İnsan kimliğinin iyi anlaşılıp değerlendirilmesi; aklın düşüncenin yerinde kullanılıp, yaşayışımıza tatbik edilmesiyle, bir düşünce hayatının gelişimiyle de yakından ilgili.
Düşünmez değil, hepimiz düşünürüz. Yaratılışın, aklın gereğidir bu. İmtiyazımız, farkımız, biricikliğimiz…
Fakat zihnimiz, ruhumuz bir türlü temizlenmez. Kendimizi ihtimaller, gelecek hesapları, birbirinin içine geçmiş, türlü vesveseyle tamamlanmamış, uçmaktan yorulmuş, yarım uçların iyice dağılıp, çözümsüzlüğüyle adamakıllı yorulduğumuz düşünce arapsaçları, mümtaz aklımızın ürünü cangıllar ve yüce dağlarla boğuşurken yakalarız.
Bazen nevazil olsa, ölmeye dursa falan da; “düşünce sorunları” bir türlü bitmez. Eylem değil, yoz hayallerden, fikir bulamacı ve üşüştürmesinden dolayı, doğru dürüst iş yapmadan bitap düşeriz.
Üstelik gelip çatan, bizi bulan hadiseler yahut tahakkukundan feci şekilde korktuklarımız; sadece biz değil belki de hiçbir faninin başına gelmeyecek yüksek tasarım(!) sonuçları olanlar, düşünen ve akıllı varlığımızla tatlı tatlı eğlenirler.
Buna rağmen iyisi kötüsü, adamakıllı açılmışı, çatlağı patlağı, akıldânesi, birdanesi… düşünür düşünür… Beyne kalbe neler yazılır, üşüşür. Karışık düşünceler, hengâme içindeki kafaların, bir ruh hercümercinin sonucudur bir bakıma; kimi zaman ileri gidip, yüreği çürütür.
Arasıra eş dosttan, çoluk çocuktan, ulemadan bir “düşünce yardımı” ister gibi tavır takınsak da, esasen fazla ciddiye almayız. Her tür düğümü çözen bir İskender, akıl fikir sahibi olaraktan, kendi akıl çarşı pazarımızın, -hele bakkal da ne demek- öz be öz AVM’mizin müşterisiyizdir.
Aydınımıza bile düşünce işçiliği gerekmez. Bir “düşünce dilinin” inceliği, hassasiyeti bize işlemez.
Şu sonuca varırız ki; esasen hepimiz bir düşünürüzdür. Bizim o tumturaklı lâflar eden, ikide bir birbirini nakzedip yanlışlayan, zatlarını ululayan, muhteşem kafalarını lütfedip silkeleyip aklı kıt ahaliye düşünce düşüren, paha biçilmez zihin mamûllerini nadanlara, hamakat ehline, yani biz kullara bağışladığı “etekleri suya değmemiş, burnu havadan inmemiş, vara yoğa gönül indirmemiş” adamlardan ne farkımız vardır.
Biraz kader, kısmet, kem talih işte! Hükümette üç beş dayımız adamımız olsa, üniversitede hocamız, azıcık rüşvet verilmiş şansımız; pekâlâ başbakan danışmanı, kürsüdeki filozofun feriştahı, en azından yol sokak, parke taşı üstadı olurduk. “Evreka!” diye bağırır, kadri kıymeti bilinmemiş kafamızı bulurduk.
Hiç değilse; bir üstadı-azamın çehresindeki, saç sakal kıl nevinden bir acayip “başarı” yakalardık.
…
Farklı bir mekâna gitsek, hele aslî mekânımız, birincil adresimiz seçtiysek, değişik fikirlere kapılabilirdik.
Sözgelimi çöplükte ve gülzarda düşünme türlü duygulara sebep olabilirdi. Kokular, alıp başını gider, ayrıksı bir atmosferde bizi iç ederdi.
Devekuşunun, at gözlüğü takanın, beyni ve düşünüş şekli de değişirdi. Atıkların mekânında, nice düşünce posaları/ pusu(la)ları alınır satılırdı. Da, şaşılır kalınırdı.
Düşünürüz de, bir türlü taşınamayız. Bir kısım düşünceler bizi esir eder; kelepçeler prangalar takar da kötü(rüm) eder.
