Nostalji diye okumayalım lütfen, bakın ne incelikler, ne saygılar varmış. Günümüzle karşılaştırınca, özellikle düşündürücü geliyor.
“Hac yolculuğu uçak konduculuk oyununa ve dolayısıyla İslam coğrafyasından soyutlanmış bir seyahate dönüşmeden önce, “Mekke-i Mükerreme’yi ziyaretle hac vazifesini yapmak isteyenler, önce kendilerine bir yol arkadaşı seçerlerdi, sonra yol hazırlığı başlardı. Bazı eşya ve çamaşırları için köseleden sandık biçiminde sahhare, su koymak için yine köseleden yapılmış su matarası, mevcut parasının bağlayacağı meşin kemer, bozulmadan bir müddet dayanabilecek köfte, tavuk, söğüş, peksimet, gevrek, zeytin ve peynir gibi azık tabir edilen yiyecekler hazırlarlardı. Bineceği gemi ile sözleştikten sonra ve arkadaşı ile gidecekleri yönü tayin ettikten sonra götürecek geminin hareket günü yakın ahbaplara bildirilirdi. Cuma günü olan o gün, yakınları tarafından sahhare, sandık ve yiyecekleri gemiye götürülürdü. Gemide oturup yatacağı yeri hazırlanır, seccade ve şiltesi yayılır, sandıkları uygun bir yere konur, gelişi beklenirdi. Yolcu, hanesi halkına veda edip ailesiyle helalleştikten sonra hanesinde uğurlamak için toplamış yakınları yolcuyu ortalarına alır, imam efendi tarafından sağlık ve selametine ve hac vazifesini yerine getirip salimen geri dönmesine ve ailesinin afiyetine dua edilir, hazır olan herkes ‘Amin’ der, şerbetler içilirdi. Diğerlerinden ayrılması için başını Arapların sardığı kefiye ve arkasına yeşil renk bir cübbe giymiş olan yolcu uğurlayanların ortalarında olmak üzere haneden hareket edilir, beş-on kişi yüksek sesle ‘tekbir’ ve ‘Salavat’ getirerek önden gider, diğerleri etrafını alırdı. Yolda bunlara rastlayanlar durarak selametine dua edip, kendilerine de böyle hacca gitmenin nasip olması temennisinde bulunurlardı. Nihayet iskeleye varınca yolcu, ahbap ve akrabalarının almış olduğu beş on simidin yarılarını birer akraba ve ahbabına verir, diğer yarılarını da kendine alıkoyardı. Bundan maksat yarım simitleri yolda yedikçe, kendini onlarla berabermiş gibi hissedeceğini ve akrabalarını unutmayacağını belirtmektir. İskelede yine imam efendi tarafından yüksek sesle selametine dua edilir, geri dönülürdü.
Gidişinden üzüntü duyarak gözleri arkada kalmış anlamına gelmemesi için uğurlayanların arkalarına bakmamaları çok dikkatle uyulan bir adetti. Bu arada gemide artık hareket ederdi. (…)
Hacılar dini usullere göre ihrama girecekleri yere gelince, elbiseler çıkartılır, ihrama gireceği zaman traş olunurdu. Tüylerin bir miktarını ailesine yazacağı ilk mektubun içine koyup göndermek de bir âdetti. Bu suretle vücudundan bir parçasın eve gelmesi kendisinin de salimen geri döneceğine hayırlı bir işaret sayılırdı.
Hacca gidenlerin gelen mektuplarından dönüşlerinin yaklaştığı anlaşılınca, tahminen birkaç gün evvelden dönüşünü beklemekte olan akraba ve ahbaplarına derhal haber verilir ve onlar da iskeleye koşarlardı. Mahallesi halkı ve imam efendi de acele iskeleye inerlerdi. Bu arada civar tekkelerden zilsiz defe benzeyen mazhar ile nebye ve ziller çalınarak, yüksek sesle tekbirler getirerek, sırtında yeşil cübbe ve başında keyfiye sarılı olan hacı çok yavaş bir yürüyüşle hanesine kadar götürülürdü. Kapının önünde herkes toplanış olduğu halde imam efendi Allah’a şükrederek sağlığının devamına, ailesinin mutluluğuna, tekrar hacca gitmesine, gitmeyenlerde de haccın nasip olmasına dualar ederdi. Hazır bulunanlara şerbetler dağıtılırdı. Hacı, birkaç gün istirahat edip yorgunluğunu alması için hanesine bırakılıp dönülürdü.
Hacının dönüşünden önce hanesindekiler gayet iyi cins iç çamaşırlarını, ağır kumaştan entarisini, cübbesini, ayakkabısını hazırlarlar, kudreti yerinde olanlar çok kıymetli kürk alırlardı. Ayrıca hanenin bir odası yeniden tefriş edilir, her şeyleri yenilenirdi. Hacının dönüşünü tebrik için belirlenen kabul gününe tehniye cemiyeti adı verilirdi. Tehniye cemiyetine gelenlerce hacı hanesi olduğu anlaşılsın diye evin kapısı da yeşile boyanırdı. Geldiğinin üçüncü günü icap eden ahbaplar davet edilir, hanımlar iki gün sonra çağrılırlardı. Bu cemiyet için ayrılan büyük bir odanın bir tarafına bir masa konur, üzeri ala bir top şalla örtülür. Onun üzerine büyük tepsi içinde, özellikle gümüşten, fıçı gibi, altı musluklu ve sehpa üzerine konmuş Zemzemlik yerleştirilirdi; içinde hacının Mekke’den getirdiği zaman Zemzem suyu bulunurdu. Etrafına zemzem için ufak boyda kesme billurdan ufak boyda altı kadar kabın içine kenarları zilli çukalar konur ve çukalar üzerine ve ödağacı yağı, ıtır yağı, (…)gül yağı, misk yağı ve kalemis yağı dökülürdü. Birkaç tabak içerisine temiz tülbentler konur, suni çiçeklerle tezyin edilmiş bir misk yağı takımı da bulundurulurdu. Kahvelerin içine kakule konur, bir büyük dövme bakır kap içinde yalnız şekerden ya da baldan yapılmış şerbetle tavla zarı büyüklüğünde dörder köşe yapılıp fırında kurtulmuş hacı lokumu hazır bulundurulurdu.
Tehniye cemiyeti günü misafirler geldikçe hane halkı tarafından karşılanır, tehniye odası’na götürülürdü. Hac etmiş olmasına hürmeten hacının, gelenleri karşılamak için aşağıya inilmesine müsaade edilmezdi. (…) Orta halli hacı ailelerinin tehniye cemiyeti ile meşgul olmaları yüzünden yemek pişirmeye vakit bulamayacakları düşüncesiyle hacı olan zata hürmeten yakınlarındaki kibar dairelerinden veya komşularından üç gün süreyle haneye akşam sabah yeteri kadar ekmek ve yemek getirilirdi. Böylece komşuluk vazifesi yerine getirilirdi. Eskiden tehniye günü gelen misafirlere yemek çıkarmak da âdet değildi.” (Ömer Lekesiz; Sevgilinin Evi, Selis Yayınlar, sh. 217- 220)
………….
Not: Hayırlı bir yolculuk için bir süre yazılarıma ara veriyorum. Hakkınızı helal ediniz. Dualarınızı beklerim.