Kendinden emin ve ritmik adımlarla önümde hızlı hızlı yürüyen kişiye takıldı gözlerim. İkimizin yürüyüş hızları arasındaki fark, aramızdaki mesafeyi her geçen saniye daha da açıyordu. Uzaklaşıyordu. Geride kalıyordum. Fakat yine de görüş mesafemin içinden çıkmıyordu. Çıkamıyordu. Gözlerimin hapsindeydi.
Yolda belde, tanımadığım ve zaten tanışacağımı da hiç sanmadığım kişileri gözlemleyip onlar hakkında fikirler yürütmek ve onlarla ilgili hikayeler kurgulamak, zararsız, gizli ve büyük bir zevk olmuştur benim için hep. Yok, insanların özel hayatlarına karşı duyulan vahşi ve arsızca bir merak değil, aksine, o kişiyi yalnızca isimsiz bir kahraman olarak kullanıp -evet, 'kullanıp'- kafamın içinden yazdığım hayali senaryolardan söz ediyorum. Dedim ya, zararsız, gizli ve kişisel bir zevk işte...
Orta yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bu iri yapılı ve kumral kadın, hiç beklenmedik bir şekilde aniden duraksayıp elindeki telefona baktı, ekranı o yöne doğru çevirip görebileceği loş bir gölgelik arayarak. Bu güneşli, parlak ve ışıklı günlerde ekranlarla aramız pek iyi olmaz, olamaz. Bilirsiniz. Aradığı gölgeliği bulamayınca sol elinin yordamıyla oluşturduğu küçük ve loş karanlık sayesinde, o ekranda her ne gördü ya da okuduysa, onun için pek de önemli olmadığı aşikardı. "Yürüyüşüme bunun için mi ara verdim!?" diye söylenen hafif tonlu ama öfkeli bir vücut diliyle, eskisinden daha ritmik ve hızlı bir şekilde adımlamaya devam etti, telefonunu çantasına sinirlice geri koyduktan sonra. Belirli bir hedefe ulaşmak için mi, yoksa, spor olsun diye mi yürüdüğünü hiç anlayamadım ve fakat. Görünüşe -hızlı adımlarına- bakılırsa ya büyük bir acelesi vardı ya da gerçekten bir an önce forma girmek istiyordu. Benim, onun ardını takip eden adımlarım ise onun için üçüncü seçenek olurdu ki bu pek muhtemel değildi; onun da tanımadığı birinin peşine gayesizce takılmış olması.
Çok az sonra, bir apartmanın ziline bastı. Ona çok benzeyen yaşlı bir kadın indi sonra aşağıya. Annesi olmalıydı. Kadının dik başı, istemsizce aşağıya doğru hafifce eğildi, onu görünce. Bir suçlu gibi tıpkı. Annesi onun için dominant bir annelik yapmış, ya da, yapıyor olmalıydı. Benim gibi gözlemci birisinin, vücut dilinden az çok anladığını da tahmin edersiniz zaten, öyle değil mi? Ve evet... Konu her ne idiyse, kadının az önceki ritmik yürüyüşü, artık yılgın bir hal almıştı. Birlikte bir pastaneye girip oradan az sonra ellerindeki paketlerle dışarıya çıktılar. Bir ziyarete gidiyor olmalılardı.
Ve ben de onları izlemek için daha ne kadar, durup elimdeki telefona bakıyormuşum gibi yapıp kendimi oyalayacak bahaneler üretebilirdim, bilmiyordum. Fakat bu iri yapılı ve kumral kadının çocukluğunu, o yaşta bile görünce başını hala refleksif bir şekilde hafifçe öne doğru eğdiği annesiyle olan ilişkisini, bir de varsa babası ile olan ilişkisini merak ettim. Babası da annesiyle aynı çizgide bir ebeveynlik yapmış olmasaydı, kadının o yaşta bile hala başı öne eğiliyor olmazdı ve çok daha dik bir şekilde yürürdu diye düşündüm, sandım ve tahmin ettim. Dedim ya, gözlemleri ve detayları severim. Fakat şunu da demiş miydim ki, insan hep kendine benzeyeni kendine çekiyor, yolda belde olsa bile.