Bugün insan merkezli yeni bir dünya inşa edilmekte. Her sahada bu hızlı dönüşüm sürecinin yansımalarını hissedebiliyoruz. Aklı egemen yapan dünya artık akılla her şeyin çözülemeyeceğini kavramakta hayli gecikti. İnsanın gerçek değerini ortaya koyan ruh boyutu şimdiye kadar hep ihmâle uğradı. Rûhun önemi ve insanın temelini teşkil ettiği gerçeği, bugün bütün çıplaklığıyla gözler önünde. Herkes şu gerçeği farkında, ruhu insanın bir kıyısına atıp yalnızca akıl odaklı hâkimiyetin ve sâdece otorite odaklı fikir ve yönetim biçimlerinin, insana ve topluma huzur getirmediği. Bugüne kadar geçerli olan düz mantık, halkın refâhından çok katı, baskıcı, dogmatik ve otoriter yönetim biçimleriyle devletin idâre edilmesi şeklindeydi. Hâlen devam etmekte olan bu somut gerçeklerin, hızla ilerleyen teknolojik gelişmelerin ve silah sanâyinin dünyaya barış ve istikrar getirmediğini, mutlu etmediğini insanlar şükür ki artık anlamış durumdalar. Mevcut siyâsi, idâri ve sosyal anlamda, insanın benliğine ve tüm değerlerine ters düşen sayısız yapılanmaya ‘hayır’ demek için insanlar çeşitli çalışmalar ve oluşumlar gerçekleştiriyorlar. İnsan olma haysiyetini ve onurunu üzerlerinde taşımak istiyorlar. Yanlış işleyen tüm yapılanmalara karşın çeşitli paktlar, organize birliktelikler, kuruluşlar, çalıştaylar düzenleyerek dünyâda âdeta bir ‘zihniyet devrimi’ oluşturmuş durumdalar. Beğenilmeyen bu mantıkta daralan insan, sıkışan rûhunu maddeden sıyırarak gerçekten insan olmak istiyor. Şahsiyetine yeni bir hüviyet kazandırmak yâni rûhuyla vâr olan insanı yeniden inşa etmek istiyor. Daha açıkçası insan kendini yeniden keşfediyor. Bunun içindir ki, bir İngiliz kalkıyor başka bir dîne mensup Filistinlinin acısını rûhunda hissedebiliyor gidiyor Filistin topraklarında acımasız İsrâil’e karşı duruyor. Gazze’de kendisi için en değerli varlığı olan canını Filistinli mazlumlar için ortaya koyabiliyor. Ruh artık bunalan hâlinden sıyrılmak, prangalarından kurtulmak ve duygularıyla hakiki insan olmak istiyor.
Bugün var gücüyle tüm dünyâda düzenlenen uluslar arası düzeydeki çeşitli oluşumlar, formlar, toplantılar ve müzâkerelerde, insanın ve insâni değerlerin güçlendirilmesi adlı gündemden hareketle çalışmalar yapmaktadır. Şu ana kadar insan, kendi dışında gerçekleşen ve menfi değerlerin yaygınlık kazandığı şu dünyâya, ‘yeter artık’ ‘benliğimin, şahsiyetimin, insânî kimliğimin hiçe sayılmasını istemiyorum’ diyebilecek bir ‘zihniyet değişimi’ne şiddetle ihtiyaç hissediyor. Bu zihniyet değişimiyle, rûhunu önemseyerek kendini yeniden keşfeden insan, yalnızca aklı mihenk yapan anlayışa dur diyerek ‘ruhumla birlikte olan akıl’ ile hayat yolculuğuna devam etmek istiyorum’ diyor.
