İç âleminizde nice yollar tüketiyorsunuz. Farkına varmadan.
Düşünce gelgitleri, hadise yorumları, başlangıçtaki fikir serpintileri, his hayal hercümerci, tereddütler, durak(lama)lar, gönül seferleri…
Hep, dışarda ancak izleri görülmeyen yollardan. Ama bu eylemli gidişler, aslî yolumuzu da çiziyor.
Yol içinde yollar… Kalbimize misafir olan davetli, davetsiz konuklar.
Kaldığımız hanlar, oteller, nefis şarkılar duyduğumuz sahibinin sesi(!) hamamlar, bazen sırlı ruh banyoları, arılık çalışmaları…
Ve Seyyahlar. Durduğumuz, oturduğumuz yerde nasıl yorulur ırılırız bazen.
Böylesi düşünce cebelleşmeleri, karşı koyuşlar, direnişler; neticede olaylara, dünya hallerine, kaçınılmaza teslimiyetin verdiği bitap düşme, bitkinlik…
Hep bir hareketin,, ilerleyişin, bir noktadan diğer noktaya gidişin eseri değil mi?
Zikzaklar, sıçramalar, geri dönüşler, göçler, batışlar, iniş ve kalkışlar aslında bir yol çizmez mi?
Yollar bir mânâda çizgiler, kotlar, hudutlar değil mi. Ya da barındırmaz mı?
Karşımıza ne çıkacağını bilemeyiz. Bu da sürprizler, müjdeli kasvetli şoklar, müphemlik; istikbale, şahsî hikâyemize dair bir cazibeyi, bilme ve devam arzusunu, keşif duygusunu tevlit etmez mi?
Beden sapasağlamken; derûnda görünmez hastalıklar, marazlar, mikroplar, ruhumuzu kilitlediğimiz mahpushaneler, avareler.
Kaderin cilveleri, yâreler, yaveler…
Düdükler, hödükler, hecin develeri, çöller, rehber e(şekler), a(ra)cılar, taşınmazlar.
Kılavuz saydıklarımız, harita ve pusu(la)lar, şakiler, yol kesiciler, belânın şahı ecesi, yazgı heceleri, çukur hendek kuyular, süsler püsler, iblis manivelaları, nefis dümenleri, türlü mânialar.
Düzen, tuzak, hilenin envaiçeşidi, daima dışarda değil ki. Esas içerde.
Kalpte ne savaşlar veriliyor. Er meydanlarında kimler devrilip, hizaya geliyor yahut ittifak yapıyor.
Yollarda ilerlemek zorlaşıyor. Şaşırıyoruz.
Günlük faaliyetlerin içinde, durgun gibi gözükürken. Yürekte; dur durak bilmez sesler, yankılar, vakalar, gazaplı gülüşler, gizli hıçkırıklar:
“Şurada trafik kesilmiş(!)”
“Bir çığ(lık) koptu!”
“Deprem, sel uyarısı!”
“Terör saldırısı!”
“Kale(!) düştü!”
“Düşmez kalkmaz Bir Allah”
Beraber gezintiye çıktığımız kalabalıklar; bizi güden sürüler; güzergâhtaki arsızlar hırsızlar.
Büyülü çağrılar, varoluş sancısı ve ağrılar…
Keşmekeş, dört yönlü tehlike, kargaşa, sonra belki gök insanları; bağışlayıcı, okşayıcı, keremli esintiler….
“Üstümüzdeki ve ayaklar altındaki nimetler”.
Yollar ve karşılıklar; daldan dala uçan koşan “ayaklar”, seçimini yapan eller.
“Dikkat!” diye uyaran üst akıllar. Bin türlü yol haberleri(!)
Ve sırlı, sıcak bir sesleniş:
Selâm Yolcu!