Köylünün biri hastalanmış, güç bela şehre gelmiş. Özel bir doktora muayene olacak. Koca şehirde araya araya zorla adresi bulmuş. Nefes nefese doktorun “yazzanesine” girmiş. Akvaryumlar, klimalar, konfor yerinde. “Gayıt-kürek” işlerini de bitirmiş, biraz da sıra bekledikten sonra doktor beyin huzuruna varmış. Kendisinden sonra da epeyce bekleyen var. Zavallı bekliyor ki enine boyuna güzelce tedavi olup, iyileşip gidecek.
Fakat o da ne, “Aç ağzını, yum gözünü” veya “Aaa di bakıyım, huu di bakıyım, nefes al, sırtını aç…” derken ona göre amiyane tabirle “iki tık tık, bi şık şık” üç dakkada iş bitmiş.
Elinde bir reçete, çıkılayıp getirdiği bir deste parayı da zor dekleştirip doktora, eczaneye verip köyün yolunu tutmuş.
Köye varınca ne dese beğenirsiniz?
“İyi olursam, şehre gidip bi toktur dükyanı da ben açacam! Amma iyi mesleğimiş bu yaav. Bizim bir yaz boyu harmanda, tarlada canımız çıkıyor, aldığımız para bir toktur parasına yitmeeyor, bak şu adama, dezgahı gurmuş, millet guyrukda, paraya para dimeeyor.”
Tabi o doktorun bir ömür dirsek çürüttüğünü, gece yarılarına kadar ders çalıştığını, Tıp Fakültesi’ni, TUS’u, nasıl kazandığını, gurbet ellerde hangi şartlarda okuduğunu, o meşhur Anatomi dersinden nasıl paçayı sıyırdığını, işin zorluklarını, kimi zaman mahkemeyle, kadıyla, devletin resmi işleriyle nasıl boğuştuğunu bilmez.
Bunu niye mi anlattık? Son zamanlarda yeni siyasi partiler çoğalmaya başladı. CHP’den ayrılan Emine Ülker Tarhan bir parti kurmuş. AK Parti’den ayrılan İdris Naim Şahin ayrı, İdris Bal da ayrı birer parti kurmuşlar. Yıllar önce isimleri ajanslardan eksik olmayan Ufuk Söylemez, Yaşar Okuyan, Hasan Korkmazcan… gibi daha pek çok siyasetçi de yeni parti kurma hazırlığındalarmış.
Hatırlarsınız, daha önceleri Hasan Celal Güzel, Abdüllatif Şener, Numan Kurtulmuş, İsmail Cem, Cem Uzan… gibi pek çok isim de böyle partiler kurmuşlardı ama şimdi esamesi kalmadı.
Hasılı demek ki parti kurmak “toktur dükyanı” açmaya benzemiyor.
Şimdi sağ olanlar bir tarafa, mümkün olsa da Rahmetli Erbakan, Menderes, Türkeş… gibi siyasi hayatımıza damga vuran isimler mezarlarından kalkıp gelseler, bir sorsak, acaba o partileri nasıl kurdular, nasıl büyüttüler, neler çektiler, nasıl iktidar yaptılar, bugünlere nasıl miras bıraktılar?
Darbeler, hapisler, idamlar, iftiralar, mahkemeler, teşkilatlar, il-ilçe divanlar, genel kurullar, mitingler, kahve toplantıları, salon toplantıları, ev sohbetleri, el ilanları, afişler, sloganlar, ilçe taraması, köy taraması, mahalle, köy, belde temsilcileri, başmüşahidler, müşahidler… daha neler neler.
Akşam yatıp sabaha parti kurmakla olmuyor bu işler. Evet, resmiyette “bir dilekçenin başına gelir” gibi ama kazın ayağı öyle değil. Her şeyden önce bir ihtiyaç olması ve bir taban olması lazım. Her Genel Başkan’a kızan bir parti kuracak olursa o zaman bu iş, köşe başlarında cep telefonu abonesi yapan işporta işine döner.
Parti kurmak mesele değil. Mesele taraftar bulabilmek, istikrar sağlayabilmek ve uzun soluklu olabilmek. “Aç-kapa” ya da “Ben yaptım oldu” mantığıyla gidersek bu işin tadı tuzu kalmaz. Siyasete güven de zedelenir.