Biz insanoğlunun gaflet ile geçen günlerini hesap etmek mümkün olsa acaba nasıl bir tablo ile karşılaşırız? Herhalde dehşet verici bir manzara çıkacaktır önümüze… Bu, zaten bir gün bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkacak ama ne anlamı var? Önemli olan bugün yani hayatta iken bu sonucu düşünmek ve çaresine bakmaktır.
Aslında herkesin kendisini bu yönde kontrol altında tutması gerekmez mi? Büyüklerimizin "nefis muhasebesi" adı altında bu çok önemli meseleyi takip etmeye çalıştıklarını biliyoruz. Zira kişi geçen günlerini bir daha geri getiremeyecektir. Gençliği, orta yaşlılığı ve varsa ilerisi… Ne mümkün! Gözyaşları seller gibi aksa da bu mümkün olabilir mi? Asla! Eğer mümkün olsaydı nice kimseler ömür boyu elde ettikleri dünyalıkları vermek suretiyle dönüş yapabilirlerdi.
Ama insanoğlu ne kadar da unutkan, nankör ve zalim… Bütün bunlar önce Rabbine karşı sonra da kendi nefsi için. Çünkü kendisini yoktan yaratan ve nimetleriyle donatan Yüce Rabbine hamd ve şükür vazifesinden uzak kalmakla nankörlüğü, ibadetini yapmadığı için de kendisine zalimliği açıkça ortaya çıkacaktır. O zaman "parmaklarını ısıracak" ama bir çare bulamayacaktır.
İnsan, dünyasında boşuna harcadığı maddi şeylere üzülür ama yele verdiği ömrüne hiç acımaz. Ne kadar acı! Onlar için "keşke" ifadeleri hiç bitmez ama bir gün o "keşke" ifadelerinin âfâkı kaplayacağını aklının ucundan bile geçirmez. "Allah'ın emrettiklerini yap kardeşim" diyen bir dostuna, hep "yarın"ları göstererek kaçamak cevaplar verir.
İnsanın maddi kaybını düşünmesinden daha çok manevi kaybını düşünmesi gerekmez mi? Çünkü maddi kayıplar telâfi edilebiliyor ama manevi olanlar ne mümkün! Ancak yine dünyada iken yapılan çok samimi tevbe olursa o başka.
Örneğin namazı ele alalım. Bir günde kaç rekât namazımız var? 40 rekât. Ayda 1200 rekât yapar. Yılda 14400. Acaba yirmi ya da otuz yıl namaz kılmayan insanın kaybı ne kadar? Bakın karşımıza çıkacak rakama! İşte insanın nankörlük ve zalimliği…
İşte "yarın"ların ve yarıncıların kaybı.
Sonra bir gün, ummadıkları bir anda "haydi gideceğiz" diye gelen davetçi… Şimdi o anı düşünün! Evet, biz insanoğlu ne kadar da gafilmişiz değil mi? Bütün yalvarıp yakarma ve onca çaba boşuna! Çünkü vakit geldi, ömür kabı doldu, nefesler tükendi. İşte nefis ve şeytanın aldatması… Hayaller, hırslar ve emeller toprağa gömüldü.
Ey insan! Nasıl da aldanıyorsun! Kendine yazık ediyorsun!
Bunun için Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) Efendimizin "Yarıncıların pişmanlığına" işaret ettiklerini biliyoruz. Bir şair bu çok önemli kaybı bakın nasıl dillendiriyor:
Ey kul, etme dünya nazı, sen de kıl namazını,
Yarın kılarım diyenin dün kıldık namazını.
Evet, ne dersiniz!
Aslında herkesin kendisini bu yönde kontrol altında tutması gerekmez mi? Büyüklerimizin "nefis muhasebesi" adı altında bu çok önemli meseleyi takip etmeye çalıştıklarını biliyoruz. Zira kişi geçen günlerini bir daha geri getiremeyecektir. Gençliği, orta yaşlılığı ve varsa ilerisi… Ne mümkün! Gözyaşları seller gibi aksa da bu mümkün olabilir mi? Asla! Eğer mümkün olsaydı nice kimseler ömür boyu elde ettikleri dünyalıkları vermek suretiyle dönüş yapabilirlerdi.
Ama insanoğlu ne kadar da unutkan, nankör ve zalim… Bütün bunlar önce Rabbine karşı sonra da kendi nefsi için. Çünkü kendisini yoktan yaratan ve nimetleriyle donatan Yüce Rabbine hamd ve şükür vazifesinden uzak kalmakla nankörlüğü, ibadetini yapmadığı için de kendisine zalimliği açıkça ortaya çıkacaktır. O zaman "parmaklarını ısıracak" ama bir çare bulamayacaktır.
İnsan, dünyasında boşuna harcadığı maddi şeylere üzülür ama yele verdiği ömrüne hiç acımaz. Ne kadar acı! Onlar için "keşke" ifadeleri hiç bitmez ama bir gün o "keşke" ifadelerinin âfâkı kaplayacağını aklının ucundan bile geçirmez. "Allah'ın emrettiklerini yap kardeşim" diyen bir dostuna, hep "yarın"ları göstererek kaçamak cevaplar verir.
İnsanın maddi kaybını düşünmesinden daha çok manevi kaybını düşünmesi gerekmez mi? Çünkü maddi kayıplar telâfi edilebiliyor ama manevi olanlar ne mümkün! Ancak yine dünyada iken yapılan çok samimi tevbe olursa o başka.
Örneğin namazı ele alalım. Bir günde kaç rekât namazımız var? 40 rekât. Ayda 1200 rekât yapar. Yılda 14400. Acaba yirmi ya da otuz yıl namaz kılmayan insanın kaybı ne kadar? Bakın karşımıza çıkacak rakama! İşte insanın nankörlük ve zalimliği…
İşte "yarın"ların ve yarıncıların kaybı.
Sonra bir gün, ummadıkları bir anda "haydi gideceğiz" diye gelen davetçi… Şimdi o anı düşünün! Evet, biz insanoğlu ne kadar da gafilmişiz değil mi? Bütün yalvarıp yakarma ve onca çaba boşuna! Çünkü vakit geldi, ömür kabı doldu, nefesler tükendi. İşte nefis ve şeytanın aldatması… Hayaller, hırslar ve emeller toprağa gömüldü.
Ey insan! Nasıl da aldanıyorsun! Kendine yazık ediyorsun!
Bunun için Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) Efendimizin "Yarıncıların pişmanlığına" işaret ettiklerini biliyoruz. Bir şair bu çok önemli kaybı bakın nasıl dillendiriyor:
Ey kul, etme dünya nazı, sen de kıl namazını,
Yarın kılarım diyenin dün kıldık namazını.
Evet, ne dersiniz!