Her savaş ardında gözü yaşlı binlerce insan, anasız babasız çocuklar ve enkaza dönmüş ruhlar bırakır.
Yıkılan binalar değildir sadece, hayaller, yuvalar, umutlardır.
Kan ve gözyaşı birbirine karışır.
Goethe " ya örs olacaksın ya çekiç der, doğu sadiden Gandi’ye kadar "yemin ederim ki dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez der ve sorar cemil Meriç "kim haklı?"
Silah satan ve dağıtan ülkeler aynı şekilde savaşta ölen insanların ve çocukların yasını tutuyor.
Propaganda aygıtları güçlü olanlar kan ve gözyaşına sebep olurken bu aygıtlarla barış çığırtkanlığı yapıyor.
Nerede barıştan huzurdan bahsedildiyse kılıç kellleri almış, silahlar konuşmuştur.
Devletler de insanlar gibidir, çıkarları vardır, der İbni Haldun...
Çoğu zaman fikirlerini saçma bulsam da Arthur Shopenhuer'in dünyanın cehennemdeki gibi kükürt kokmasını ve güçlü olanın güçsüz olanın üzerine çullanarak boğazladığını görüyoruz. Hobbes de aynı fikirde... Darwin’de bu dünyayı güçlünün güçsüzü ezdiği bir savaş meydan olarak görüyor.
Dünyadaki bütün sorunlar bir insanın ya da bir devletin başka insan ya da devletin bahçesini gasp etmesiyle başlar. Tarih budur... Medeniyet bunun üzerine inşa edilmiştir.
Bahçesini, toprağını, malını, mülkünü...
Bu yüzden bir cenah özel mülkiyet hakkı tanımaz. Özel mülkiyeti hırsızlıktır, derler.
Fikirlerin gelişiminde "vatan, millet, haysiyet, emek, gibi kavramlarda önem kazanır."
Şu yukarıda bahsettiklerimiz genelde bir dini inanca bağlı olmayanlar...
Dini bir afyon, uyuşturucu olarak görenler...
Emil Cioran da bu tayfadan...
**
İnsanların sınırları vardır, devletlerin de hudutları... Bu sınırı zorlayan, bu hudutları tehdit edenlere karşı taarruz, müdahale kaçınılmazdır.
Kitle hareketlerinde de bu gözden kaçmaz. Güçlünün güçsüz üzerinde tahakkümü, güçsüzün birleşip örgütlenmesine sebep olur.
Nietche güç kavramı üzerinde fazlasıyla durur. Güç sahibi olmak... iktidar ne menem şeydir, tarihin sayfalarında bunun mücadelesini görürüz, savaş meydanlarından, politik meclislerde, haremden çarşıdaki esnafa kadar gücün, iktidarın kirli yarışı vardır.
İktidar ve aşk, imparatorlukların ve kitlelerin dinamosudur.
İkisi de entrikaya ve dalavereye müsait zemin hazırlar.
İkisinde de ele geçirme ve sahip olma arzusu fazlasıyla kendisini gösterir.
En nihayetinde çoğu zaman için diyebiliriz ki, insanın içindeki kötücül duyguların alevlenmesi işte ele geçirme ve sahip olma arzusunun gereğinden yüksek olmasıyla olur. Rekabetten ziyade gereksiz bir şehvetin esiri olma durumudur.
İnsanların milletler olarak yaratılması, çeşit çeşit dillerle konuşması tabiatının keskin bir sınavıdır.