Yeni İslamcılık Yani Müslümanlık

Süleyman Küçük

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte kıtalar arasındaki mesafe ve hatta ülkeler arasındaki fiziki sınırlar ortadan kalkınca kültürel emperyalizm kendisini daha fazla hissettirmeye başlamıştır. Dünya ise pek çok insanın kabul etmek zorunda olduğu küresel bir köy haline getirilmiştir.
Küreselleşmenin etkilerinin en çok ekonomik olduğu söylense de aslında siyasal ve kültürel ve daha önemlisi dini alanda etkisi büyük olmuştur. Batılı emperyalist ülkelerin pazar arayışları adı altındaki tüm faaliyetleri aslında siyasi emellerinin az gelişmiş ülkeler üzerindeki hegemonyalarını artırma yolundan başka bir şey değildir. Batılı ülkeler kendi ürünlerini, az gelişmiş üçüncü dünya ülkelerine pazarlarken sahip oldukları gelişmiş uluslararası medya aracılığıyla kendi kültür endüstrilerini de o ülkelere transfer etmişlerdir.
**
Bunun en açık örneği için son 20 yılda yemek, giyim ve sosyal yaşam kültürü dedikleri mefhumların meşhur tabirle “Nereden nereye” geldiğine bakmak yeterli olacaktır. Yabancı ülkelerin dayatmasıyla uygulanan ekonomik programlar o toplumlar için aslında sadece birer ekonomik reçete değildir. Uygulanan ekonomik kararlarla birlikte o toplumlara düşünce kültürü de dayatılmaktadır. Bu anlamda hak ve hakikat konusunda henüz vicdanını ve kalemini, satmamış pek çok yazar ve çizer ile akademik personel, kültürel emperyalizmin siyasal ve ekonomik emperyalizmden daha tehlikeli olduğunu ifade etmektedirler.
**
Küreselleşmeyle birlikte ivme kazanan kültürel emperyalizminin medya aracılığıyla Müslümanlar üzerindeki etkilerini pek çok örnekle ifade etmek mümkündür.
Medyanın kültürel emperyalizmin yaygınlaştırılması ile ilgili görevi ve etkisinin en kolay görüleceği alan Türkiye'de kendilerine İslamcı denilen kişilerin konumlarının zaman ve mekâna göre değişmesidir.
**
Türkiye'de İslamcılık farklı tarihsel dönemlere ayrılsa da dönemlendirmeden bağımsız olarak Müslümanların, özellikle de İslamcıların sosyo-politik merkezlerle olan ilişkileri onların nasıl bir savrulma içinde olduklarının göstergesi olmuştur. Bu anlamda İslamcıların yerleşik düzene karşı tutumları karşı olmaktan içselleştirmeye kadar pek çok merhale kat etmiştir. Bu anlamda Müslüman bir aile ve çevre içinde doğup büyümelerinden dolayı hayatlarının büyük kısmı zorunlu Müslümanlık altında geçen İslamcılar, özellikle 12 Eylül askeri darbesi sonrasında ABD asker birlikteliği ile işbaşına getirilen ANAP iktidarı döneminde modern kapitalist Müslümanlığa yelken açmışlardır.
**
Aile ve mahalle baskısı neticesinde zorunlu Müslümanlık döneminde İslamcıların en büyük hedefi Osmanlı Devletini yeniden kurmak iken kurulu kapitalist düzenle yüzleşemedikleri için meydan okuma yerine ikame ettikleri uyum döneminde ticari faaliyetlerinden başka bir şey düşünemez oluvermişlerdir. Bunda elbette kurulu laik demokratik rejimin İslam'a karşı tavrını liberalleştirmesi hatta ABD’nin yeşil kuşak projesi doğrultusunda din eğitimini zorunlu hale getirmesiyle sağcı siyasi partiler ile bu partilerin etki alanlarına giren İslamcı kuruluşların canhıraş çabaları da etkili olmuştur.
**
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılıp yerine kurulan laik demokratik düzen içinde tabir caiz ise yeraltına çekilmiş bulunan başta dini tarikatlar ve cemaatler olmak üzere adına sivil toplum kuruluşları denilen vakıf, dernekler ve hatta kendilerini militan İslamcı örgütler olarak tanımlayan yapılanmalar ile herhangi bir parti ve tarikat bağını reddeden bağımsız İslamcı aydınlar olarak her kesim tam anlamı ile bir dönüşüm yaşamıştır. Bu dönüşüm yukarıda da ifade ettiğimiz gibi çatışmacı siyasi bir aktörün uzlaşmacı hatta teslimiyetçi olarak kurulu düzeni sahiplenme ve içselleştirmeye kadar uzanmaktadır.
FARKINDA MIYIZ?
1980 askeri müdahalesinin içe dönük ve mistik bir boyuta sahip olan ve çoğunlukla maddi kaygıları bir tarafa atan tekke ve dergâh mensuplarının liberalleşmesini teşvik etmesine karşın fiilen uygulanan büyük sanayicileri ve büyük şehirlileri destekleyen ekonomi politikaları Müslümanları cezbetmemişti.
Ancak Türkiye’de yaşanan hızlı sosyoekonomik dönüşümler nedeniyle yirminci yüzyılın ikinci yarısında hızlı kentleşme sonucunda Refah Partisinin seçimden galip çıkarak devlet kurumlarında İslam ekonomisinin çok dar açıda da olsa kurallarını hâkim kılmaya çalışması işadamları, küçük esnaf ve köylülerin zenginleşme iştihalarının kabarması sonucunu doğurmuştur.
Kapitalist ekonomik hayatın yazılı ve geleneksel kuralları içinde kaybolan İslamcıların yavaş yavaş sistemik güçlere dönüşmesi ise kaçınılmaz sonları olmuştur.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.