“Gündelik hayatta cansız nesnenin üzerinde yüz veya başka bir şey görüyorsak, bu durumu sıkça yapıyorsak, Paraidola” olabilirmişiz.
Bulutları nesnelere benzetmek, bildiğiniz tost veya ekmek üzerinde ünlü bir kişiyi görmek gibi mesela. Bir nevi hatalı anlam yükleme.
…
Oysa dünyaya türlü manalar verme, yanlış algılama hadisesi; canlı-cansız yüzler, sûretler üzerinde “yüz” görme, zannedildiği kadar masum anlamlar içermiyor. Ya da farklı boyutlara kayıyor.
Biz konuyu, biraz sağa sola çekiştirdik.
İstediği ayakkabıyı almaması yüzünden annesini darp edip, merdivenlerden aşağı iten asabî(!) kız, hangi yüzü görmüştü acaba anne çehresinde.
Arzularına, özgürlüğüne(!) mani şeytanî bir cadı mı, azılı düşman mı, hiç ıstırap çekmeyecek, incinmeyecek donuk bir cisim mi, mutlak itaate memur köle mi?
Ya, genç hanımefendi(!) ne yüzle bu zulmü işler.
O esnada silahı olsa çekip vurabilir miydi veya annesini biraz hızlı itse düşme sonucundan emin kalabilir miydi?
Tüm ailesini katledip, sonra kendini öldürenler; yüzünün cihandaki iyiliğine güzelliğine(!) güveniyordu herhâlde. Sevdiklerinin(!) yarattıklarının(!) kaderine hâkim, ölümü ve hayatı sunan bir İlah gibi aynada görünüyordu.
Merhameti, gÖzü yaşı kurumuş bu kadar kukla, oyuncak nereden geldi. Hangi meşum surata özenildi, peyda edildi.
Toplumda şiddet seviciliği, kara listeler artıyorsa, şer yüzüne de rağbet vardı galiba.
İtibar ettiğimiz yüzler çeşitleniyordu, her durumda.
Dünya sathında(yüzünde) tüm sevdiklerimize “Leyla siması mı” veriyoruz.
Kimimiz, genç yaşta canımıza okunurken; uyuşuk, dumanlı, mahvolmuş, delice “Mary…” mi diyoruz.
Çehrelerde ne okuyup, ne yazıyoruz?
Göremediklerimiz, kaçırdıklarımız neler? Put yüzler, Aslîsini mi gölgeler.
“Madde yüzüne” verilen YÜZdeler?
Kimler 100 üzerinden puan toplar?
Arsız “Çağdaş mânâ” yüzlenir(!) artık simsiyah maske mi takar?
Acaba hangi yüzle, maskeyle parlıyoruz toplumda.
Suratımıza palyaço makyajı kim yapar.
Hangi yüz asırlarca galebe çalar?
İçyüzümüzü kim bilir, bakar?
Ferdî olarak ne görüp şahit olmuştuk ki kimi dönemlerimizi, lânetler, tenkit eder, sever, beğenir ya da görmezden gelirdik.
Kabille Habil, birbirinin gözünde ne gördü.
Diller suçla ağırlaştı mı; kulaklar kapandı mı; estetikli(!) burnumuz çöpten, lâğım teneffüsünden hoşlanır mı? Yanaklarımız cürümle boyanır mı? Tiranlarca müdahale görmüş kafamız, gabîleşir samanlaşır mı?
Derisini yüzer miydik, şair, eleştirmen yüzlerin. Aşkı, başını uçurmuş, kanıyla Dicle boyanmış garip bilgelerin.
Yusuf’un simasından ne taşardı.
Yunus, Kimin Yüzünü gördü de, “Dağlar ile taşlar ile” çağırdı.
Bazı yüzlerde gerçekten hayvan timsalleri mi gezerdi.
Kalp evlerimizle ne yüzler barındırırdık.
İçimizdekiler; krapon kâğıdından olanlar, taş bebekler, adam sayılanlar ve sanılanlar, mevsimlik kullan at’lar, çizdiklerimiz, çözdüğümüz gizli yüzler.
Yol üstündekiler, dönüşenler, örtüşenler, öpüşenler.
Yüz yüze, kalp yüzüyle, gönül gözüyle iletişim kurar mıydık?
Kirli yüzü(müzü) yüreklice karşımıza alıp, sorgular mıydık?
Beden(varlık), ak alınlı bir Yüz olarak konuşacak mıydı öteki dünyada.
Sanki inanmaz mıydık?