İlköğretimde Başörtüsü Konusu -2-
Türkiye’nin çoğunluğu Müslüman’dır. Devlet, halkının dînî vecibelerini yaşamasına, inançlarına uygun kıyâfetleriyle ülkesinde her vatandaşın yararlandığı imkanlardan faydalanmasına imkan sağlamalıdır. Bundan daha doğal ne olabilir? Sağlık kuruluşundan, kamu kuruluşuna, kamu teşkilatlarının her çeşidine en alt basamaktan en üst basamağa kadar tüm eğitim kurumlarına varıncaya dek memleketin bütün birimlerinde başı açıklar gibi başı örtülülerde herkes nasiplenebilmelidir. Bu durumu milli ve uluslar arası düzeyde mahkemelerde, meclislerde görüşüp karara bağlamak beklense de asıl olan bu değildir. Asıl olan; kimse kimsenin hayat biçimine müdahale etmemek ve özgürlüklerini engellememek kaydıyla kim hangi dîne mensupsa yaşadığı ülkede o dînin gereklerini rahatlıkla, özgürce yerine getirebilmelidir.
Bir kere Müslüman bir ülkede kadınlara farz olan örtünme emri varken onları bu emrin dışında bir vaziyete sokmak büyük bir vebaldir. Ülkeler yönetilirken düzenlenen anayasa maddeleri halkının huzur ve mutluluğunu hedef aldığı gibi inanç hürriyetini de önemser ve mevcut hukukla bu özgürlükler teminat altına alınır. Hiçbir devlet veya kanunlar sistemi halkının istemediği hayat tarzını veya kıyâfet biçimini halkının önüne dayatamaz. Hatta bu değerler bizzat devlet tarafından korunur. Birilerinin çıkarlarına hitap edilsin diye kanun, kararnâme, yönetmelikler icat edilemez. Devlette hedef kitle halktır azınlıklar nihâi hedeftir. Herkes inandığı değer ölçülerine göre kendi ülkesinde tahsil hayâtını küçük yaştan îtibâren sürdürebilmesi bugünkü birçok yapıyı içinde barındıran devlet sistemlerinde kabul görmesi en tabi bir vakıadır. Bu konuyu sahasında bir uzman Doç. Dr. Yusuf Şahin inceleyerek ‘İlköğretimde Başörtüsü’ başlığı adı altındaki yazısından faydalı olabilecek aktarımlar sunacağım sizlere: Sayın Şahin diyor ki:
“Diyelim ki, şu şekilde yaygın bir talep var: İlköğretimde başörtüsüne izin verilebilir mi? Sonda söyleyeceğimiz şeyi başta söyleyelim; yaygın bir talep olmasa da, ilköğretimde başörtülü olarak okula gitmek isteyen öğrencilere bu şekilde davranmaları konusunda izin verilmeli ya da bu şekilde eğitimlerini alabilecekleri başka kanallar açılmalı. Bu görüşümüzün temelinde ne tür bir felsefi düşüncenin yattığını şöyle izah edelim.
Modern ulus devlet, daha önceki devlet türlerinden farklı olarak, kendi sınırları içinde yaşanan olaylara kayıtsız kalmayan bir devlet, bunu akılda tutalım. Ülke sınırları içinde olup biten her şey, devletin kontrol etmek istediği bir şey bugün. Dahası devlet, ülke sınırları içerisinde yaşayanları bir ulus olarak tanımlıyor. Ve bu ulusu bir arada tutacak araçlara sıkı sarılıyor. Zorunlu askerlik, eğitim, spor bunlardan birkaçı. Bazılarının ileri sürdüğü gibi zorunlu eğitim öyle çok da mâsum bir şey değil aslında. (Burada, eğitimi kastetmiyoruz, eğitim târihsel olarak hep var olan bir olgu. Sorun, eğitimin zorunlu olması ve devlet tarafından verilmesi.) Devletler, kendilerine sâdık kullar yetiştirmek için zorunlu eğitimi önemsiyorlar. Zorunlu eğitimin süresinin artması, bu kulluk bilincini artırmayı kolaylaştıran bir unsur aslında. Eğitimin başka yararlar da var, bunu inkar etmek mümkün değil. Ama işin özünü kaçırmamak gerekir. Tek dil meselesi de bunun bir uzantısı. Ulus devlet yekpâre bir bütün oluşturma peşinde özetle.
Bizdeki durum biraz farklı. Batılı pek çok demokraside de zorunlu eğitim var. Ama oralarda en azından, çocuklarını kendi imkanları ölçüsünde yetiştirmek isteyenler için başka kanalların açılması yoluna gidiliyor. Devlet; laik karakterinden dolayı belirli bir dînî veya felsefî düşünceyi temsil edici bir durumda olmasın diye, kendi okullarında dînî simgelerin kullanımın yasaklayabiliyor ama farklı bir şekilde çocuklarını yetiştirmek isteyenlere de mâni olmuyor. Örneğin Fransa, dinle arası en limoni olan ülke olarak, bu konuda bizden oldukça ileride duruyor. Dindar ailelere, çocuklarını dînî okullara gönderme imkânı tanıyor.
