Alman Mareşali Liman Won Sanders: “Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türklerle omuz omuza savaşmaktır diyebilirim… Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece ulvî bir vatan sevgisi vardı. Ölüme onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha görmedim...” (12)
Öldü, tükendi, bitti zannettikleri bir dönemde bu milletin cihat, şehitlik, gazilik, cihangirlik anlayışını hesaba katmadan gelen düşmanın bu savaşlarda imajı sarsılmış ve Mehmet Akif’in: “Tek dişi kalmış canavar olarak” değerlendirdiği Batı Medeniyetinin inkırazı (düşüşü) bu savaşla başlamıştır. Şairin:
Ecdadımızın heybeti ma’ruf-ı cihandır
Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır
Dediği gibi, Şanlı Mehmetçiğin de özünden, cevherinden, mayasından, asaletinden, şecaatinden… bir şey kaybetmediği bir kez daha test edilmiştir.
Bu kadar samimi, bu kadar gayretli ve vatan sevgisiyle, şehitlik aşkıyla dolu olan bir millete de Cenâb-ı Allah nusrat ve yardımını esirgememiştir. Vuku bulan Seyit Çavuş olayı, kayıp tabur olayı gibi bazı olaylar, bu hususta hiç tereddüde mahal bırakmamıştır:
Düşman gemilerinden atılan mermilerden biri Seyit Onbaşı'nın tabyasına isabet edince: “Müthiş bir gürültü ile cephanelik infilak eder. Erlerin çoğu büyük bir basınçla dört bir yana dağılır. 14 er şehit olmuştur, 24 er de ağır yaralıdır. Tabyada ilk kendine gelen Edremit, Çamlık Köyü'nden Seyit olur. Az ilerisinde baygın yatan arkadaşı Niğdeli Ali’yi görür. Ona yardım eder. Kendine gelen Ali sorar:
-Arkadaşlar?
-Arkadaşlar mertebesini buldular. 14 şehidimiz, 24 yaralımız var. İşe yarar sen ve ben varız.
-Ya gemiler Seyit?
-Seyit bir koşu Boğaz’a bakar. Bakar ama gözlerinde bir başka mana vardır. Seyit: “Bana yardım et” der arkadaşı Niğdeli Ali’ye. Ama Ali o kadar halsizdir ki elini bile kaldıramaz. Bu sefer kendi gider, 215 okkalık (275 kilo 600 gr.) mermiyi kavrar. Öyle hırslıdır ve öyle kendinden geçmiştir ki Seyit bir yandan tekbir getirir, bir yandan da mermiyi sırtlanır. Altı basamak çıkarır. Namluya sürer. Mermi, Ocean’ın (İngilizlerin en büyük zırhlılarından) arkasında denize düşer. Bir daha dener. Bu kez mermi geminin önüne düşer. Üçüncü mermiyi alır. Bir yandan da dualar ederek namluya sürer. Mermi, ağır yaralı Ocean’ın güvertesine düşer. Niğdeli Ali gözlerine inanamaz. “Vurdun arkadaşım, koca gemiyi vurdun” der. Şaşkınlıkla. Seyit ise: “Allah’ın izniyle vurduk kardeşim” der. Gider bir zeytin ağacının altına çöker.
Albay Cevat Bey akşam üzeri birliğin olduğu yere gelir ve Seyit’in kahramanlığını duyar. Alman subayların huzurunda tekrar mermiyi kaldırmasını ister ama Seyit yerinden bile oynatamaz. Ama şöyle der: “Düşman gemileri geliyor olsa yine kaldırırım. İnanın gemileri gördüğümde dünyayı bile kaldırabileceğimi düşündüm” der. (13) Şair der ki;
Bir kişi darda kalsa dese ki ya Müsteân
Hızır’ı ol dem orda hazır eder hemân
Gerçekten bunun başka türlü izah tarzı yoktur. Dünya Halter Şampiyonumuz Naim Süleymanoğlu’nun kaldırdığı son ağırlık 165 kg. dır. Seyit Çavuş’un kaldırdığı ağırlık ise 275 kilo 600 gr. dır.
