Milliyyeti nisyân ederek her işimizde
Efkâr-ı Fireng’e tebaiyyet yeni çıktı.
Ziya Paşa
Büyük sosyolog İbni Haldun şöyle der: “Milletler ve medeniyetlerde insanlara benzer. Doğarlar, büyürler, yaşlanırlar ve ölürler.”
Elde hayat iksirimiz Kur’an varken, İslâm medeniyetinin ölmemesi gerekirdi. Yani bir yerde ölürse, başka bir yerde yeniden doğması, yükselip yücelmesi gerekirdi. Çünkü Peygambere Efendimiz veda hutbesinde, “size iki emanet bırakıyorum, onlara uyarsanız, yükselir ve yücelirsiniz, aksini yaparsanız zillet ve sefalete düşersiniz, onlar; Allah’ın kitabı ve benim sünnetim” (1) buyurmuştur. Her halde Müslümanlar bu iki emanete sahip çıkamadıkları için; Ortaçağda medeniyetin zirvesinde dolaştıkları halde, bugün maalesef acınacak durumdalar.
Tamam bu da Müslümanların hatası, kaderin de bir cilvesi diye değerlendirilebilir ama, şairin dediği gibi, bu düşüşün, bu iflasın faturasını İslâm’a kesmişler ve “her şeyimizle biz Yahudi ve Nasarayı taklit etmezsek adam olamayız” gibi bir zihniyete kapılmışlardır.
Hâlbuki İslâm taklit düşmanıdır. Markadır, orijinaldir. Peygamberimiz bu hususta öyle hassas davranmış ki; İnsanları ibadete çağırmak için ilk zamanlar “çan çalalım” diyenlere Peygamberimiz; “o Hıristiyan adeti” demiş, boru öttürelim diyenlere “o Yahudilerin adeti” demiş ve ezanı bulmuşlar. İbadette Kudüs’ten yönlerini Kâbe’ye çevirmişler. Yahudiler Muharrem ayının sadece 10’uncu günü oruç tuttukları için Efendimiz “onlara benzememek için siz 9-10-11’inci günleri tutun” (2) buyurmuş. Gayri Müslimlerin tırnak kesmelerine, kılık kıyafetlerine, örf ve adetlerine benzememek için yeni yeni usuller ve adetler geliştirmiş ve İslam’ın her şeyiyle orijinal olmasına önem göstermiştir.
Bu husustaki kararlılığı: “Kim bir kavme benzemek isterse o kimse, o kavimdendir.” (3) Hadisinde açık bir şekilde görülmektedir. Ünlü düşünür Buruno’nun: "Başkalarının izinden gidenler iz bırakamazlar.” sözü, konunun ne güzel özetidir.
Ama çok hassas olduğu bu konuda ümmetinin ahir zamanda hata edeceğini, Yahudi ve Hıristiyanların izinden gideceğini, onlar keler deliğine girse, Müslümanların da girmeye kalkacaklarını, (4) işte o zaman bir hiç olacaklarını, selin önündeki çör-çöp gibi olup, hiçbir ağırlıklarının olmayacağını (5) bildirmiş ve maalesef bugün o günler yaşanmakta ve dünya medyasında; “53 tane İslâm devleti var bir Fransa etmiyor” sözü dolaşmaktadır.
Norveçli bir gazetecinin şöyle bir tespiti vardır: “Türkler İtalyan kanunlarına göre ceza yerler, Alman kanunlarına göre borçlanırlar, İsviçre kanunlarına göre evlenip boşanırlar, İslam kanunlarına göre de ölürler.” (6)
Ankara hükümetinin ilk günlerinde Yenişehir gibi bazı semtlere (7) ve Meclisin yakınlarına köylüler ve pejmürde kıyafetli adamlar sokulmuyor ve meclise girmek isteyenlere mutlaka frak giyme mecburiyeti getirmişler. O zaman doğru dürüst elbise bulamayan insanlar frak’ı nerde bulacak? Açıkgöz Yahudilerden Meclis yakınındaki esnaflar birkaç boy frak diktirmiş, Meclise girmek isteyenlere kiraya vererek para kazanmış. (8) Bu mukallitliğimiz yüzünden Meclise Çekoslavakya’dan avizeler getirilmiş, gelmeden önce o zaman bir Demirperde memleketi olan bu memlekette Ruslar içine dinleme cihazları yerleştirmiş ve yıllarca Meclisimizi dinlemişler. (9)
Uzun müddet hiçbir şey yapmadan ağaç dalına konup, etrafı tarassut eden kartala özenen tavşan da, onu taklit etmeye kalkmış ve bir tilki tarafından afiyetle yenmiş. Bunu gören kartal: “Hem aşağıda olup hem de hiçbir şey yapmadan oturmanın, başkalarını taklit etmenin bedeli çok yüksektir. Tavşan kardeş sen işin bu yanını hiç düşünmedin” demiş.
