Her halimizi en ince ayrıntılarına dek gören Rabbimize kulluk bilincimiz nasıl olmalıdır acaba?
Bu soruyu derinlemesine düşündüğümüz zaman, soru içerisindeki cevabı da açık ve net bir şekilde görmüş olacağız.
Evet, O'na inanmak ne güzel!
O'nu sevmek ne güzel!
O'nun emrini yerine getirmek ne güzel!
Rızasına ermek ise en güzel!
Güzellerden güzel Rabbimize, O'na sevda tutkusunda bir kulluk bilincimiz olmalı değil midir? Mademki O her şeyimizi ve her anımızı görüyor, yani bizi en iyi şekilde biliyor, biz de O'nu bilip görüyormuşçasına Kendisine kulluk yapmalıyız. Hani meşhur bir hadis olan Cibril hadisine baktığımız zaman bu gerçeği en güzel şekilde görmekteyiz.
Âlemlere Rahmet güzel Efendimize (s.a.v.) güzel bir görünüm ve kıyafetle gelen Hz. Cebrail (a.s.)'ın, kendisine sorduğu sorular arasında bir de "ihsan nedir?" vardı. Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz; "İhsan, Allah'ı görüyormuşçasına O'na ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor (Buhari, iman 37) buyurmuşlardı.
O halde kulluk ölçümüz çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkmaktadır; ihsan mertebesinde bir kulluk şuuru...
Bir toplumda Allah'ı bilen ve Allah'ın her an kendisini gördüğüne inanıp bu gerçeğe göre hayatını idame ettirme çabası içerisinde bulunan kimseler ne kadar çoksa, o kadar fazla huzur olacaktır. Çünkü böylesine kimseler yalan, iftira, hıyanet, zulüm ve haksızlık gibi insanı insanlıktan çıkaran aşağılık sıfatlardan uzak kalırlar. Allah'a kulluk gibi insanı insan eden en güzel faziletlere yapışır, O'nun rızasını en önde tutmanın çabası içerisinde olurlar. İslâm'ın hedeflediği toplum yapısı da böyledir.
Asr-ı Saadette bu fazilete sahip olan insanların ortaya koyduğu eşsiz sahneler, asırlar boyu anlatılmakta ve bitirilememektedir. Bu eşsiz ve erdemli toplumu asla unutmamak gerekir. Onları örnek alan ecdadımız da, bu fazilet yarışında önemli bir yer edinmişlerdi. Sadaka taşları diye bilinen o unutulmaz uygulama onların bu konuda attığı önemli imzayı asla unutturamaz. Kadı Şüreyh'in Hz. Ömer'e olan tavrı ile Kadı Sarı Hızır'ın Fatih Sultan Mehmed'e olan tavrı da, aynı özellikleri taşıyan iki eşsiz sahnedir. Bu ve benzeri şanlı ve erdem yüklü sayfalar ancak, Allah'ın her an kendisini gördüğünü bilerek yaşayan insanlardan zuhur eder.
İnsanın amelini görmekle sınırlı kalmayan Allah'ın görmesi, aynı zamanda onun gönül âlemini de içine alır. "Her şeyi en iyi şekilde bilen ve gören" O Yüce Rabbimize, bütün bu gerçekler ışığında ibadet etmek, kulluk bilincimizi en yüksek düzeye taşıyacaktır. Bu hal insanı her an ölüme de hazır kılacaktır.
İşte gerçek bir kul olmanın sırrı da burada yatar.
Ne mutlu bu manâyı kavrayan kullara!
Ne mutlu bu eşsiz sevdayı yakalayan kullara!
Ne mutlu onlar arasına katılanlara!
Ne mutlu kendisini ve çocuklarını bu hedefe hazırlayan mü'minlere!
Rabbimiz hepimizi onlar arasında eylesin!
O'na emanet olunuz!
Bu soruyu derinlemesine düşündüğümüz zaman, soru içerisindeki cevabı da açık ve net bir şekilde görmüş olacağız.
Evet, O'na inanmak ne güzel!
O'nu sevmek ne güzel!
O'nun emrini yerine getirmek ne güzel!
Rızasına ermek ise en güzel!
Güzellerden güzel Rabbimize, O'na sevda tutkusunda bir kulluk bilincimiz olmalı değil midir? Mademki O her şeyimizi ve her anımızı görüyor, yani bizi en iyi şekilde biliyor, biz de O'nu bilip görüyormuşçasına Kendisine kulluk yapmalıyız. Hani meşhur bir hadis olan Cibril hadisine baktığımız zaman bu gerçeği en güzel şekilde görmekteyiz.
Âlemlere Rahmet güzel Efendimize (s.a.v.) güzel bir görünüm ve kıyafetle gelen Hz. Cebrail (a.s.)'ın, kendisine sorduğu sorular arasında bir de "ihsan nedir?" vardı. Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz; "İhsan, Allah'ı görüyormuşçasına O'na ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor (Buhari, iman 37) buyurmuşlardı.
O halde kulluk ölçümüz çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkmaktadır; ihsan mertebesinde bir kulluk şuuru...
Bir toplumda Allah'ı bilen ve Allah'ın her an kendisini gördüğüne inanıp bu gerçeğe göre hayatını idame ettirme çabası içerisinde bulunan kimseler ne kadar çoksa, o kadar fazla huzur olacaktır. Çünkü böylesine kimseler yalan, iftira, hıyanet, zulüm ve haksızlık gibi insanı insanlıktan çıkaran aşağılık sıfatlardan uzak kalırlar. Allah'a kulluk gibi insanı insan eden en güzel faziletlere yapışır, O'nun rızasını en önde tutmanın çabası içerisinde olurlar. İslâm'ın hedeflediği toplum yapısı da böyledir.
Asr-ı Saadette bu fazilete sahip olan insanların ortaya koyduğu eşsiz sahneler, asırlar boyu anlatılmakta ve bitirilememektedir. Bu eşsiz ve erdemli toplumu asla unutmamak gerekir. Onları örnek alan ecdadımız da, bu fazilet yarışında önemli bir yer edinmişlerdi. Sadaka taşları diye bilinen o unutulmaz uygulama onların bu konuda attığı önemli imzayı asla unutturamaz. Kadı Şüreyh'in Hz. Ömer'e olan tavrı ile Kadı Sarı Hızır'ın Fatih Sultan Mehmed'e olan tavrı da, aynı özellikleri taşıyan iki eşsiz sahnedir. Bu ve benzeri şanlı ve erdem yüklü sayfalar ancak, Allah'ın her an kendisini gördüğünü bilerek yaşayan insanlardan zuhur eder.
İnsanın amelini görmekle sınırlı kalmayan Allah'ın görmesi, aynı zamanda onun gönül âlemini de içine alır. "Her şeyi en iyi şekilde bilen ve gören" O Yüce Rabbimize, bütün bu gerçekler ışığında ibadet etmek, kulluk bilincimizi en yüksek düzeye taşıyacaktır. Bu hal insanı her an ölüme de hazır kılacaktır.
İşte gerçek bir kul olmanın sırrı da burada yatar.
Ne mutlu bu manâyı kavrayan kullara!
Ne mutlu bu eşsiz sevdayı yakalayan kullara!
Ne mutlu onlar arasına katılanlara!
Ne mutlu kendisini ve çocuklarını bu hedefe hazırlayan mü'minlere!
Rabbimiz hepimizi onlar arasında eylesin!
O'na emanet olunuz!