Yeni Akım 'Din'

Ayşe Aslı Duruk

Yeni akım inançlar, ritüeller, öğretiler ve uygulamalar...

Hepsi ama hepsi zararsız, masum ve sevimli bir kisve altında sunulup pazarlanmaya başlayan ve reiki, şifa, çakra, EFT, aile dizilimi, renk solunumları hatta yoga isimleriyle akla çelme takan ve gönül çelen öğretiler...

Sahi, ne zaman içimize sızmaya başladılar tüm bunlar?

Halk arasında gelenekselleşmiş ve adetlere, göreneklere kadar sinip tesir etmiş olan din kaynaklı öğretilerin içinden hurafeleri ve akla ters düşen yerleri çıkartıp ayıklamak güzeldir evet ama bir altın parçasının üzeri tozlanıp kirlenmiş diye o altını kaldırıp da topyekün çöpe atmazsınız, öyle değil mi? Üzerinden yalnızca bir tozu ve isi temizleyip silkelemek yerine, altının kendisini çöp kutusuna atmazsınız?

Fakat sinsi ve sahtekar şeytanın girdiği 1001 kılık var işte. Fısıldadığı bir o kadar da vesvese... Önce bizi, o altının kendisinin kirli ve pis bir şey olduğuna inandırıp, ardından boşalan bu inanç ve din boşluğunun yerini kendi ulvi ve masum kılıklarıyla ve kılıflarıyla bezeyip, o yeni akım inançlarını telkin ediyor bize. Sayısız isimleri ve sözüm ona uygulamalarıyla birlikte yapıyor bunu.

Aman diyeyim, bu yola sadece küçük bir adım atmayagörün, şifanın insanın 'kendisinden' ya da 'evrenden' geldiğine inandıran öğretilerin ve uygulamaların hemen yeni kapıları açılıyor birbiri ardına. Enaniyet -benlik- duygusunu aşılayıp kibirlendiren; kulun acziyetini ve Yüce Allah'a karşı olan sonsuz muhtaçlığını silip atan öğretilerin, uygulamaların ve inançların sayısız yeni akımlarından birinin girdabında boğuluyorsunuz. Oysa her şey, medyaya sunulan bir kaç tane hileli(!) çakra fotoğrafı ve sporu andıran yoga hareketleriyle başlamıştı, öyle değil mi? Yolun sonunda en değerli şeyinizi; imanınızı çaldırdığınızın farkına bile varamayacağınız halde beyniniz yıkanmış bir şekilde dizlerinizin üzerine çökeceğinizi ve diğer alemde "ben ne yaptım?" pişmanlığıyla saçınızı başınızı yolacağınızı bilmiyordunuz. 'Allah' demeye bir türlü varmayan dilleriniz küstahça 'evren' derken, belirsiz bir hedefe doğru atıflar yapıyordunuz. Hatta kibriniz o kadar artmıştı ki, "Allah dışarıda değil; içimde. O halde neden ve kime secde edeyim ki?" diyerek, 50 yıl boyunca kıldığı 5 vakit namazı bırakanları bile tanıyorum. Ki yine şeytanın o bilindik 'Allah ile kandırma' usullerinden birisidir ki, bunu yapan kişiyi, meşhur Hallac-ı Mansur örneğiyle kandırır genelde. Onun söylediği "Ene'l Hak" sözüyle anlatmak istediği "Hak'tan ayrı değilim" felsefesi ile Firavun'un 'ene' sini birbirine karıştırır. Günümüzün Türkçe'sinde 'benlik' ifadesine karşılık gelen enaniyeti ve kibir duygusunu, böyle uhrevi ve ulvi bir kılığa sokar. 70'inden sonra namazı bırakanları bilirim...

Özetlemek gerekirse, tüm dünyalık edinimleri burada bırakıp da anavatana döneceğimiz günde, imandan ve yaptığımız güzel işlerden başka bir azık bulunmayacak, heybemizde. Kulun imanını çalmaya and içmiş olan o lain İblis'e altın tepside kolayca sunup vereceğimiz imanımızı korumak yerine, benlik duygusunun baş döndüren sarhoşluğunu ve enaniyet duygusunu mu tercih edeceğiz, 'evren'den medet umarak ve secdenin kıblesini kendi benliğimize doğru çevirerek?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.