Bir hareketin “töre” olabilmesinin ilk şartı o şeyin, yapana, yapılana ve topluma zarar veriyor olmamasıdır. Bir şey; yapana, yapılana ve topluma zarar veriyorsa ki mesela adam öldürmek, böyle bir hareketi dinimiz ve yasalar mutlaka yasaklanmış ve yapılmasına izin vermemiştir. “Efendim, törelerimize göre…” diye başlayan bir sözün içerisinde, adam öldürmeyi mubah gösterebilecek hiçbir gerekçe bulunamaz.
KÖTÜLÜKLERİN TÖRESİ OLMAZ
Yirmi birinci asra adım attığımız bugün, bilhassa ülkemizin doğu illerinde “töreler gereği…” insan öldürülebiliyorsa, bunun adına töre denmez, olsa olsa cinayet denir. Bu, yapanın alnında da bir kara lekedir ve adına katil denilir. Hele bu öldürülen kendi evladıysa ve hele de korunmaya muhtaç kız bir çocuğuysa bu cinayete verilecek isim bulunamaz.
İslam gelmezden önce, kız olarak doğan çocuklar toplumda iyi karşılanmaz, belli bir yaşta bizzat baba tarafından diri diri toprağa gömülerek öldürülürlerdi. Bu cinayeti işleyenlerden birisi de daha sonra adaleti ile ün salmış bulunan Hazret-i Ömer’(r.a) dir. İslam’la şereflenen bir insanın, cahiliye dönemindeki canavarlığından eser kalmıyor, bu suçunu itiraf ederek pişman oluyor ve insanlığa örnek bir kişi olabiliyor.
Gazetelerde, Televizyonlarda töre cinayetlerini gördükçe aklımıza, yirmi birinci asra girerken hâlâ cahiliyet döneminde yaşayanlar mı var? Sorusu gelmektedir. Töre cinayetine kurban edilen kız çocukları niçin öldürülmektedirler? Öldürülen kızların suçları nelerdir? Bu suç affedilemez bir suç mudur? Eğer ortada bir suç varsa bu suçun cezasını devlet mi vermeli yoksa en yakını olan baba ve ağabeyi mi, vermelidir? Bu ve benzeri birçok sorular.
TÖRE CİNAYETİ
Uzun yıllar bu konu üzerinde kafa yoran bir kişi olarak töre cinayetlerin; “bir kızın ailenin ve özellikle babanın isteği dışında bir erkeğe kaçması, karma olarak öğretim veren okullarda kız ile oğlanın birbirlerine meyl (gönül vermesi) etmesi” olarak gördüm. Bu durum aileyi çileden çıkarmakta ve yıllarca çocuklarının izini sürerek ilk ele geçirdiklerinde onu ve kocasını öldürmektedirler. Genellikle bunlar dini nikahlarını kıydırdıkları halde gazeteler ve televizyonlar bu haberi verirken; “kızın bir erkeğe kaçtığını ve nikahsız yaşadıklarını…” göstermektedirler.
CİNAYETİN SEBEBLERİ
Aslında olan şudur. Aile reisi baba kendini, kızı üzerinde onun evlenmesi de dâhil tam hak sahibi görmekte, kızına bu konuda en küçük bir fikir sormamaktadır. Ve sonu ölümle bitecek olan yanlışlıkların temeli burada başlamaktadır. Baba, kızına yüksek tutarda bir “Başlık parası” istemekte, onun evlenerek yuvasını kurmasını engellemekte, bir müddet bu duruma sabreden kız, sonu gelmeyen bu beklemeden bıkarak, gönül verdiği delikanlıya kaçmaktadır. “Dini nikâhını” kıydırmış olsa da, bu kız atasına isyan etmiş ve nikâhsız bir erkekle düşüp kalktığı zannedilmektedir.
İkinci şekil ise daha kötüdür. Kızın yaşı küçük olduğu halde baba, “başlık parası” alma hırsına onu kendinden çok büyük bir adama vermektedir. Düğün günü yaklaştıkça kız, istemediği bu adama varmaktansa beğendiği bir delikanlıya kaçmayı yeğlemektedir. Ve akıbet, “töre cinayeti”ne kadar gitmektedir.
KIZ, ESİR DEĞİLDİR
Kız çocuğu, ailenin bir ferdi ve bilhassa kendini ilgilendiren konularda görüşü alınması gereken bir insandır. Kız çocuğuna esir muamelesi yapmak, baba da olsa kimsenin hakkı değildir. Bu devirde bu yanlış kanaatin mutlaka kafalardan silinmesi lazımdır.
Kız çocuğu, istemediği bir insanla zorla evlendirilemez. Baba istiyor, anne istiyor diye kız çocuğunun rızası dışında işlem yapılamaz. Kız evladı “başlık parası” bedeline bir erkeğe satılamaz. O, kesinlikle bir mal değildir. Ana ve babanın bir parçası, canı ve ciğeri olması gereken yavrusudur. Kızın mutluluğu, ana ve babanın mutluluğu, mutsuzluğu ise ana ve babayı mutsuzluğunu gerektirir. Bunu düşünemeyen, bunu hissetmeyen ana ve baba, kendi öz kızlarının haklarına tecavüz ediyorlar demektir.
Dinimiz İslam bu konuda; “Bakire bir kız, Resulüllah (s.a.v) geldi ve kendi istemediği halde babasının onu birisiyle evlendirdiğini anlattı. Resülüllah’da (s.a.v) onu muhayyer (eşini seçmede serbest) bıraktı”. (Tecrid-i Sarih c:11, s:299) demektedir. Bu hadis-i şerife göre, akıllı ve baliğa olan bir kızın, rızası olmaksızın evlendirilemez.
NASIL ÖNLENİR
Bu gün dini eğitimden uzak yetiştirilen gençlerimiz, gücü olanın zayıfı ezdiği bir ortama doğru hızla sürüklenmektedir. Kısa vadede şu tedbirler (önlemler) alınmalıdır.
Babalar, ailesinin geçimini sağlayabilmek için “başlık parası” almaya mecbur bırakan ekonomik sıkıntılardan kurtarılmalıdır. Bilhassa doğu illerimize, sanayi tesisleri kurulmalı, üretim teşvik edilmeli ve üreticin hakları kısıntı yapmadan verilmelidir. (1974’de başlatılan ve 200 fabrikanın kurulmasını sağlayan Ağır sanayi hamlesi gibi)
Bugün ülkemizin 15.000 camisinin kadrosu olduğu halde imamsız, 10.000 camisinde ise ne kadro var ne de imam bulunmaktadır. Hıristiyan misyonerlerin fink attıkları ülke ortamında, bu kadrolar derhal verilmeli ve Müslüman halkımıza, dinimiz anlatılmalıdır.
1997 yılında göreve gelen 55. Ecevit-Bahçeli-Yılmaz hükümetinden beri 8 yıllık, zorunlu ve karma devam eden ilk öğretim okulları, 5 + 3 kesintili olarak devam etmeli, orta dereceli okullarda kız ve erkek öğrenciler birbirlerinden ayrılmalıdır. 15 yaşından aşağı yaşlardaki çocukların alınmadığı Kur’an kursları, 3 – 5 yaşındaki çocukların gidebildiği bale okulu, konservatuar ve buz paten merkezlerine benzetilmelidir.
Çıplak kadın figürleri yayınlayan TV’ler ve gazeteler zinanın önünü açmaktadırlar. Halbuki bu medya kuruluşları nikâh üzerine kurulmuş yuvaların mutluluklarını anlatmalı, onları çocuklarımıza tanıtmalıdırlar.