İşim, kelimelere dokunmak...
***
Onları yeniden dizmek... Karıştırmak birbirine...
***
Dağıtmak... Farklı bir cümlelerde toplamak...
***
Bir çocuğun önüne dökülen, legolarla oluşturduğu şekiller gibi aslında yazmak....
***
Kelimeler, orada dağarcıkta binlerce renkte boncuk gibi karma-karışık duruyor...
***
Başkasının dağarcığında, masumiyetini koruyan kelimeler, sizin elinizde zaman zaman arsızlaşabilir, ya da sertleşebilir...
***
Yazarken, tespih dizer gibi diziyorsunuz kelimeleri...
***
İmamesi başlığı oluyor...
***
İmame tesbihin yarısıdır... Başlıkta öyle... Yazının yarısı olmalıdır...
***
Ustalar, ustalıklarını en önce imamede gösterirler...
***
İmamenin, tespihin kendi hammaddesinden yapılması esastır... Başlığında öyle... Tüm yazıyı kuşatmalıdır...
***
Bazen bu tesbihi dizerken, kokaya, taş, taşa naylon boncuk karışabiliyor...
***
O da bizim yazma hususunda, ustalıktan bi-haber, acemiliğimizden kaynaklanıyor...
***
Yazmak zordur...
***
Söyleyecek bir şeyinin olması, mesaj kaygısı, yazıyı şu anki yazı gibi, içinden çıkılmaz hale sokabilir...
***
Okur, bunların hiç biriyle ilgilenmez... Yüreğine dokunabilen yazarı sever...
***
Gündemiyle örtüşen yazıları beğenir... Bazen de kendinden daha cesur küfredebileni alkışlar...
***
Yazmak zordur...
***
Bazen, hergün birilerinin kalbini kırarsınız...
***
Eleştirilen, sadece yalnız kaldığında itiraf eder ayna da kusurlarını...
***
Kalabalıkların içinde ise, onca aymazlığı, aynanın önünde itiraf ettiği onca kusurunu görmezden gelerek, acımasızca eleştirir yazarı...
***
Kimsenin çoğu zaman yazmadığı, orasını yazmadım dediği, “yazının orasını” yazmak zordur...
***
Orasını ancak, gelecek taşlara aldırmayan, ruhunun gücünü mezar taşlarından alanlar yazabilir...
***
Herşeye rağmen yazmak bazen kusmak gibidir...
***
İstemezsiniz...
**
Hoşlanmazsınız... Ama öyle dolmuşsunuzdur ki, etrafı biranda berbat ediverirsiniz...
***
Yazmak zordur...
***
Yazar, senin sandığın gibi her eleştiri yazısından sonra, sırtlan gibi tebessüm etmez...