Üniversitelerde Eğitim Meselesi
Geçen ay bir dergi, üniversitelerde tarih bölümlerinde verilen eğitimin yeterli olup olmadığı konusunu sayfalarına taşımış. Tarih bölümlerinden akademisyenlerle konuyu görüşmüşler. Dergide ilgi çekici açıklamalar var. Gelecek bir yazımda bu konuya tekrar döneceğim. Fakirin de söyleyecekleri var bu hususta.
Önce tarih bölümlerinde değil, bütün sosyal bilimlerde eğitim-öğretimin yeterli olup olmadığı sorusuna cevap vermek gerekir. Bu konuda müspet cevap vermek mümkün değil.
Her şeyden önce gençliğin önemli boyutlarda dil problemi var. Günümüzde gençlik yetersiz bir dille eğitim alıyor. İlkokul, orta öğretim, üniversite böyle bitiyor. Üniversiteye intisap da aynı yetersiz dille başlayıp, devam ediyor.
Yapılan araştırmalara göre, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi büyük devletlerde ders kitapları 40-50 bin kelimelik, zengin bir dille hazırlanırken, Türkiye’de ders kitapları 6-7 bin kelimeyi geçmiyor.
Bir zamanlar, pek çok üniversiteli veya üniversite mezunu gencin, 20-30 yıl önce basılan kitapları okuyup anlamada zorlandıklarına tanık olmuştum. Değil böyle 20-30 yıl, yüz yıl önce yazılan kitaplarını okuyup da anlamayan bir gençlik daha var mı dünyada. Gençlerimizi, çarpık bir eğitim sistemi ve yetersiz bir dil ile bu hale biz getirdik.
Bin yıldır dilimize yerleşen, sokakta sade vatandaşın bile okuyup yazdığı, konuşmalarında rahatlıkla kullandığı binlerce kelimenin kimisini Arapça, kimisini de Farsça diye dilimizden attık. Türkçe karşılıkları bulunamayan kelimelerin yerine, kelime uydurduk. Nüanslarla kullandığımız pek çok kelimeyi tek kelimeye indirdik. Böylece dilimiz dünyanın en zayıf dilleri arasına girdi. Oysa dilimiz, dünyanın en zengin ve en çok kullanılan beş dilinden birisi idi. Kısacası bu dille ne ilim yapılır ve ne de kültürümüz gelişir.
Bu cereyan 1960’lı yılların başında hızlandı. Hukukçusu, tıpçısı âdeta biri birleri ile yarıştı.
Bir hatıramı nakletmek isterim.. Altmışlı yılların başı… Ankara Hukuk Fakültesi’nde ikinci sınıfa geçtim. Ertesi yıl okuyacağımız, meşhur bir cezacının kitabını yanımda getirdim. Kitap okunup anlaşılacak gibi falan değil. Uyduruk kelimelerin ne anlama geldiğini anlamak için yeni bir sözlüğe ihtiyaç vardı. Okullar açıldı. Hocanın konuştuğu dil, kitabındaki gibi değildi. Zengin bir dille konuşuyordu. Birkaç yıl sonra konuşmasını da kitabına benzetti. Siyasetçiler de aynı şeyi yaptı. Aşırı öz Türkçe cereyanını moda cereyan haline getirdiler.
Altmış yaşına kadar “mesela” diyen adam, bu yaştan sonra “örneğin” demeye başladı. Çoğunun da bu yeni kelimelere alışması kolay olmadı. Mesela kaportacıya, oto tamircisine gidiyorsunuz adam, “mesela örneğin” diyor ikisini birden kullanıyordu.
Millet bu cereyanı hostes için “Gök götürsel konuksal avrat”, lokanta için “Toplumsal otlangaç”, millî marş için “Ulusal düttürü” gibi uydurmalarla alaya alsa da, cereyan engellenemedi.
Uydurulan kelimelerin bir kısmı tuttu, bir kısmı tutmadı. Mesela müdde-i umumi yerine savcı tuttu, hâkim yerine “yargıç” tutmadı.
O zamanlar bir terzi dükkânının vitrinine, “Hakim, yargıç ve savcı cüppeleri dikilir” diye yazmış. Böyle gülünç şeyler de olmuştu.
Netice de biz bu duruma, isteyerek gelmedik. Bu, yılların ihaneti ve tahribatı sonunda meydana geldi. Beyin yıkayarak, kelime yasakları koyarak bu günlere gelindi.
Bu dar boğazdan çıkmanın nasıl olması gerektiğini çok düşündüm. İki tedbir geldi aklıma… Bunlardan birisi, Osmanlıcayı ortaokul ve liselerde mecburi ders olarak okutmak, ikincisi de ilkokuldan üniversiteye kadar bütün ders kitaplarını çöpe atıp, bunları zengin bir dille yeniden yazmak. Başka tedbir varsa söyleyin…
Bir zamanlar, lise mezunu bir gencin Osmanlıca öğrenmesine yardımcı olmuştum. Genç yıllar sonra üniversiteden mezun olunca, ziyaretime gelmiş ve şunları ifade etmişti: “Osmanlıca öğrenmem fakültede dersleri ve okuduğum kitapları daha iyi ve daha kolay anlamama sebep oldu. Bir de yurt içinde ve yurt dışında tarihî eserlerimiz üzerindeki pek çok kitabeyi okuyabilmem de bana büyük mutluluk verdi. Çok teşekkür ederim.”
1950’li yılların sonlarından, 2000’li yılların başına kadar, ilkokuldan üniversiteye kadar eğitimin her kademesinde, kırk yıla yakın hocalık yaptım. Adım adım eğitimin ve dilin nereden nereye geldiğini bizzat gördüm.
Hiç ağzımızdan eksik olmuyor, “Gençlik, geleceğimizin teminatıdır” diyoruz da, onlara zengin bir dille eğitim bile veremiyoruz. Bu onların hakkı değil mi?
Bu girişten sonra, “Türkiye’de tarih bölümlerinde eğitim-öğretim yeterli midir?” konusuna dönebiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.