Bugüne kadar hep aradık ama bulmaya niyetimiz olmayınca bir şey bulamadık. Bundan sonra; bulmak istediğimizin ne olduğunu bilerek aramaya başlamalıyız.
Televizyon tamircilerin kendilerini geliştirdiği kadar eğitimciler kendilerini geliştirmiyorlar. Eskiden televizyon tamircileri bozulan televizyonu yumruklarlardı son çare olarak. Şimdi ise ince ekranlı televizyonların çıkması ile tamirciler de artık yumruklamayı bıraktı; fişini çekip kısa bir süre sonra tekrar takıyorlar televizyonun fişini. Tamircilerimizin bu gelişimi ortada iken eğitimcilerin eskileri dayatmaları, yeniliğe açılmamaları, sembolleri ilahlaştırmaları, çocuk ruhundan anlamamaları ve en önemlisi de yeni neslin çok daha farklı olduğunu kavramamaları vahim bir durumdur.
“Dayak cennetten mi çıkma yoksa dayak kötü olduğu için mi cennetten çıktı?” diyen İbrahim TENEKECİ’nin bu kelâmını da konunun dışında iyi düşünmek lâzım.
Kesintisiz eğitim sistemi marifetiyle kesintiye uğrayan vasıflı insan yetişmesi ile kapitalizm ağalarına ucuz iş gücü olarak sunulan insanlar; eğitimin vermiş olduğu zararın bir başka boyutunu gözlerimizin önüne seriyor. Çünkü toplumlar hiç bu kadar diplomalı cahil görmedi, emek ve alın teri hiç bu kadar ucuz olmadı, mürekkep hiç bu kadar zehirli olmadı, okullar hiç bu kadar boş olmadı, eğitim ise nesilleri hiç bu kadar harcamadı...
Okulların yoğunlaşması ile hem eğitim kalitesi düştü hem de çok sayıda istihdam yüzünden eğitimci kalitesi düştü.
Okullar eğitim yuvası olmaktan çıkmış, ülkenin bazı istatistik verilerini istenilen seviyede tutmak için gençleri oyalama yerleri olmuş. Kadınların iş hayatında olmalarından dolayı tam gün eğitim adı altında veya adı üstünde; okullar kreş haline gelmiş. Okullardaki eğitim de; amacı dışına çıkınca diplomalı cahil insanların sayısında da ciddi şekilde artış olmuş.
“İnsanlarımızın (gençlerimizin) adalelerinin en güçlü olduğu zamanın; beyinlerinin en boş olduğu zamana dek gelmesi ülkemiz için büyük bir kayıp” dedi, torununu okula götüren fikri genç ihtiyar.
“Küçük ve orta (vasat) insanlar büyük insan yetiştiremez” dedi, Üstad Mehmet Şevket EYGİ; Allah ömrüne bereket versin.
Eğitimimizin düzelmesi için iyi bir sistem tek başına yeterli değildir. Ülkemizde en mükemmel eğitim sistemini de kursak eğitim alanındaki tüm insanlarımız iyi değilse başarı gelmez. Bu kadro ise bakanından servis şoförüne kadar iyi olmalı. İyi örnekler görmeyen gençlerimizi; iyi bilgiler, iyi insan yapamaz çünkü.
Eğitimde gelişimin ilk adımı coğrafya öğretmenlerimizin adım atması ile gerçekleşecektir. Gençlerimize ders anlatırken “ülkemiz üç tarafı denizlerle çevrili” demek yerine “ülkemiz üç taraftan denizler vasıtasıyla dünyaya açılıyor” demeli; ufkunu açacağımız gençlerimize. Eğitimimizin gelişiminde ikinci adım ise sınav sistemi ile ilgili olmalı. Dört yanlışın bir doğruyu götürmesi yerine, bir doğru dört yanlışı götürmeli sınavlar da dahil olmak üzere her yerde. Zira dinsizin hakkından doğru düşünen Müslüman gelir. Üçüncü adımımız ise müfredattan “Endoplazmik Retikulum” konusunun çıkarılmasıdır. Dördüncü adım ise öğrencilerin ders programında “Resim-İş” dersi ile “Beden Eğitimi” dersi aynı güne konmamalı. Üç tane çanta taşıyan çocukları görünce aklıma amele pazarı geliyor.