Ailenin temel değerlerinin yıkılması, ahlâkın yozlaşması ve haddi aşması, insan bedenini tehdit eden zararlı madde bağımlılığının her çeşidinin kullanımlarının yaygınlaşması, artan stres ve sağlık bozuklukları, bir taraftan açlık, susuzluk ve sefâlete inat diğer tarafta alabildiğince israf içinde yüzen zenginler, bozulan tabiat ve doğa dengesi, çevre kirliliği hızla artan savaş teknolojisi, güç egemenliği baskısıyla yerleşen sömürü düzeni, insanı yok sayan bu etkenler böylesi bir ‘zihniyet değişimi’ni bugün zorunlu kılıyor.
Dünya târihi, insan düşüncesinin önemini vurgulayan Sokrates, Aristo, Descartes ve Eflâtun gibi ünlü filozofların ortaya koydukları bu gerçeğe yabancı değildir. Bugünkü sistem her ne kadar devlet millet kaynaşmasını önemseyen sosyal bir hayat tarzını insanın önüne sunuyor gibi görünse de hem bireysel hem de toplum olarak insânî değerlerin önemsenmediği açıktır. Böylesi toplumda insanın ruh boyutu dışlanmış durumdadır. Sistem insanı dış kalıplarıyla kavrayan güvensiz, cılız, esnek olmayan dar bir çerçeveye sokmak istiyor. Oysa insanın, sosyal ve geleneksel boyutundan önce ruh yönü ihmal edilmeden aklıyla bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Bugün bütün davranış bilimcileri bu gerçeği haykırmaktalar. İnsanın ruh yönü ihmal edilemez. Sâdece aklı egemen kılan zihniyet eksiktir, güdüktür, bütüncül olmaktan uzaktır. Bugüne kadar Avrupa’da vâr olan dînî öğretiler maalesef insanı ‘zihinsel kargaşalığına’ sürüklemiştir. Çağdaşlıktan uzak bu öğretileri sorgulayan insan çevresinden gördüğü baskı sonucu kendini ifâde etmekten çekinen korkak, ürkek, güvensiz bir şahsiyet geliştirmiştir. Sonrasında bu zihin kargaşalığını yaşayan insan, önüne konan zararlı dayatmaların peşinden gitmek istemediği halde zorâki gitmek durumunda bırakılmıştır. Bugün bu arayışlar ve baskılar devam etmektedir. Son günlerde yaygınlık kazanan terörist faaliyetler ırkçı yaklaşımlar, böl-parçala-yut taktikleriyle dünya bir çalkantı içindedir.
Böylesi bir karmaşa yaşayan insan artık kılıfından sıyrılarak, kabuğunun dışına çıkmak, rûhuyla hem kendinin hem de diğer insanların önemsendiği bir dünyâya açılmak istiyor. Ruhûnun üzerindeki prangalardan kurtulmak istiyor. Tam bu süreçte İslâm’ın getirdiği öğretilerin ruhûnu ışıttığını, hayâtına pozitif yön veren mesajlar ihtiva ettiğini keşfeden insan pratik yaşantısına İslâm’ın getirdiği söylemleri koymak istiyor. Çünkü âlemlerin sâhibi yüce Yaratıcı, İslâm’ın getirdiği gerçeklerle ‘dünyânın en şerefli varlığı’ olarak yarattığı insanı yaşanan hayâtın merkezine koymuştur. Ve yine İslam öğretilerinde insan; fikriyle, davranışlarıyla, duygularıyla değerlidir. Dünyâda tavuk kadar kıymeti olmayan insan, İslam’da ‘en şerefli’ ve ‘en değerli’ olarak yaratılmış bir varlıktır. Yüce Yaratıcı ona kendi rûhundan üflemiştir. İnsan, ruh boyutuyla İslam’da çok değerlidir. Değer verilen değer görür. İnsan kendisine değer verilene yönelir zâten fıtratın akışı da bu istikâmettedir.