Taklit etme kimseyi
Bilerek yap her şeyi
Unutma hiç gâyeyi
Bir an bir zaman kızım
Veysel Öksüz
Maymun avcıları, şimdiki gibi teknik aletlerin olmadığı dönemlerde maymunları şöyle yakalarlarmış: Maymunların çok olduğu ağaçların altına varırlar, içinde fındık, fıstık gibi onların sevdiği yiyecekler olan ve ağzı dar olan çömleklerin içinden, ellerini küçülterek, incelterek tek tek çıkarırlar ve yerlermiş. Ondan sonra bir kenara çekilir beklerlermiş. Mukallit maymunlar onlar gidince hemen ağacın dibine inerler, ellerini çömleğin içine daldırırlar, yiyecekleri avuçlarlar, ama ellerini bir türlü çıkaramazlar, onlar uğraşıp dururlarken avcılar gelir yakalar ve bir ömür sirklerde hürriyetlerinden mahrum bir hayat yaşamaya mahkûm olurlarmış. Mukallit milletlerin akıbetleri de bu maymunlarınkinden pek farklı olmaz. Konuyu Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden bir kıssa ile bitirelim:
Hıristiyan mistiklerden biri, yolu üzerindeki bir manastıra misafir olur. Eşeğini ahıra çekip, sofiyi de sedire oturturlar. Manastırdaki sofiler, yiyecek bir dilim ekmeğe muhtaç yoksul kişiler. Manastıra inen konuğun da karnı aç… Ne yapsınlar, toplanır, aralarında karar verirler. Konuğun eşeğini satacak, onunla yiyecek-içecek alıp sazlı sözlü bir ayin meclisi kuracak, böylece manastıra inen misafirin gönlünü hoş edecekler, sabah olunca Allah Kerim.
Eşek hemen satılır. Parasıyla türlü yiyecekler alınır, mutfağa gönderilir, Bu gece manastırda misafir şerefine ziyafet var, ayin ve eğlence var diye de çevreye, konu-komşuya haber verilir. Gerçekten büyük bir ayin tertiplenir, yenilir, içilir. Hem manastır ehlinin, hem de bizim misafir sofinin keyifleri yerindedir. Kendilerini müziğin, âyin’in ritmine kaptırmış, dünyayı unutmuş, kendi âlemine dalmış, hepsi “eşek gitti, parası bitti” diye bir tempo tutturmuşlar sallanıp duruyorlar. Konuk sofi de onlarla beraber tempo tutuyor hatta onlardan daha heyecanlı ve iştahlı bir şekilde tempoya iştirak ediyor. Ayinin bitiminde herkes yorgun-argın odasına çekilir.
Sabah olunca sofi yol hazırlığına başlar. Heybeyi ve diğer eşyalarını toplayıp ahıra inince karakaçan’ın yerinde yeller eser olduğunu görür. Belki sulayıp gelmek için götürmüşlerdir diye bir hayli bekler ama neticede kimseden ses çıkmaz.
Seyis (ahıra bakan hizmetli) gelince sofi: “Eşek nerede?” diye sorar. Hizmetli gülerek: “Hangi eşekten bahsediyorsun” der. Sofi: “Hangi eşek olacak, dün sana getirip elimle teslim ettiğim eşekten bahsediyorum” deyince Seyis: Dün gece müritler eşeği elimden aldılar, satıp parasını yemek için pazara indirdiler. Ben ne yapabilirdim deyince Sofi:
“Peki, durum böyleydi de neye gelip bana haber vermedin?” der. Seyis: “Sana haber vermek için kaç defa geldiysem, sen kendini ayinin ve eğlencenin esrarına kaptırmış, herkesten yüksek sesle: “Eşek gitti, parası bitti” diyordun. Her halde haberi var, kendisi razı olmuş diye düşündüm” der.
Sofi: “Yahu ben meselenin farkında değildim, ben sadece onların ritmine uyarak onları taklit ettim, gerçeğin böyle olduğunu bilsem, biricik eşeğimin davulunu kendim çalar mıydım?” der.
Hz. Mevlânâ burada, gerçekleri bilmeden körü körüne taklit edenlerin kendi sermayelerini yiyeceklerini, kendilerinin zarar edeceğini ibretli bir misalle dile getiriyor. (10) Bizim onların yılbaşılarını onlardan daha heyecanlı ve hareketli kutladığımız gibi!..
Bugün dünyadaki Müslümanların durumu bu. Petrol onlarda, Gaz onlarda, madenler ve bakir topraklar onlarda. Para ve zenginlik onlarda. Ama onların parası ile Haçlı âlemi hovardalık yapıyor ve tepelerinde değirmen çekiyor. İnternette dünyanın en borçlu devletleri yayımlandı. Bugün ABD, İngiltere, Almanya gibi devletler yani en güçlü görünen devletler en borçlu devletler. Peki bunlar kime borçlular, kimin parasını har vurup harman savuruyorlar? Elbette basiretsiz Müslümanların. Çok borçlandıkları, borçlarının vadesinin geldiği, istenmeye başlandığı zaman İran Şahı Rıza Pehlevî gibi, Saddam gibi, Kaddafi gibi, Hüsnü Mübarek gibi… alacaklıları bertaraf ettirdiler mi mesele kapanıp gidiyor.
Bush ve Obama bir barda oturmuş konuşurlarken biri gelip ne yapıyorsunuz diye sormuş. Onlar 140 milyon Müslüman ve Angelina Jolie’nin öldürülmesini planlıyoruz deyince adam “Neden Angelina Jolie yi öldürmek istiyorsunuz” diye kükrüyor. Bush yerinden fırlamış ve şöyle bağırmış: “ben sana demedim mi 140 milyon Müslüman’ı kimse umursamaz ve sormaz diye, al işte inan!..”
-------
1- Muvatta, Kader 3.
2- Tirmizî, savm 49.
3- Aclûnî, “Keşfü’l-Hafâ”, c. 2, s. 240.
4- M. Fethullah Gülen, a. g. e. c. 1, s. 124.
5- Ebû Dâvud, Melahim, 5; Müsned, c. 5, s. 278.
6- Mehmet Serhan Tayşi, “Ali Emirî’nin İzinde”, Timaş Yay. 2009, s. 521.
7- Yavuz Bülent Bâkıler, “Gidenlerin Ardından”, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. İst. 2006, s. 44.
8- Münevver Ayaşlı, “Dersaadet”, Timaş Yay. İst. 2005, s. 44.
9- Milliyet Gazetesi, 13.04.1984.
10- Tahirül Mevlevi, a. g. e. c. 6, beyit no: 181.