30 yaşındaki birisinin, 35 yaşındaki bir insanla iyi bir arkadaşlık ilişkisi kurması işten bile değildir. Gayet olağan, doğal ve sıradan bir durumdur bu. Oysa 9 yaşındaki birisinin, 14 yaşındaki bir insanla bırakın bir arkadaşlık bağı kurmayı, sağlıklı, kalıcı ve sıcak bir iletişimi başlatması bile handiyse mümkün bile değildir. Ki bu iki örnekte aradaki yaş farkı birbirine eşittir (Sayılar illa ki 9 ve 14 olmasa bile, o yıllara dirsek temasındaki yaşlardan söz ediyorum)
**
30 35 örneğine muhalif, aradaki malum 5 seneyi; o basit aritmetiği tamamen eğip büken ve onunla dalga geçen kural tanımaz senelerdir çünkü, söz konusu fark çocukluk ile ilk gençlik arasındaki döneme tekabül ediyorsa. Bittabi kendim de o yılları bizzat yaşamışımdır ama hak verirsiniz ki insan kendisini dışarıdan bir bakışla görüp yorumlayamaz pek, özellikle de mevzubahis olan başka değil ama tam da o yaşlarsa. Bu yüzden, bireysel tecrübeme değil de bir başkasına bakınca elde ettiğim gözlemlerime dayanarak yazıyorum tüm bunları şimdi. Berat’a bakınca…
**
Aradaki 5 yıl örneğini verirken cömert bile davrandım aslında, bakmayın. Nitekim daha geçen sene başını okşadığım çocuğun bu yıl aniden ‘büyümüş’ olduğunu gördüm. Hepi topu 1 yılın içerisinde! Ne bileyim, yüzündeki masum ve çocuksu anlatımın yerini daha ‘bilmiş’ ve kendinden emin bir ‘ben, oldum’ ifadesi almış şimdi onun. O yüzden bu sene, o baş okşama hevesi hiç yoklamadı bile beni.
**
Geçen yıl 10 11 yaşlarında olan bu çocuk, şimdi 11 12 yaşlarında bu arada. Fazla değil, yalnızca bu kadarcık bir fark mevcut yani, kağıt üzerinde. Ne var ki, damarlarının içinden akan uysal ve sakin masumiyetin yerini taşkın, coşkun ve deli bir kan almış durumda şimdi. Belli. Elbette yalnızca ona özgü bir durum da değil bu. Berat, Ayşe, Mehmet… Bütün kız ve erkek çocuklarında açıkça seyredilebilir bir şeyden bahsediyorum ben.
**
Ergenliğe bile henüz girilmemiş bir tür ‘ergenlik öncesi dönem’ deniliyor olmalı, bu gizemli yıllara. 14’ün ardından, 18’e kadarki yıllarda da bu kez kendi içinde farklı formüllere ve yasalara sahip olan bir tür matematik işleyecektir tabi, biliyorum. İş, 30 35 örneğine varıp dayanıncaya kadar, en başta söylediğim. İnsan, katılaşıp da sert ve katı bir şekil alıncaya kadar yani. (Tabi 30’dan çok daha önce şekillenir insan ya, kendim gibi bir türlü olgunlaşamayan aklı evvel çocuk ruhluları da kapsaması bakımından daha ileriki yaşlardan açtım bahsi, yaş çıtasını yüksek tutarak) (gerçi bana çıta dayanmaz ya, boş verelim bunu şimdi)
**
O çocukluk evresinin kapandığı, yaşların çift haneli sayılara eriştiği aşağı yukarı o yıllarda tam olarak ne oluyor acaba diye düşünüyorum bugünlerde işte, dertli dertli. Zaten bildiğim bir gerçeğe yeniden vurup çarpıldım çünkü geçen gün, Berat’taki ani değişimi yüzünden okuyunca. Bilhassa da, başını okşama isteği içimi bu kez hiç yoklamayınca!
Ergenliğe ulaşmak, cinsel olgunluğa erişmekle eşdeğer tutuluyordu bir de daha çok, öyle değil mi? Fakat yok, bu çocuk (evet hala ‘çocuk’) üzerinden verdiğim misalin içinde henüz o nevi bir yetkinliğin bulunmadığını sanıyorum. Dedim ya, “ergenlik öncesi dönem” diye. Asıl büyük depremin öncü sarsıntılarının sesini duymuşumdur belki de sadece, aurasında. Bilmiyorum. Çok yakında yüzünden tamamen ve sonsuza dek silinecek olan çocuksu ifadenin, oradan yavaş yavaş el etek çekmeye başlayışını görmüşümdür ya da. Bir tür dönüşümün, başkalaşımın ve evrimin hemen eşiğindeki Berat’ın yüzünden, mavi renkli bir kalemle atılmış olan bir imza siliniyor ve yerine çok daha eril ve sert olan lacivert renkli bir kalemin imzasına yer açılıyordu. Silinmeyecek, tükenmez bir kalemin marifetiyle suratına nakşedilecekti bu imza, hem de.
**
Birkaç seneye kadar büsbütün bir delikanlı görürüm karşımda bu gidişle, şartlar vefa ederse. Tabi onun ve diğer bütün çocukların böyle serpilip büyümesi, başlı başına bir kıvanç kaynağı olabilir aileleri için. Haklı olarak. Ne var ki ben daima geçen senenin Berat’ını hatırımda saklayıp özleyeceğim onu. O, başını okşadığım masum çocuğu…