“Engellilere ders verirken, çılgın, deli bir adam görüyorsun değil mi? Bir de geliyorsun dergâhta hocaefendi olarak görüyorsun Mim Kemal’i. Aynı adamdan nasıl çıktı bu? Yaptırana bak!” (Mim Kemal Öke, Yaralı Ceylanlar Kulübü)
Çoğumuzun ismini duyduğu bir şahsiyet. TV kanallarındaki muhtelif programlarından, “Duvardaki Kan” gibi dizileştirilmiş romanlarından, sıra dışı Beyaz Türk kimliğiyle, “Down Sendromlu” kızıyla, ailesi özellikle “mimlendiği” meşhur dedesiyle, bir zamanki fizikî görünümünde yaptığı değişikle, yani işin magazinsel boyutuyla bile dikkatleri üzerine çekmiş cins bir beyin.
Mim Kemal Öke’yle, Fatih Vural’ın yaptığı nehir söyleşi Yaralı Ceylanlar Kulübü, manevî bir hayatı, ruhî tecrübe ve tekâmülü, saf kulluğa doğru yükselişi merak edenlerin bilhassa ilgi duyacakları bir d(okuma) örneği.
“35 yaşında, Türkiye’nin en genç yaşta profesörü olan, alanında temel referans kaynağı addedilen Osmanlı-Türk dış politika tarihine ilişkin, Filistin, Ermeni, Musul ve Hilafet sorunları üzerine yazdıklarıyla, kıymetini yeterince idrak edemediğimiz yirmiyi aşkın eseriyle; engelli çocuklara vurmalı çalgıları öğreterek ritim terapisi yapan” bir adamın olağanüstü hikâyesi.
Esasen yüksek bir içerik yüklenmiş insanın farkında bulunan, bakanlık gibi dünyevî bazı makamları ittiğine göre, İlâhî Çağrı’nın ve mevcut kalbî özün, kemâle erme hedefinin kuvvetiyle de dikkat çeken bir seçkin.
Kendi ifadeleriyle “Yeni bir Barbarlık Çağı’nda”, “Tanrı’nın istediği biçimde, bu dünyayı ‘umran’, insanı ise ‘umman’ hale getirebilme yönelişi ve “Âdem, Âlem, Allah arasındaki bütünlüğü, dördüncü bir ‘A’ olan Aşk ile sağlama”cehdi.
Hayatta düşüşler, inişler, çıkışlar da izafî. Göze, şahsî ve toplumsal ölçülere göre değişiyor. Geldiği noktada, insanlık makamında, derin kuyulardan ve göksel kuytuluklardan getirilen, bambaşka sözler söylerken buluyoruz onu.
Fakat bu makama, batınî nimetlere erişmek herkes(im)in harcı değildir. Bir gazetede yer alan söyleşisinde; “Bu çağda herkes birbirinin üstüne çıkıp, birilerini ezmenin; menfaatlerinin peşinde. Bu da ezilenleri ve dürüst olanları yaralıyor. Onlar da toplumda aslında bir yaralı ceylan gibi kalıyor. Bunun tasavvufla da ilgisi var. Tasavvuf yoluna girenler ya da girmek isteyenler de mutlaka yaralı ceylanlardır. Onların kulübü de Kalplerin onarıldığı yer ‘Yaralı Ceylanlar Kulübü’dür” demektedir. Yeni kalp evi düzenlemeleri, içsel ameliyatlar, inşâlar orada gerçekleştirilecektir.
İş kolay değildir; insanın Şems’i ise her zaman yıldızlı bir âlim, başı deryada yitmiş bir derviş olmaz. Bir yakını, türlü imtihan sebepleri de Şems ya da benzerlerinden teki işlevini görebilir. Bir “Engelli” nice mâniaları aştırabilir. Öke’nin Şems’i, ilk önceleri pek kabullenemediği kızı Nazlı’dır.
