakterini ifade etmekte.
Ahşap minberi ise tek kelimeyle muhteşem. Sert abanoz ağacını nakış nakış işleyen Kündekar, Minberin yan taraflarını  Kainatı tasvir eden ince bir hendesi hesapla ancak çizilebilen geometrik motiflerle tezyin etmiş, her bir yıldızın kollarına binlerce motif hakketmiş.
Geçmişte üzeri yağlı boya ile kaplanmış olan Müezzin mahfilinin merdivenindeki ahşap üzeri kalemişi süslemeleri  ise tüm asilliği ile son restorasyonda ise yeniden gün yüzüne çıkmış.
İçerisinde camii ile birlikte mütevazi hanedan türbelerinin bulunduğu   Muradiye külliyesi , Müzeyyen mihrabı ile pek çok ziyaretçinin fotoğraf çektirdiği Hüdavendigar Camii, Osman ve Orhan Gazi Türbeleri,Saltanat Kapı,Tarihi Koza Han,Uzun Çarşı, Osman Gazi'yi Anma ve 683. Fetih Şenlikleri , Seyyid Usul Kültür Merkezi'nde icra edilen  ve TYB Konya Şubesi  Üyesi İbrahim Dıvarcı,  tarafından sunulan “Anadolu Selçuklu Eserleri” isimli gösteri , Ördekli Kültür Merkezi , Ebru Sergisi ve Misi köyünü ziyaret,
Hepsi 1,5 gün içerisine sığdırılmış ama hafızalardan hiç silinmeyecek bir tarih gezisi,
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum