SIRA SÖZLEŞME DE Mİ?
24 Temmuz 2020 günü Ayasofya Camii Kebirinin devlet töreni ile 5 vakit ibadete açılmasının arkasından Müslümanların aklına gelen ilk husus acaba sıra mahut İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasına geldi olmuştur.
Önümüzdeki bayram günlerinde virüs musibetine rağmen eş-dost ve akraba ziyaretleri yapılırsa Ayasofya’dan sonra en çok bu konunun konuşulacağına eminiz.
Toplumdaki İstanbul sözleşmesinin kaldırılmasına yönelik olarak yükselen taleplerin de hükümet tarafından dikkate alınıp alınmayacağı da bayram sonu açık seçik görülecektir.
“Kurtlu baklanın kör alıcısı olur” hükmünce bu güne kadar görüldü ki bizim memleketimizde hemen her malın olduğu gibi her düşüncenin de alıcısı savunucusu vardır.
Buna mukabil olarak karşı olanı da.
İstanbul sözleşmesi de bundan ayrık tutulmadı bu memlekette.
BBS Türkçe servisinin 21 Temmuz 2020 tarihinde yayınladığı haberde 8 Mart 2019'daki gösterilerden bir resim paylaşması mahut sözleşmenin yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da destekçilerinin olduğu gerçeğini bir kez daha gösterdi.
Malumdur ki 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan ve kısa adı İstanbul Sözleşmesi olan mahut belgenin resmi adı, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesidir.
2011'de imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi'ni maalesef onaylayan ilk ülke de Türkiye olmuştu.
Sözleşmenin TBMM’deki görüşmelerinin safhalarını bilmeyenler veya bilmek istemeyenler daha doğrusu sözleşmeye karşı çıkanların hemen hepsinin ortak itiraz noktaları İstanbul Sözleşmesinin bu güne kadar adı bir türlü konulamayan “dış güçler” eliyle, Türkiye’nin aile yapısının altını oymak amacıyla dışarıdan dayatılmış olduğudur.
Sözleşmenin imzalanma sürecinin şaibeli olduğu, İstanbul Sözleşmesinin bir oldubittiye getirilerek TBMM'de 26 dakikada kanunlaştırılmış olduğu, imza ve onay sürecinin yeterince iyi yönetilmediği, taraf olanların sözleşme ile ilgili tartışmaları yeterince yapmadıkları gibi yan argümanlarla iddialarını desteklemiş olsalar da gerçek çok da iddia edildiği gibi değildir.
Mesela Sözleşmenin imzalandığı dönemde Avrupa Konseyi’nde Türkiye’den iki ismin var olduğu görülüyor.
Kasım 2010 – Mayıs 2011 döneminde Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Ahmet Davutoğlu üstlenirken, 2010-2012 dönemi için Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığı’na ise dönemin AK Parti milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu seçilmişti.
Bakanlar Kurulu tarafından 18 Ekim 2011 tarihinde TBMM’ye sevki kararlaştırılan sözleşme, 11 Kasım 2011 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla TBMM’ye sevk edildi, 24 Kasım 2011 tarihinde de TBMM’de görüşülerek AK Parti, CHP, MHP ve BDP’nin oybirliğiyle onaylanmış oldu.
Ancak daha sonraki dönemde hükümetten gelen açıklamalar ve sözleşmeden çekile bilineceği yönündeki iktidar partisi yetkililerinin açıklamaları da peş peşe denilebilecek bir sırayla geldi ve ister destekler isterse de karşı oluş yönünde olsun yapılan her açıklama ve İddiaların her iki taraf arasında ayrımcılık ve nefret söylemine yol açtığı ve görüş ayrılıklarını derinleştirdiği görüldü.
Bütün bunlar olup biterken son dönemde başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere siyasilerin sözleşmeden çekilebileceğine ilişkin sinyaller vermeleri insanlarda kafa karışıklığına da yol açmış durumdadır.
İstanbul Sözleşmesi’nin uzun bir aradan sonra yeniden bu şiddette tartışmaya açılmasına neden olan olay Diyanet İşleri Başkanı’nın24 Nisan 2020'de sözleşme ile güvence altına alınan eşcinselliğin yani kısaca LGBTİ İslam Dinine göre sapıklık olduğunu bu sapıklığında lanetlenmiş olduğunu hutbede ilan etmiş olmasıdır.
Bu açık ilanın üzerinden TAM 95 GÜN GEÇTİ ve Cumhurbaşkanının da destek verdiği açıklama sonrasında insanlar her geçen gün sözleşmenin bir an önce yürürlükten kaldırılacağı intibaına kapıldılar.
Kadına pozitif ayrımcılık kisvesi altında İstanbul Sözleşmesinin eşcinselliği koruduğunu hatta teşvik ettiğini’ ve toplumsal ahlakı olumsuz etkilediğini iddia eden karşıtlara karşı sözleşmenin savunucuları da elbette kendilerince boş durmadılar.
Başta KADER isimli dernek olmak üzere TBMM deki bazı AKP li kadın milletvekilleri ile BDP ve CHP grupları ve Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın bir kısım bürokratları ile Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu ve Kadın Dayanışma Vakfı ile mor çatı gibi kuruluşların İstanbul Sözleşmesi'nden geri adım atılmasına karşı olduklarını beyan etmeleri sözleşmenin yürürlükten kaldırılması aşamasında hayli tartışmalara sebep olacak gibi görünmektedir.
İstanbul Sözleşmesine dayanılarak çıkarılan 6284 sayılı kanun ise uygulamada tam bir aile düşmanlığı üzerine kurulmuş gibi bir uygulama ortaya koydu.
Aile reisliği unvanını kaybeden erkek bu defa, kadının tek bir beyanı ile herhangi bir somut delil aranmaksızın evden uzaklaştırıldı ve Yargıtay’ın 6284 sayılı Kanun ile İstanbul Sözleşmesi'nin kadına tanıdığı orantısız ayrıcalık ile "kadının beyanı esastır" kararı ile "ispat, somut ve kesin delil" olmaksızın aile mahkemelerini erkeklere karşı adeta birer sopa olarak kullandı ve erkek yasal olarak evliliğe bin pişman edilerek, ömür boyu nafaka yükümlülüğüyle cezalandırılmış oldu.
Bütün bunlardan sonra kabulü konusunda kamuoyunun yeterli bilgilendirilmediği gibi kaldırılması konusunda da sözleşmenin yine kamuoyunun yeterince bilgilendirilmeyeceği bir zamana gidiyoruz.
Karşı olanlar mı destekleyenler mi etkin olacak hep birlikte göreceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.