Kırık kalple gittiği bir Cuma namazı vaktinde, İlâhî ikazla, “sırat köprüsü hadisesiyle” karşılaşır. Tanrı’ya küskündür, ilişki zorlamalıdır. Kendisinden dinleyelim:
“Küskünüz ya, en arkaya oturdum. Bir anda hayale daldım…
Bir dağın üstündeyim. Mermer gibi haşmetli bir dağ.. Kesik kesik… Yürümesi çok zor… Karşı tarafta da bir dağ var. Ortası, uçurum. Müthiş fırtınalı, gürültülü bir hava… Yağmur, rüzgâr… Gök, karanlık. Uçurumun altından alevler yukarıya doğru yükseliyor… Bağırtılar, çağırtılar, azap çeken insanlar…
Karşıya geçmek zorunda olduğumu hissediyorum. Bir kılıç var ama diklemesine. Keskin yeri, yürüme yüzeyi. Bastığım anda paramparça olup düşeceğim. Karşı tepede Nazlımı gördüm. O sırada yeni doğmuş olmasına rağmen, on sekiz yaşına gelmişti. Hep hayalini kurduğum bir kızdı. Bana baktı, ‘Tut elimden baba. Seni bu tarafa geçireceğim,’ dedi. Üç kere tekrarladı bu cümleyi. Elimi uzatır uzatmaz beni kendi tarafına çekti. O anda kendimden geçip, ‘Allah’ diye bağırmışım!”
İlginç bilgiler, değerlendirmeler, sürprizlerle dolu bir eser Yaralı Ceylanlar Kulübü.
Kimimizin dudak büküp, ileri geri konuştuğu musiki ve bendir konusunda, yolun yücelerinden bir bilge “vecdini arttırdığını” ifade ediyor mesela:
“Benim bir bendir-i şerifim var. Vurulduğu zaman zikrullahtan başka bir şey işitmiyorum.”; ‘Ondan asla lehviyat(eğlence) işitmedim. Ona vurulduğu zaman parmaklarımın Allah Allah diye zikrettiklerini duyuyordum.” (sf. 115)
Muhteşem heyecanların, ulvî davaların şairi, Mevlevîliğini bildiğimiz Arif Nihat Asya’nın da bendirle alâkalı bir dörtlüğünü okuyoruz söz gelişi.
“Tarihe Metafiziksel Yaklaşım, Tasavvuf, 16. Yüzyılda Akdeniz ve Dünya, Arusiyye Tarikatı ve Abdüsselam El Esmer Hazretleri, Turgut Reis” gibi bölümlere ayrılmış kitapta; ayrıca “Tasavvufun Türk tarihi İçindeki Rolü” hakkında önemli tespitler getiriliyor.
Mim Kemal Öke, “Batınî bir devrim” olarak değerlendirdiği tasavvufta, “Türklerin rolü ne” sorusunu şöyle cevaplıyor(sf. 78):
“Hoca Ahmet Yesevi’den başlatabileceğimiz Horasan Erenleri, ‘Tanrı’ya böyle korkuyla ulaşamazsınız,’ demiştir. Hikmetin içine aşkı, sevgiyi koymuşlardır ve ‘Sevgisiz uygarlık olmaz,’ demişlerdir. Bugün için de doğru değil mi?
İşte bu düşünce, bence, Türklerin dünya tarihine verdiği en önemli hediyedir. İkramın büyüklüğüne bakın! Allah, bunu bize lütfediyor. Türk-İslâm tasavvufunun yayılış haritasına bir bakın… Orta Asya’da teşekkül edip damarlar halindeki dağılmada, sosyoekonomik, politik gelişmeleri, toplumsal gelişmeleri irdelemeye kalkarsanız, nasıl bir dünya çıkar karşınıza?
‘Tasavvuf bireysel bir yolculuktur’ dedik ama burada kolektif bir görevlendirme vardır. ‘Türkler, İslâm’ın kılıcıdır’ derler. Bence gerçek şudur: Türkler, İslâm’ın gönlüdür, kalbidir.
Yaralı Ceylanlar Kulübü, pek çok yönüyle size dokunacak, yürekleri tazeleyecek bir kitap.