Çanakkale Savaşları başlamadan Türklerle ilgili; “Bir elimizi arkamıza bağlar, diğer elimizle ezer geçeriz o milleti” (14) diyen Sir Winston Churchıll; Nusrat Mayın Gemisi'nin, Müttefik donanmasından Bouvet, İrresistrible ve Ocean gemilerinin batmasına sebep olduğunu duyunca şöyle demiştir:
“1915 yılında bütün Avrupa’da milyonlarca insanın hayatı ortaya kondu ve büyük taarruzlar yapıldı. Bu savaşta milyonlarca asker öldü veya yaralandı. Binlerce harp gemisi tarafından çeşitli denizlerde harekâtlar yapıldı. Fakat bunların hiç birisi NUSRAT’ın döktüğü mayınlar kadar harbin devamına ve düşmanın geleceğine etkili olabilecek bir başarı gösteremedi. İnanmak istemiyorum fakat gerçek Türk savunması önünde müttefikler armadası mağlup olmuştur. Tek kelimeyle felaket” (15), “...Tophaneli Hakkı Bey bu döktüğü mayınlarla savaşı 2.5 sene uzattı. Çünkü biz suyu aşıp geçemedik. 2.5 senede 8.5 milyon Avrupalının ölümüne sebep oldu. Biz boğazları aşıp Rus Çarlığına yardım edemedik. İngilizler burada yenilince Hindistan’da 300 milyon Müslüman’a hâkim olamaz duruma düştük ve İngiliz İmparatorluğu çatırdadı.” (16)
Üstelik Hakkı Bey kalp hastasıdır. O mayınları döktüğü gece kalp krizi geçirir ama kimseye belli etmez. Dönüşte tedavi altına alınır. Bazı kaynaklarda da o gece ikinci bir krizle şehit olduğu yazılmaktadır. (17)
Hakkında filimler çevrilen ve BBC tarafından belgeseller hazırlanan bir başka olay daha:
“İngiliz kumandanı Sir Hamilton 163. tümeni, 12 Ağustos öğleden sonra Tekke ve Kavaktepeleri mevkiine saldırı emri verdi. Fakat müthiş bir Türk mukavemeti ile karşılaştı. Diğer birlikler durdurulduğu halde, İngiltere’den gelen Norfolk taburu daha az bir mukavemetle karşılaştığı için Yeni Zelandalı askerlerin gözleri önünde ilerlemeye devam ettiler. Karşılarındaki tepe bir bulut parçasıyla kaplıydı. Son askerde bulutun içine girince bulut havalandı ve tepe açıkça görülmeye başlandı ama askerlerden hiçbir eser yoktu. (Daha sonrada bu taburdan hiçbir haber alınamamıştır). General Hamiltonun o günkü İngiliz savaş bakanı Lord Kitchener’e yazdığı telgrafta olayı şöyle anlattı: “Savaş sırasında 163. Tümen her bakımdan üstün olduğu bir anda, çok garip bir şey meydana geldi... Türklerin zayıflamakta olan kuvvetlerine karşı, Albay Sir H. Beauchamp, cesur ve kendinden emin bir subay olarak büyük bir gayretle hızla ilerledi ve savaşın en önemli kısmı böyle başladı. Mücadele iyice kızışmış ve iyice karışmıştı. Albay, 16 subay ve 250 askeriyle önüne düşmanı katmış, hızla ilerlemesine davam ediyordu... daha sonra bunlardan hiçbir haber alınamadı. Ormanlık bölgeye hücum ettikten sonra gözden kayboldular ve sesleri de duyulmadı. İçlerinden hiç biri geri dönmedi.” 267 kişi hiçbir iz bırakmadan kaybolup gitmişti... Daha sonra İngilizler 1918 yılında Türkiye’yi işgal edince ilk işleri bu taburun akıbetini Türk hükümetinden sormak olmuş, ama Türk hükümeti bu taburla ilgili hiçbir şey bilmiyordu.Ve yapılan bütün araştırmalar da sonuçsuz kalmıştır. 50 yıl sonra da üç tane Yeni Zelendalı asker olayı bu şekilde anlatmışlardır.” (18) Şair ne güzel söylemiş:
Korkma düşmandan ki âteş olsa yandırmaz seni
Müstakım ol Hazreti Allah utandırmaz seni
“Rahmetli Turgut Özal Başbakan, Vehbi Dinçerler’in Milli Eğitim Bakanlığı zamanında Türkiye’ye Japonya’dan bir eğitim heyeti gelir. Temas ve incelemeler yapacak, neticeyi yetkililere aktaracaklar. Gerektiği kadar da ikili işbirliği gerçekleştirilecek. İşler buraya kadar çok iyi...
Japon heyeti yurdumuzun bazı bölgelerinde gerekli incelemelerini yapar. Sonra bakanlıkta toplanırlar. Heyetin tespiti ilginç: “Sizin çocuklarınızda milli şuur yok.”
Bizimkiler şaşırır, Japonlar şöyle devam ederler: “Bizim çocukların damarlarındaki kan milli duygumuzun kaynağıdır. Biz gençlerimize daha ilköğretime başlamadan “şok testler” uygularız. Meselâ: Uçak gibi hızlı giden trenlerimize bindirir, bir tur yaptırırız. Çok katlı yollardan da geçen tren, onları şöyle bir sarsar. Mini mini çocuklarımız teknolojinin bu baş döndürücü neticesini görerek bir şok olurlar. Sonra...
