Uzun bir süreden beri basında, televizyonlarda, bazı yüksek yargı organları ile yürütme arasında yargı tartışmaları devam ediyor. Yargıtay’da biriken ve zaman aşımından düşen dosyaların, yeni uygulama ile serbest bırakılan tutukluların durumu gerçekten kaygı verici boyutlarda.
Olaylar yeni değil, yılların ihmali, bu duruma sebep oldu. Suçlamalardan ziyade soğukkanlılıkla bu vahim durumdan kurtulmanın, yargıya hız kazandırmanın, yapılan yanlışları tashih etmenin yolları aranmalıdır. Aslında ben bugün Osmanlı’da yargının neden hızlı olduğu konusu üzerinde duracaktım. Konuyu başka bir zamana erteleyip, yargı üzerindeki tartışmalara devam edelim.
Son yıllarda ortaya atılan, “Yüksek Yargı siyasallaştı” ithamı da hafife alınacak bir suçlama ve tartışma değildir. Yüksek yargı siyasallaşsa da, siyasalaşmasa da itham dikkate alınmalıdır. Bunlar şüyuu vukuundan beter olaylardır. Böyle bir tartışma ülkede adalete güvenin sarsılmasına sebep olur. Bu da toplumu kaosa ve yanlış davranışlara sürekler. Herkes üzerine düşen görevi yerine getirmelidir.
Bazı Yargıtay üyeleri ile ilgili basın ve televizyonlara akseden ses kayıtlarının da üzerinde durulmalı, Yargıtay bu işin icabına kendi bakmalı ve bu ağır suçlamadan kurtulmalıdır.
Yüksek Yargı ile ilgili diğer bir suçlama da, zaman zaman amme vicdanını rahatsız eden kararların verildiği hususudur. Bir de Danıştay hükümet aleyhinde önüne ne gelirse iptal ediyor deniliyor. Bunlar üzerinde de durulmalı ve herkes bir nefs muhasebesi yapmalıdır.
Yargıtay ve Danıştay’ın vermiş olduğu bazı kararlar sebebiyle, hazırlanan bir tasarı ile Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin artırılması yolundaki çalışma, acele alınmış bir karar gibi geliyor insana.
Öncelere gidelim. Bir zamanlar ortada Milli Güvenlik Kurulu diye bir kurul yoktu. Sivil iradenin arzusu ile Demirel döneminde kuruldu bu kurul. Sonra ne oldu? Sivil idarenin en çok şikâyetçi olduğu bu kurul oldu.
Yarın Anayasa Mahkemesi’nin de aynı duruma gelmeyeceğini kim temin edebilir? Bazen yetki vermek, yetkileri artırmak kolay oluyor, ama geri almak mümkün olmuyor. O zamanlar kıyametler koparılıyor, kolayca verilen yetkileri, aynı şekildi geri almak mümkün olmuyor.
Anayasa Mahkemesi’ne verilmek istenen yetkiler, bir taraftan onlara altından kalkamayacakları bir yük getirmeyecek mi? Ferdi başvuru, Yargıtay ve Danıştay kararlarının Anayasa Mahkemesi’nden geçirilmesi bu kuruma nasıl bir külfet getirecektir. Bütün bu hususlar çok iyi düşünülmelidir.
Yargı ile yürütme arsındaki tartışma ve sürtüşme bir şekilde mutlaka son bulmalıdır. Tartışılan kararları yeniden gündeme taşımanın bir faydası yok. Yalnız şu Haberal’ı tahliye etmeyen hâkimlerin tazminata mahkûm edilmelerini de anlamak mümkün değil. Haberal, yargılama sonunda mahkûm olursa durum ne olacaktır?
Eh önemlisi, hâkimler hiçbir baskı altında kalmadan ve endişeye kapılmadan, sadece hür iradeleri ve vicdanlarının sesini dinleyerek kararlarını verebilmelidir. Bu konuda yapılacak düzenlemeleri saygı ile karşılamak gerekir.
Günümüzde ülke için hayatî üç meseleye çok dikkat edilmelidir. Bunlardan birisi adalet hissinin yok olmaması ve adalet anlayışının yara almaması, ikincisi, sokak hareketlerinin önlenmesi, üçüncüsü de ülkenin üniter yapısının ve dilinin korunmasıdır. Bu konular üzerinde günlerce durulsa yeridir.
Başka Türkiye yok… Biraz insaflı ve dikkatli olalım. Ülke meselelerini şahsî çıkar ve endişelerin önünde tutalım.