“Bu yazı da nereden çıktı” demeyiniz. Üzerinize afiyet, biraz üşütmüşüm de…
Kendime gelmesem de; hayalimde düşü(nce)mde azıcık titremişim de.
Düşünmez değil, hepimiz düşünürüz. Yaratılışın, aklın gereğidir bu. İmtiyazımız, farkımız, biricikliğimiz…
Fakat zihnimiz, ruhumuz bir türlü temizlenmez. Kendimizi ihtimaller, gelecek hesapları, birbirinin içine geçmiş, türlü vesveseyle tamamlanmamış, uçmaktan yorulmuş, yarım uçların iyice dağılıp, çözümsüzlüğüyle adamakıllı yorulduğumuz düşünce arapsaçları, mümtaz aklımızın ürünü cangıllar ve yüce dağlarla boğuşurken yakalarız.
Bazen nevazil olsa, ölmeye dursa falan da; “düşünce sorunları” bir türlü bitmez. Eylem değil, yoz hayallerden, fikir bulamacı ve üşüştürmesinden dolayı, doğru dürüst iş yapmadan bitap düşeriz.
Üstelik gelip çatan, bizi bulan hadiseler yahut tahakkukundan feci şekilde korktuklarımız; sadece biz değil belki de hiçbir faninin başına gelmeyecek yüksek tasarım(!) sonuçları olanlar, düşünen ve akıllı varlığımızla tatlı tatlı eğlenirler.
Buna rağmen iyisi kötüsü, adamakıllı açılmışı, çatlağı patlağı, akıldânesi, birdanesi… düşünür düşünür… Beyne kalbe neler yazılır, üşüşür. Karışık düşünceler, hengâme içindeki kafaların, bir ruh hercümercinin sonucudur bir bakıma; kimi zaman ileri gidip, yüreği çürütür.
Arasıra eş dosttan, çoluk çocuktan, ulemadan bir “düşünce yardımı” ister gibi tavır takınsak da, esasen fazla ciddiye almayız. Her tür düğümü çözen bir İskender, akıl fikir sahibi olaraktan, kendi akıl çarşı pazarımızın, -hele bakkal da ne demek- öz be öz AVM’mizin müşterisiyizdir.
Aydınımıza bile düşünce işçiliği gerekmez. Bir “düşünce dilinin” inceliği, hassasiyeti bize işlemez.
Şu sonuca varırız ki; esasen hepimiz bir düşünürüzdür. Bizim o tumturaklı lâflar eden, ikide bir birbirini nakzedip yanlışlayan, zatlarını ululayan, muhteşem kafalarını lütfedip silkeleyip aklı kıt ahaliye düşünce düşüren, paha biçilmez zihin mamûllerini nadanlara, hamakat ehline, yani biz kullara bağışladığı “etekleri suya değmemiş, burnu havadan inmemiş, vara yoğa gönül indirmemiş” adamlardan ne farkımız vardır.
Biraz kader, kısmet, kem talih işte! Hükümette üç beş dayımız adamımız olsa, üniversitede hocamız, azıcık rüşvet verilmiş şansımız; pekâlâ başbakan danışmanı, kürsüdeki filozofun feriştahı, en azından yol sokak, parke taşı üstadı olurduk. “Evreka!” diye bağırır, kadri kıymeti bilinmemiş kafamızı bulurduk.
Hiç değilse; bir üstadı-azamın çehresindeki, saç sakal kıl nevinden bir acayip “başarı” yakalardık.
…
Farklı bir mekâna gitsek, hele aslî mekânımız, birincil adresimiz seçtiysek, değişik fikirlere kapılabilirdik.
Sözgelimi çöplükte ve gülzarda düşünme türlü duygulara sebep olabilirdi. Kokular, alıp başını gider, ayrıksı bir atmosferde bizi iç ederdi.
Devekuşunun, at gözlüğü takanın, beyni ve düşünüş şekli de değişirdi. Atıkların mekânında, nice düşünce posaları/ pusu(la)ları alınır satılırdı. Da, şaşılır kalınırdı.
Düşünürüz de, bir türlü taşınamayız. Bir kısım düşünceler bizi esir eder; kelepçeler prangalar takar da kötü(rüm) eder.
“Bu yazı da nereden çıktı” demeyiniz. Üzerinize afiyet, biraz üşütmüşüm de…
Kendime gelmesem de; hayalimde düşü(nce)mde azıcık titremişim de.