Bu şoktan sonra Hiroşima’ya götürürüz. Bölgeyi aynen koruyoruz. Bombalanmış bu bölge hakkında bilgilendirir; değil hayvan, bitkinin bile yeşermediği, hiçbir canlıya hayat hakkı tanımayan atom bombasının etkilerini gösteririz. Ve deriz ki; Eğer sizler çalışmaz, sizden öncekileri geçmezseniz vatanınız, işte böyle düşmanlar tarafından bombalanır. Hiçbir canlı yaşamayacak biçimde size bırakıp giderler. Çalışırsanız, bindiğiniz hızlı trenleri bile geçecek yeni vasıtalar yaparsınız. Gerisi sizin bileceğiniz iş. Çocuklarımız bununla ikinci bir şok daha yaşarlar. Sizlere şunu hatırlatalım ki, Türkiye’de birçok teknik elemanlarımız bulunmaktadır. Bunların herhangi birine bu konuyu sorabilirsiniz.” derler. Bunun üzerine bizimkiler şöyle sorarlar:
-“Peki Türkiye için tespitiniz var mı? Gözlemleriniz nedir?” Japonlar şöyle cevap verirler:
“Elbette var. Bizimkinden çok daha önemlileri var. Bir tanesi Çanakkale savaşlarının olduğu bölge. Burası gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile. Bir metre kareye altı bin merminin düştüğü savaşta, Türkler her şeye rağmen galip çıkıyorlar ve olmayacağı olur hale getiriyorlar. En son teknolojiye ve donanıma meydan okuyarak, inancın galip geldiğinin ispatını yapıyorlar. Üstelik karşılarında tek bir düşman değil, müttefik güçler; Sizin tabirinizle yetmiş iki millet.” (19)
Biz maalesef bunların hiçbirisini yapamıyoruz. Yapamadığımız için de Japonlar gibi bir hamle bir uyanış, bir silkiniş gerçekleştiremiyoruz. Dünyanın öbür ucu Avustralya’dan on binlerce Anzak torunu Çanakkale’ye gelip dedelerinin kabirlerini ziyaret ediyor da biz kendi vatanımızda bizim için kan döken, can veren şehitlerimizin mübarek kabirlerini ziyaret etmiyoruz. Nitekim TURSAB Başkanı Başaran Ulusoy: “Çanakkale’ye her yıl on bin Anzak geliyor ama bin Türk gitmiyor” demiştir. (20) 2004 yılındaki Anzak gününe Avustralya Sanat ve Kültür Bakanı Judith Tizard ve büyükelçileri ile binlerce genç törenlere ve yapılan Şafak Ayini’ne katılmışlardır. (21)
1997 yılında Avustralya Hükümeti, Çanakkale savaşlarında askerlerinin hizmetinde bulunan Murphy isimli bir eşeğe madalya verirken (22), biz Kore Hükümetinin daveti üzerine oradaki törenlere katılmak üzere gidecek Kore Gazilerine “sakalsız fotoğraf getireceksiniz” şartını koştuk. (23)
12) Mehmet Can,Çanakkale Görülmeli,Tarih ve Medeniyet Dergi.Mart 1999,sayı 60, s.5.
13) İsmail Bilgin, Türk Edebiyatı Dergisi, Mart 2004, sayı 365, s.63.
14) Ahmet Şimşirgil, Destan Süngülerle Yazıldı, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Mart 1999, sayı 60, s.8.
15) Çanakkale Şehitleri Der. Yay. a.g. dergi, s.8.
16) Mehmet Niyazi, a.g. dergi, s.31.
17) İsmail Bilgin, Türk Edebiyatı Dergisi, Mart 2004, sayı 365, s.60.
18) Yasemin Candan, Ergun Candan, Yaşanmış Esrarengiz Olaylar, Sınır Ötesi Yayınlar İst. 2003,s.44; Çanakkale’de kaybolan İngiliz taburu; Zekeriya Kurşun, Kralın Adamları, Tarih veDüşünce Dergisi, Şubat 2000, sayı 4, s.37.
19) Çanakkale Şehitleri Der. Yay. a.g. dergi, s.2.
20) Milliyet Gazetesi, 09.03.2005
21) Milliyet Gazetesi, 25.04.2004
22) Hürriyet Gazetesi, 20.05.1997
23) Sur Dergisi,Temmuz 2002 s.38-40.
Yenilmeyiz Diyenlerin Yenildiği Yer ÇANAKKALE -2-
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.