Bizdeki sorunun özü şu: Zorunlu eğitim diye bir şey var. Çocuklarımız ilköğretime göndermediğimizde bir cezâyla karşılaşıyoruz. Ama bu okullardaki programın içeriğini oluşumun bir katkıda bulunamıyoruz. Örneğin yargı kararlarına rağmen, Alevi bir aile, çocuklarına zorla bir din eğitimi aldırmak durumunda kalıyor. Gerçi özel okullar var. Ancak bilinmeli ki, bu okulların Atatürk köşesinin nasıl düzenleneceğine varana kadar her şeyi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirleniyor. Bir mal veya hizmetin özel sektör tarafından veriliyor olması, bu mal veya hizmetin sunum şartlarında müşterilerin de söz sâhibi olmaları gerekir. Bir başka ifâdeyle özel sektörde patron sanılanın aksine müşterilerdir. (Müşteri her zaman haklıdır, müşteri velinimetimizdir tarzındaki özdeyişler bunu yansıtır.) Talep, arzın koşullarını da belirler. Eğer müşteriler başörtülü veya karışık bir şekilde okullara gidilmesi yönündeyse arz, buna göre şekillenir. Önemli olan, bu sürecin bir zorlama, şiddet kullanılarak yapılmıyor olmasıdır. Şiddetin olduğu yerde piyasadan da, insanlıktan da söz etmek imkansız hâle gelir.
Siyâsetçiler doğal olarak, sistemin hassâsiyetlerini de dikkate alarak diplomatik demeçlerle sorunu geçiştirme yoluna gitmektedirler….Eğer çocuklar benimse ve ben de çocuklarımın başörtülü olarak okumasını istiyorsam, lafı eveleyip gevelemenin bir anlamı yok; devletin, ya kendi okullarında buna izin vermesi ya da benim ve benim gibilerin taleplerini karşılaması gerekir. Fakat burada da işin içine laiklik girer.’ Diyor hocamız. Diğer yazımızda da bu konu devam edecek.
Güzel günler diliyoruz efendim.
Türkiye’nin çoğunluğu Müslüman’dır. Devlet, halkının dînî vecibelerini yaşamasına, inançlarına uygun kıyâfetleriyle ülkesinde her vatandaşın yararlandığı imkanlardan faydalanmasına imkan sağlamalıdır. Bundan daha doğal ne olabilir? Sağlık kuruluşundan, kamu kuruluşuna, kamu teşkilatlarının her çeşidine en alt basamaktan en üst basamağa kadar tüm eğitim kurumlarına varıncaya dek memleketin bütün birimlerinde başı açıklar gibi başı örtülülerde herkes nasiplenebilmelidir. Bu durumu milli ve uluslar arası düzeyde mahkemelerde, meclislerde görüşüp karara bağlamak beklense de asıl olan bu değildir. Asıl olan; kimse kimsenin hayat biçimine müdahale etmemek ve özgürlüklerini engellememek kaydıyla kim hangi dîne mensupsa yaşadığı ülkede o dînin gereklerini rahatlıkla, özgürce yerine getirebilmelidir.
Bir kere Müslüman bir ülkede kadınlara farz olan örtünme emri varken onları bu emrin dışında bir vaziyete sokmak büyük bir vebaldir. Ülkeler yönetilirken düzenlenen anayasa maddeleri halkının huzur ve mutluluğunu hedef aldığı gibi inanç hürriyetini de önemser ve mevcut hukukla bu özgürlükler teminat altına alınır. Hiçbir devlet veya kanunlar sistemi halkının istemediği hayat tarzını veya kıyâfet biçimini halkının önüne dayatamaz. Hatta bu değerler bizzat devlet tarafından korunur. Birilerinin çıkarlarına hitap edilsin diye kanun, kararnâme, yönetmelikler icat edilemez. Devlette hedef kitle halktır azınlıklar nihâi hedeftir. Herkes inandığı değer ölçülerine göre kendi ülkesinde tahsil hayâtını küçük yaştan îtibâren sürdürebilmesi bugünkü birçok yapıyı içinde barındıran devlet sistemlerinde kabul görmesi en tabi bir vakıadır. Bu konuyu sahasında bir uzman Doç. Dr. Yusuf Şahin inceleyerek ‘İlköğretimde Başörtüsü’ başlığı adı altındaki yazısından faydalı olabilecek aktarımlar sunacağım sizlere: Sayın Şahin diyor ki:
“Diyelim ki, şu şekilde yaygın bir talep var: İlköğretimde başörtüsüne izin verilebilir mi? Sonda söyleyeceğimiz şeyi başta söyleyelim; yaygın bir talep olmasa da, ilköğretimde başörtülü olarak okula gitmek isteyen öğrencilere bu şekilde davranmaları konusunda izin verilmeli ya da bu şekilde eğitimlerini alabilecekleri başka kanallar açılmalı. Bu görüşümüzün temelinde ne tür bir felsefi düşüncenin yattığını şöyle izah edelim.