Bu gerçeği kavrayan insan, nice yıldır bunun mücâdelesini vermek durumunda kalmıştır. ‘Maddeciler-dinciler’ ‘Akılcılar-gericiler’ gibi gündemlerle geçmişten bu yana bu tartışmalar hep devam edegelmiştir. Fakat bir uzlaşı gerektiğinin artık herkes farkında. Acımasız dönen güç egemenli hayat standardı dünyâyı mutlu etmemekte. Irak’a barış getireceğiz mantığıyla gerçekleştirilen tüm gaddarca eziyetleri, Ebu Gureyb’leri, Afganistan’da Tâliban odaklı yapılan zâlimce katliamları daha önce Yugoslavya’nın bölünme sürecinde Boşnaklara uygulanan tüm ahlak dışı vahşetleri seyreden dünya aslında bütün bir insanlığın öldürüldüğüne şâhit olmuştur. Hangi dine mensup olursa olsun tarih sürecinde cereyan eden bu hâdiselerde katledilen insanlardı ama aslında katledilen tüm insanlıktı. Bu sebeple bugün insanın artık insânî değerlerin yitirilmesine tahammülü kalmamıştır. Sâdece aklı egemen yapanların dünyâsında üretilen tüm teknolojilerin yanında savaş teknolojisi de insana karşı kullanılıyor. Oysaki insan rûhuyla insan olmak istiyor. Aklını rûhuyla birlikte kılarak tüm insanlığa daha yaraşır bir dünya sunulacağına inanıyor. Zirâ akıl olmadan ruh, ruh olmadan akıl noksandır dolayısıyla insanlığa sunulan her hizmet eksik ve noksan oluyor.
Nice insanca yaşayacağımız günlere…
Bugün var gücüyle tüm dünyâda düzenlenen uluslar arası düzeydeki çeşitli oluşumlar, formlar, toplantılar ve müzâkerelerde, insanın ve insâni değerlerin güçlendirilmesi adlı gündemden hareketle çalışmalar yapmaktadır. Şu ana kadar insan, kendi dışında gerçekleşen ve menfi değerlerin yaygınlık kazandığı şu dünyâya, ‘yeter artık’ ‘benliğimin, şahsiyetimin, insânî kimliğimin hiçe sayılmasını istemiyorum’ diyebilecek bir ‘zihniyet değişimi’ne şiddetle ihtiyaç hissediyor. Bu zihniyet değişimiyle, rûhunu önemseyerek kendini yeniden keşfeden insan, yalnızca aklı mihenk yapan anlayışa dur diyerek ‘ruhumla birlikte olan akıl’ ile hayat yolculuğuna devam etmek istiyorum’ diyor.
Ailenin temel değerlerinin yıkılması, ahlâkın yozlaşması ve haddi aşması, insan bedenini tehdit eden zararlı madde bağımlılığının her çeşidinin kullanımlarının yaygınlaşması, artan stres ve sağlık bozuklukları, bir taraftan açlık, susuzluk ve sefâlete inat diğer tarafta alabildiğince israf içinde yüzen zenginler, bozulan tabiat ve doğa dengesi, çevre kirliliği hızla artan savaş teknolojisi, güç egemenliği baskısıyla yerleşen sömürü düzeni, insanı yok sayan bu etkenler böylesi bir ‘zihniyet değişimi’ni bugün zorunlu kılıyor.
Dünya târihi, insan düşüncesinin önemini vurgulayan Sokrates, Aristo, Descartes ve Eflâtun gibi ünlü filozofların ortaya koydukları bu gerçeğe yabancı değildir. Bugünkü sistem her ne kadar devlet millet kaynaşmasını önemseyen sosyal bir hayat tarzını insanın önüne sunuyor gibi görünse de hem bireysel hem de toplum olarak insânî değerlerin önemsenmediği açıktır. Böylesi toplumda insanın ruh boyutu dışlanmış durumdadır. Sistem insanı dış kalıplarıyla kavrayan güvensiz, cılız, esnek olmayan dar bir çerçeveye sokmak istiyor. Oysa insanın, sosyal ve geleneksel boyutundan önce ruh yönü ihmal edilmeden aklıyla bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Bugün bütün davranış bilimcileri bu gerçeği haykırmaktalar. İnsanın ruh yönü ihmal edilemez. Sâdece aklı egemen kılan zihniyet eksiktir, güdüktür, bütüncül olmaktan uzaktır. Bugüne kadar Avrupa’da vâr olan dînî öğretiler maalesef insanı ‘zihinsel kargaşalığına’ sürüklemiştir. Çağdaşlıktan uzak bu öğretileri sorgulayan insan çevresinden gördüğü baskı sonucu kendini ifâde etmekten çekinen korkak, ürkek, güvensiz bir şahsiyet geliştirmiştir. Sonrasında bu zihin kargaşalığını yaşayan insan, önüne konan zararlı dayatmaların peşinden gitmek istemediği halde zorâki gitmek durumunda bırakılmıştır. Bugün bu arayışlar ve baskılar devam etmektedir. Son günlerde yaygınlık kazanan terörist faaliyetler ırkçı yaklaşımlar, böl-parçala-yut taktikleriyle dünya bir çalkantı içindedir.
