Süleyman Küçük

Süleyman Küçük

Teşhir ile özgürleşmek

Teşhir ile özgürleşmek

Modern batılı ülkeler 20. Yüzyılda annelikten başka her türlü görevi yükledikleri kadınlara bir de modernleşmek adı altında bedenlerini teşhir ederek özgürleş(tiril)mek görevini yüklemişlerdir.

Medeniyet seviyelerine ulaşmak için yüzyıllardır peşlerinden gittiğimiz batılı ülkeler bunu yapar da bu ülke bu görevden kaçar mı hiç.

Kaçmadı da.

Türkiye’nin tek parti ve çok partili cumhuriyet tecrübesinde işbaşına gelen her parti de Avrupa ve Amerika’dakine benzer sloganlarla süslenmiş bu cinsiyet politikasını bir şekilde topluma dayattı demek mümkündür.

Ta Tanzimattan beridir çağdaşlaşmayı batılılaşma zanneden siyasi partiler modernleşme hareketlerinin merkezine kadını koydukları içindir ki kadınlar birazda devlet teşviki ile annelik görevlerinden sıyrıldılar.

Bu sıyrılma bazı çevrelerde o kadar ileri gitti ki bazı modernleşmiş ailelerde evlat yetiştirmenin yerini evcil hayvanlar yetiştirmek aldı.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kadınlara ideal olarak konulan hedef maddi ve siyasi hürriyet olunca kadına yüklenen rol ve misyonun bu kadarla kalacağını zannedenler bile yanıldı.

Maddiyat sadece ekonomik özgürlüğe siyasi hürriyet ise erkekten bağımsız olmaya evirilince modern Türkiye’nin ulus devlet ve laiklik politikaları ile şahlanan çağdaş kadınları elbette evde hatta işyerlerinde bile tutmak mümkün olamayacaktı.

Cumhuriyet Hükümetlerinin dışa bağımlı ekonomik politikaları sebebiyle devlet kurumları eliyle gerçekleştirilen adımların belki de en acımasız olanı kadın bedenini bir meta haline getirilmiş olmasıydı.

Devletin kontrolündeki basın yayın organlarının bu işe öncülük etmesiyle başlayan alevlenme yine devlet destekli Babıali patronları eliyle kadını teşhir etmek görevi zirveye ulaştırıldı.

Şimdi işbaşında bulunan tek parti iktidarı ile Cumhuriyetin kuruluşundaki tek parti iktidarının kadının ticari bir meta haline getirilmesi için yaptıkları çalışmalar ve kurdukları devlet kurumlarının işlevleri bu bakımdan hayli benzerlikler taşımaktadır.

Sanayi devrimini gerçekleştirmek bir yana henüz gelişmiş ülkeler statüsünde bile yer alamayan Türkiye’nin sanayi devrimini yapmış ülkelerle yarışırcasına kadını evinden ve çocuklarından kopararak sanayi çarkları arasında ömür tüketen bir işçi haline dönüştürmesi aslında ne kadını ekonomik olarak özgürleştirmiş ne de modernleştirmiştir.

Son yıllarda özellikle belediyelerin park bahçe ve çevre düzenlemelerinde istihdam etmeye başladığı alt tabaka gelir grubuna dâhil olan kadınların sabah akşam yaşadıkları sıkıntılar bu yanlışlığın bu şehre yansıyan en acımasız yanıdır.

Güya modernleşen Türk kadını kadınlar lehine yapılan pozitif ayırımcı düzenlemelerle ev ile sınırlı bir özel alandan kamusal alana çıkarılarak erkeğin ezdiği eşitsizlik halinden, ikinci eş olma yoksunluğundan kurtarılmış olacaktı.

Ama gelinen noktada eğitim süreci ile başlayan yozlaşma modernleşme ve özgürleşmeye değil de aile birliğini, tehdit eder hale dönüştürüldü.

Kadın hakları şemsiyesi altında topluma dayatılmaya çalışılan batılı yaşam tarzı esasında Müslüman toplumları batılı yaşam tarzı süren bir aile bilincinden uzaklaştırılmış kalabalık kitle haline dönüştürülmesinden başka bir şey değildir.

Özellikle bu dayatmanın ekonomik gerekçeler ileri sürülerek başlatılması her ekonomik programın bir siyasi ve ideolojik altyapısı olduğu gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Vahşi kapitalist batının hiç vazgeçmediği temel özelliği kendinden olmayan toplumları ekonomik ve kültürel sömürgecilikle alaşağı etmesidir.

Osmanlı Devleti’nin gerileme yıllarından beridir güya Türkiye’nin gelişmesini ve modernleşmesini isteyen batılı dost ülkelerin her dönemde yaptıkları tavsiyelerin merkezine kadınları koymaları asla bir tesadüf değildir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Batılılaşmayı bir medeniyet projesi olarak gören Abdullah Cevdet’in programı olan “Hem Kur’an-ı hem de kadınları aç” ifadesi ile AK Parti iktidarının bir tarafta İmam Hatip Okullarında okumaya teşvik ettiği kızların Kadın ve Aile Bakanlığı eliyle uyguladığı projelerle ticari ve siyasi hayatta daha fazla yer almaları gerektiği ifadelerinin benzerliği ne acı bir durumdur.

Muhammed Abduh ve Musa Carullah’tan,  Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve İsmail Gaspıralı’ya kadar pek çok siyasetçi ve düşünürün savunduğu kadınların bütünüyle hür ve serbest olduğu İslam öncesi Türk toplumundaki kadın ve erkek eşitliğinin sağlanması isteğinin geldiği noktaya bakınca devlet desteği ile gidilecek olan daha ilerisinin bir felaket olacağı aşikârdır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Süleyman Küçük Arşivi