Travmatik bir yaz
Yalnızca, geçmişinde büyük travmalar ve derin acılar yaşamış olanların şimdi sahip olabilecekleri kadar hadsiz ve hudutsuz bir coşkuya; çocuksu bir neşeye sahipti. Öyledir. Acıdan mamül girdapların ve uçurumların en dibinde ve derininde, ancak bir çeşit kaçıklığa ve deliliğe ait olabilecek kadar hesapsız, uçuk ve coşkulu bir neşe vardır. Bu noktada, “Bazıları öyledir, bilirsiniz” demeyi çok isterdim şimdi ama bunu söyleyemem. Zira söz konusu olan o kişiler oldukça küçük bir azınlığı oluştururlar. Büyük ihtimalle onlardan hiç birisine, ömrünüz boyunca bir defa bile rastlayamazsınız. Ne var ki, benim yolum onlardan birisiyle kesişti…
Patavatsızlığa varabilecek, toplum tarafından dışlanabilecek hatta başını derde sokabilecek kadar açık sözlüydü ilk bakışta. Bunu yaparken de çılgınca eğleniyordu. Deli işte… İyi tarafından bakılınca dürüstlük de denilebilirdi gerçi buna. Kolay kolay kızamazdınız aslında ona. Çocuksu ve masumdu, dedim ya. Neşesi yeterdi, neşesi! Başının etrafında uçuşan görünmez ama varlığı kesin olan sevinçli ve uçarı kelebeklerden, çevresinde bulunanlar da nasiplenirdi çoğu zaman. Her zaman değil! Tatlı dilinin saklı bir köşesinde sivri iğneler ve zehirli dikenler bulunurdu zira. Bilemezdiniz. Küçük bir olasılıkla da olsa o iğnelerin ve dikenlerin size isabet etme ihtimali her zaman mevcuttu, onunla beraberken. Dikkatli olmalıydınız. Fakat bunu göze almaya değerdi doğrusu. O neşesini izlemenin ve buna katılmanın vereceği mutluluk için, gülün dikenine elbet katlanılabilirdi.
Onunla baş başa sohbet etmiştik birkaç kez. Geçmişle şimdinin arasında duran ağır ve kalın perdeyi kaldırıp çekerek oradaki sahnede hala yaşayan, kanlı canlı hatıralarını izlettirmişti bana. Hiç çekinmeden! Demek beni öyle samimi, o kadar güvenilir bulmuştu. Birçoğunun ‘kişisel sırlar ve utançlar’ olarak gizli tutacağı gerçekleri bir çırpıda deşifre etmişti. Kandırılması ve aklının çelinmesi zaten o kadar kolay olan birinin bana öyle fütursuzca güvenmiş olması fikri, koltuklarımı pek kabartmamıştı düşününce tabi. Fakat, kalbinde yalnızca benim için ayırdığı büyük ve özel yerin varlığını, yaşanan ve ilerleyen zaman her defasında doğrulamıştı ve işte benim için asıl onur da buydu aslında; öyle farklı, ayrıksı ve özel birisi tarafından sevilmiş olmak… Gerçekten sevilmiş olmak!
Geçen hafta onunla birlikteydim. Kahvenin bahane, sohbetin şahane olduğu birkaç saat geçirdik birlikte. Yeni yeni gelen yaz mevsiminin iyiden iyiye hissedildiği, yani herkes tarafından ‘sıcakların aniden bastırdığı’ söylenen o günlerde, kafe çalışanları masaları ve sandalyeleri hemen dışarıya koyarlar şartlar buna müsaitse, farkındasınızdır. İşte biz de, bahçesi yemyeşil çimlerle kaplı, ortamı kalabalık sayılabilecek, fiyatları yüksek ama zenginlerin cebini pek de yakmayacak kadar ılık olan bir yerde buluşmuştuk.
“Bu yaz…” dedi. “Çok ama çok sıcak geçecek, göreceksin.” Geleceği gören gizemli bir kahin edasıyla, düşünceli bir şekilde kahvesini uzun uzun yudumlamasını bekledikten sonra “Neden öyle düşündün?” diye sordum ona. “Görmedin mi?” dedi. “Kış mevsimi ne kadar soğuk ve sert geçti. Donduk, donduk! Bu kadar kar yağdığını başka bir yılın kışında hiç görmemiştim daha önce. Havayı yumuşattığı falan da olmadı karın hiç. Yollar buza çekti, ayaklarımız kaydı o kadar. İçimiz titredi be güzelim! Kış mevsimi öyle olunca, onu takip eden yaz da bir o kadar uzun, sıcak hatta kimilerine göre bunaltıcı geçer.”
Kendisini anlattı yani. Büyük travmaların bünyesine hediyesi olan taşkın ve çocuksu neşesini, kış ve yaz mevsimleriyle ilişkilendirmişti sadece… Bunu anladığımı ona hiç belli etmedim ve o günden bu yana, gerçekten tam da dediği gibi git gide sıcaklığı artan günlerin içerisindeyiz şimdi. Kış mevsiminin travması, başıbozuk ve coşkun bir halde yükselen bir ısıyı getirip bırakıyordu bu yıl anlayacağınız, yaz mevsiminin içine.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.