Modern ulus devlet, daha önceki devlet türlerinden farklı olarak, kendi sınırları içinde yaşanan olaylara kayıtsız kalmayan bir devlet, bunu akılda tutalım. Ülke sınırları içinde olup biten her şey, devletin kontrol etmek istediği bir şey bugün. Dahası devlet, ülke sınırları içerisinde yaşayanları bir ulus olarak tanımlıyor. Ve bu ulusu bir arada tutacak araçlara sıkı sarılıyor. Zorunlu askerlik, eğitim, spor bunlardan birkaçı. Bazılarının ileri sürdüğü gibi zorunlu eğitim öyle çok da mâsum bir şey değil aslında. (Burada, eğitimi kastetmiyoruz, eğitim târihsel olarak hep var olan bir olgu. Sorun, eğitimin zorunlu olması ve devlet tarafından verilmesi.) Devletler, kendilerine sâdık kullar yetiştirmek için zorunlu eğitimi önemsiyorlar. Zorunlu eğitimin süresinin artması, bu kulluk bilincini artırmayı kolaylaştıran bir unsur aslında. Eğitimin başka yararlar da var, bunu inkar etmek mümkün değil. Ama işin özünü kaçırmamak gerekir. Tek dil meselesi de bunun bir uzantısı. Ulus devlet yekpâre bir bütün oluşturma peşinde özetle.
Bizdeki durum biraz farklı. Batılı pek çok demokraside de zorunlu eğitim var. Ama oralarda en azından, çocuklarını kendi imkanları ölçüsünde yetiştirmek isteyenler için başka kanalların açılması yoluna gidiliyor. Devlet; laik karakterinden dolayı belirli bir dînî veya felsefî düşünceyi temsil edici bir durumda olmasın diye, kendi okullarında dînî simgelerin kullanımın yasaklayabiliyor ama farklı bir şekilde çocuklarını yetiştirmek isteyenlere de mâni olmuyor. Örneğin Fransa, dinle arası en limoni olan ülke olarak, bu konuda bizden oldukça ileride duruyor. Dindar ailelere, çocuklarını dînî okullara gönderme imkânı tanıyor.
Bizdeki sorunun özü şu: Zorunlu eğitim diye bir şey var. Çocuklarımız ilköğretime göndermediğimizde bir cezâyla karşılaşıyoruz. Ama bu okullardaki programın içeriğini oluşumun bir katkıda bulunamıyoruz. Örneğin yargı kararlarına rağmen, Alevi bir aile, çocuklarına zorla bir din eğitimi aldırmak durumunda kalıyor. Gerçi özel okullar var. Ancak bilinmeli ki, bu okulların Atatürk köşesinin nasıl düzenleneceğine varana kadar her şeyi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirleniyor. Bir mal veya hizmetin özel sektör tarafından veriliyor olması, bu mal veya hizmetin sunum şartlarında müşterilerin de söz sâhibi olmaları gerekir. Bir başka ifâdeyle özel sektörde patron sanılanın aksine müşterilerdir. (Müşteri her zaman haklıdır, müşteri velinimetimizdir tarzındaki özdeyişler bunu yansıtır.) Talep, arzın koşullarını da belirler. Eğer müşteriler başörtülü veya karışık bir şekilde okullara gidilmesi yönündeyse arz, buna göre şekillenir. Önemli olan, bu sürecin bir zorlama, şiddet kullanılarak yapılmıyor olmasıdır. Şiddetin olduğu yerde piyasadan da, insanlıktan da söz etmek imkansız hâle gelir.
Siyâsetçiler doğal olarak, sistemin hassâsiyetlerini de dikkate alarak diplomatik demeçlerle sorunu geçiştirme yoluna gitmektedirler….Eğer çocuklar benimse ve ben de çocuklarımın başörtülü olarak okumasını istiyorsam, lafı eveleyip gevelemenin bir anlamı yok; devletin, ya kendi okullarında buna izin vermesi ya da benim ve benim gibilerin taleplerini karşılaması gerekir. Fakat burada da işin içine laiklik girer.’ Diyor hocamız. Diğer yazımızda da bu konu devam edecek.
Güzel günler diliyoruz efendim.