Böylesi bir karmaşa yaşayan insan artık kılıfından sıyrılarak, kabuğunun dışına çıkmak, rûhuyla hem kendinin hem de diğer insanların önemsendiği bir dünyâya açılmak istiyor. Ruhûnun üzerindeki prangalardan kurtulmak istiyor. Tam bu süreçte İslâm’ın getirdiği öğretilerin ruhûnu ışıttığını, hayâtına pozitif yön veren mesajlar ihtiva ettiğini keşfeden insan pratik yaşantısına İslâm’ın getirdiği söylemleri koymak istiyor. Çünkü âlemlerin sâhibi yüce Yaratıcı, İslâm’ın getirdiği gerçeklerle ‘dünyânın en şerefli varlığı’ olarak yarattığı insanı yaşanan hayâtın merkezine koymuştur. Ve yine İslam öğretilerinde insan; fikriyle, davranışlarıyla, duygularıyla değerlidir. Dünyâda tavuk kadar kıymeti olmayan insan, İslam’da ‘en şerefli’ ve ‘en değerli’ olarak yaratılmış bir varlıktır. Yüce Yaratıcı ona kendi rûhundan üflemiştir. İnsan, ruh boyutuyla İslam’da çok değerlidir. Değer verilen değer görür. İnsan kendisine değer verilene yönelir zâten fıtratın akışı da bu istikâmettedir.
Bu gerçeği kavrayan insan, nice yıldır bunun mücâdelesini vermek durumunda kalmıştır. ‘Maddeciler-dinciler’ ‘Akılcılar-gericiler’ gibi gündemlerle geçmişten bu yana bu tartışmalar hep devam edegelmiştir. Fakat bir uzlaşı gerektiğinin artık herkes farkında. Acımasız dönen güç egemenli hayat standardı dünyâyı mutlu etmemekte. Irak’a barış getireceğiz mantığıyla gerçekleştirilen tüm gaddarca eziyetleri, Ebu Gureyb’leri, Afganistan’da Tâliban odaklı yapılan zâlimce katliamları daha önce Yugoslavya’nın bölünme sürecinde Boşnaklara uygulanan tüm ahlak dışı vahşetleri seyreden dünya aslında bütün bir insanlığın öldürüldüğüne şâhit olmuştur. Hangi dine mensup olursa olsun tarih sürecinde cereyan eden bu hâdiselerde katledilen insanlardı ama aslında katledilen tüm insanlıktı. Bu sebeple bugün insanın artık insânî değerlerin yitirilmesine tahammülü kalmamıştır. Sâdece aklı egemen yapanların dünyâsında üretilen tüm teknolojilerin yanında savaş teknolojisi de insana karşı kullanılıyor. Oysaki insan rûhuyla insan olmak istiyor. Aklını rûhuyla birlikte kılarak tüm insanlığa daha yaraşır bir dünya sunulacağına inanıyor. Zirâ akıl olmadan ruh, ruh olmadan akıl noksandır dolayısıyla insanlığa sunulan her hizmet eksik ve noksan oluyor.
Nice insanca yaşayacağımız günlere…