Nevzat Ağabey
Çocuklarla… yazı serisi
Sevgili kardeşlerim,
Artık insanların kalbinde Allah korkusu kalmadığından açıkgöz, dolandırıcı, hırsız, yan kesici, kap-kaçcıların hemen hepsi çevremizde “kol gezmekte” ve her yerde karşımıza çıkmaktadırlar.
Önlerine kim gelirse, genç-yaşlı, kadın-erkek, zengin-fakir demeden onların elindekileri alıp kaçmaktadırlar.
Bunlar günümüzde bazen kameralara yakalanıyorlar. Kameralar soygunu yapanı ve nasıl yaptığını bir film gibi gösteriyor. Polisler de gidip adamı yakalıyorlar.
Biz de bizler Allah’ın bizi takip ettiğine inanıyoruz. Allahın, adına melek dediğimiz görünmez kameralarıyla çektiği görüntüler oluyor. Onlar yaptığımız bütün iyilikleri de kaydediyorlar, kötülükleri de… Ve onlar hiçbir yerde bizim yanımızdan ayrılmıyorlar
İnsanın değişmez kaderi ölüm olduğuna, ölümünde sonra da tekrar dirilmek ve bu kameraların tespitlerine göre hesap vermek olduğuna göre, “Ben yaptım ama kimse beni görmedi, kaçtım” diyenler, orada birer birer yakalanacaklar ve hesap verecekler…
İyilikleri fazla olanlara “Buyurun cennete…” denecek, ama kötülükleri fazla olanları orada “Cehennem ağzını açmış onları beklediğini” görecekler.
KAZ GÖNDERSEM YOLAR MISIN
Çok soğuk bir kış günü bir padişah, tebdil-i kıyafet (elbise değiştirerek) ile gezmeye karar vermiş. Yanına baş vezirini alıp yola çıkmış.
Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.
Padişah, ihtiyarı selamlamış. “Selamünaleyküm ey pir'i fani...(yaşlı adam)” demiş.
Adam cevap vermiş. “Aleykümselâm ey serdar'ı cihan...” demiş.
Padişah sormuş. “Altılarda ne yaptın?”
“Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor...”
Padişah gene sormuş. “Geceleri kalkmadın mı?”
“Kalktım... Lakin ellere yaradı...”
Padişah gülmüş. “Bir kaz göndersem yolar mısın?”
“Hem de viyaklatmadan (hissettirmeden)...”
Padişahla baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah baş vezire dönmüş: “Ne konuştuğumuzu anladın mı?”
“Hayır, padişahım...” demiş, Baş vezir.
Padişah sinirlenmiş(!) “Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.”
Korkuya kapılan baş vezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor.
“Ne konuştunuz siz padişahla?” Adam, baş veziri şöyle bir süzmüş…
“Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir kese altın, söyleyeyim” demiş. Baş vezir, çaresiz bir kese altın vermiş.
“Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu?”
“Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemez.” Vezir kafasını kaşımış.
“Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?” Adam, bu soruya cevap vermek için de bir kese altın daha almış.
“Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim.(32 ise ağızdaki dişten kinaye, boğazımızdır)”
Vezir bir soru daha sormuş... “Geceleri kalkmadın mı ne demek?” Adam da ondan bir kese altın daha almış, yoksa adam söylemeyecek.
“Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim...”
Vezir gene kafasını sallamış.
“Bir kaz göndersem yolar mısın?” dedi, o ne demek...” Adam gülmüş…
“Onu da sen bul...” demiş.
Sevgili çocuklar,
Siz bu kazın kim olduğunu bulabildiniz mi?