Önceki yazımda değindiğim gibi. Bendeniz yaşamım olan otuzlu yıllardan sonraki müşahedelerimi sunduğumu tekraren vurgulamak isterim. Eksiklerim olabilecektir elbette. Bu hususta özürlerimi de iletirim.
Önceki yazımda, Ramazanın heyecanı ile başlayan ilk gün hareketlerinin görüntüsünü anlatmaya çalıştım.
Bu gün, davet günleri haricindeki günlerde ne gibi hareket ve duygular yanında, iftar yaklaşırken ve yenirken neler oluyordu? Müşahede edelim.
“Ne yani bugün bunlar olmuyor mu?” Diyenlerimiz olabilir. Ama ne yazık ki o günlerin topluluk yaşam ve anlayışı ile bu günleri karşılaştırdığımız da çook farkların olduğunu izleriz.
Sadece iki örnek vereyim.
Aşağıda da anlatacağım gibi, o günlerde hır bile çıkarmak isteyenler hemen susarken, bugün kan gövdeyi götürmekte.
O zamanların aileleri, kaç oğlu evlenmişse bazıları damatları ile de birlikte “develik” de denilen geniş mahaldeki odalar içinde oturup Ramazanın ulviyetini tadarlardı.
Son yıllarda apartman hayatı ile bunlar nostalji oldu. Evlerde imkân da olsa beraberlik yerine ayrı dairelere gidiveriyor gelinlerimiz oğullarımız. Böyle olunca onlar yalnız/ biz yalnız/ iftar ruhuyesi yapyalnız… Oluveriyor işte!..
Ya komşuluklar!.. Nostalji de sabah akşam birbirlerinden haberdar olmak isterken, şimdileri sadece asansörde selamlaşırken (o da olmayabiliyor), sokağa çıkınca sanki yabancılaşıverenler olmuyor mu?
Günlük hayatın karmaşasında unutulan değerler Ramazan ayı ile birlikte hatırlanırken, eski Ramazanları özlemle hatırlayan çok ama çare de yok!..
***
Daha önce de değindiğim gibi sabah namazı için Kapı, Aziziye, Şerafettin ve Süleymaniye camilerine gidenlere iştirak edemeyenlerden, gün doğarken evlerinden çıkan beyler, kapı önlerinin temizliği ile karşılaşıp giderken diğer komşuları ile selamlaşıp birleşip iş yerlerine giderlerdi
Ramazan günleri olay çıkmadığı bir tarafa, yüksek sesler bile duyulmaz Bedesten’deki Gramofoncu İsmail Efendi bile çalmazdı güzel plaklarını. Sakinlik içinde geçerdi sokaklar…
On yaş civarında müşahede ettiğim, hala gözümün önüne gelen bir hatıram var.
Bedesten Sokağı’nda Karpuzoğlu Mağazası önünde iki kişinin boş kaldırım(!) üzerin de münakaşaya başladıklarını görmüştüm.
Biri diğerine el kaldırmaya çalışırken diğeri onun elini tutup “Ben oruçluyum kavga edemem” deyince diğerinin hemen elini indirip “Affet unutmuşum” diyerek kucakladığına şahit olmuştum.
Siz varın bu günleri düşünün gayri!..
Esnaf müşterisine, müşteri esnafa olan saygısı yanında esnaf, (bu günün oruçta tutan meslektaşlarının aksine) bilhassa gıda maddeleri fiyatlarında “Ramazan bereketi gelir” diyerek, indirim yapar, tanımadığı fakir müşteri için para almaz veya az alıverirlerdi.
Hele borçluların kapısı hiç çalınmazdı.
Önce de değindiğim gibi namaz vakitlerini camide geçiren kimselerin sessizliği içinde kalan sokaklarda namaz sonu hareketlenirlerdi.
Evinin uzaklığına göre iftar vaktinden bir veya yarım saat evvel doldurduğu sepetini eline alıp çıkardı yola. Bu günün trafiği yerine tabanvayla gittikleri için stresin yanına bile uğramaz sağlıklı olurlardı.
Sofralarına bir misafir olsun isterlerdi. İftar vakti camide olanlardan yabancı gördüklerini eve götürmede yarış içine girerlerdi.
***
Ramazan'ın gelişiyle evlere şenlik doğar, bereket yağardı.
Değindiğimiz gibi şimdilerin aksine, ailenin tüm üyelerinin toplandığı iftar sofraları birbirinden leziz özel Ramazan yemekleri ve tatlılarıyla donatılmaya çalışılırdı.
Bunların hazırlığında evdeki hanımlar iftara yakın hazırlığa başlarlardı.
O gün saç böreği mi, su böreği mi, kıvrım mı, baklava ve diğer tatlılar mı hazırlayacaklar? Bunları hazırlamak için açık veya kapalı yerlerdeki toprak ocak yakılır, üstüne sac konur veya odada ki söğündürmeli (yanmış odun kömürü) mangalda, büyük tepsilere konulmuş börek ve tatlılar pişirmeye başlanır, top atılmadan evvel hazır hale getirilirdi...
Odaya iftar sofrası dediğimiz, büyük tahta veya bakır sini ile sofra kurulur. Üzeri Ramazaniyelik denilen, envai reçel ve peynirler, pastırma, sucuk, bal, tahin, pekmez vb. ile (o zamanlar kışın bulunmadığı için) mevsimi ise salata da konulmuş, içli dürümler sralanırdı..
Ev halkı, camiden gelecek dede ve babaları beklemekte iken çocuklar Mevlâna Türbesi’nden atılacak fişek sonrası Alâeddin Tepesi’ndeki çaput - barut içli Ramazan topunun sesini beklerken “Ha fişeğim patlayıver, Ha topum gümleyiver…” nakaratını söylerdi.
Ne olur ki şimdide tüm şehirden görülebilecek fişek atımlarını eğlencede olduğu gibi müze içinden de atıverseler. Erzurum Belediyesi’nin yaptığı gibi top yerine birkaç yerden atılacak ses bombası patlatarak duyuruverseler!
Herkes tamam olunca kurulan yer sofrasına oturulur. İftar duası ile Yüce Yaradan’a şükürler edilir. Ramazaniyeliklerden yenmeye başlanır ve yemekler sıraya girerdi.
Yemek sonu duasından sonra şimdileri gibi kültür park veya mahalle araları ile Meram Köprüsü’nde müzik ve konserler bulunmadığı için onun yerine abdestlerini alıp Teraviye giderlerdi. Hanımlar ve kız çocukları daha önce gider, biraz sonra da dedeler babalar ve oğullar camiye gidip namazlarını eda ederlerdi.
Gün böylece biterdi. Gelecek günlerde zamanın iftar sofralarını beraber okuruz inşallah...
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
***
Okuyucu maili;
30 Temmuz 2012 tarihinde Sadi TOPRAK <stoprak@bimeks.com.tr> yazdı:
Ne güzel yazmışsınız Ahmet Amca. Bazı anlattıklarınız bizim de yetişemediğimiz kadar eski. Lakin tasvir öyle sağlam ki yaşadım adeta.
Elinize, emeğinize sağlık.
Hayırlı Ramazan'lar dilerim. Selametle.
Sadi TOPRAK
Bölge Yöneticisi
Bimeks Bilgi İşlem ve Dış Ticaret A. Ş.