Eğitimde sloganlara yer verilmemeli ve tartışmaya kapalı konular olmamalı. Zira eğitim sistemi sonuçlarını yıllar sonra verir. Büyümesi uzun zaman alan çınar ağacı gibi… Eğitim sistemimiz ile öğrencilerin sadece beyni değil aynı zamanda gönlü ve kalbi de doldurulmalı. Zira yarının velileri olacak bu gençler eğitimin önemli bir parçası olacaktır. Eğitimde her türlü ideolojiye her türlü gruplaşmaya da son verilmeli. Sendikalar kaldırılıp yerine yayınevleri kurulup yeni fikirler, yeni düşünceler, yeni yollar bulunmalı; yeni icadlar, yeni teknolojik ürünler üretilmeli; yeni şiirler, yeni nesirler yazılmalı ve bunlar yayımlanmalı öğretmenler ve öğrenciler tarafından. Böylece ilmi, fenni, mantıki, edebi, ahlaki… yönlerden tüm insanlarımız kendini geliştirmiş olur. Zira düşünmek ile şahsiyet gelişimi beraber olur. Eğitimdeki en önemli husus ise şudur; iyi bir sistem kurup bu sistemi her türlü dış müdahalelerden uzak tutmaktır.
Gençlerimize iyi eğitim verirken onlara uyumsuzluğu da öğretmemiz gerekiyor. Çünkü bütün buluşlar, bütün icatlar, bütün yeni fikirler uyumsuzluğu ön plana çıkan insanlar tarafından bulunuyor.
Farklılaşmaktan ve uyumsuzluktan korkmayalım… Herkes gibi olanlar büyük insan olamaz ama sıkı bir ideoloji fanatiği olur.
Şöyle diyor Üstad Sezai KARAKOÇ: “Herkes gibi olmak, olmayacak bir şey. Herkes gibi olmak, olmamak gibi bir şey…”
“Bu açıdan hiç düşünmedim” dedi, dik açının seksen derece olduğunu zanneden. “Biraz daha geniş açıdan bakmalısın” dedi, seksen dereceyi bütünleyen.
Bir de şöyle düşünün; “Hiç bir besin değeri olmayıp ama yendiğinde tokluk hissi veren maddeyle karşılaşan mide ne hisseder”.
“Bir kişi hangi alanda eğitim aldıysa bil ki en cahil olduğu alan odur” dedi, günümüz eğitim sistemini eleştiren.
Bu yazıyı Üstad Mehmet Şevket EYGİ’nin sözleriyle ve Üstad Abdurrahim KARAKOÇ’un dörtlüğüyle bitirelim…
“Yük beygirine bol miktarda arpa, fındık, fıstık yedirseniz yine de yarış atı olamaz. Kalitesiz, vasıfsız bir elemanın maaşını iki, üç misline çıkartsanız, ondan iki üç misli hizmet ve randıman alamazsınız. İlköğretimden sonra, okutulmaması gereken gençlerini lisede ve üniversitede okutan bir toplum iflah olmaz, necat bulmaz, yükselmez. Almanya’dan ibret alalım. Okulu okul yapan dört temel unsur şunlardır: Vasıflı öğretmen ve idareci kadrosu... Uygun ve üstün bir eğitim sistemi... Mükemmel ders kitapları... İstidatlı, vasıflı, kumaşları kıymetli öğrenciler.”
“Severim, okşarım darılır sanma!
Vaktim az, yazmaktan yorulur sanma!
Daha derinlere inerdim amma
Aha burda karar kıldım bilesin...”