Ramazan kelime anlamı nedir?
***
Hiç merak ettiniz mi?
***
Ramazan, “yakıp kavuran” demektir… Bir rivayete göre, Araplar, aylara isim verirken Ramazan ayı yaz mevsimine denk geldiği için bu adı takmışlar…
***
Vücutları yakıp kavuran, gönülleri yağmur gibi rahmetle yıkayan bir ay Ramazan…Hoş o bir ay vücutlar böylesi yanıp kavrulmasa, hedonizmin(hazcılık) ateşinde yok olup giderken sahibi olan ruhu esfeli safiline düşürecek…
***
Ramazan’ın kendine has bir mevsimi vardır…
***
İlkbahar, Yaz, Sonbahar ve Kış’ın dışında sadece İslam Alemi’nin yaşadığı yeryüzünde farklı beşinci bir mevsimin adıdır Ramazan… Kendine has güzellikleri ve adetleri olan… Osmanlı Ramazan’ı âdet ve zarafetlerle öyle süslemiştir ki, Osmanlı’dan gayrı dünya coğrafyasında ve tarihinde Ramazan’ı böylesine giydiren bir millet çıkmış mıdır?
***
Osmanlı’dan gelen hoş âdetlerden biri de Ramazan’da yakılan, “Zimem” defteriydi…
***
Bakkal, manav, kasap gibi esnafların tuttuğu borç defteri… Ramazanda zengin bir şahıs bakkala gelir ve zenginliği ölçüsünde (esasen gönül zenginliği ölçüsünde) “İlk 20 kişinin borcunu hesapla” diyerek bu şahısların borcunu öder, yazılı olduğu defterler yakılırdı…
***
Bazen tek bir şahıs tarafından bu borç defteri kapatılır, fakirler borçlarından kurtarılırdı… Burada bir başka letâfet daha vardı ki, o da ne borçlu borcunu kimin ödediğini bilir, ne ödeyen kimin borcunu ödediğini bilirdi… Böylece ne zenginde gurur, ne fakirde minnet…
***
Ne hoş zarafet… Borçlunun yükünü sırtından alıp bir anda derdini “yakıp kavuran” bir zihniyet bu topraklarda 600 yıl hüküm sürdü… Devamı olmakla övünürüz her daim, ama etrafımızdaki “borçlulara” nasıl bir Osmanlı devamıysak; “Bana mı sordu, ayağını yorganına göre uzatsaydı…” ile yükleniriz bıkmadan usanmadan…
***
Kameralar önünde vermeyi seviyoruz… Kameralar önünde Sahabe-i Kiram gibi duranlar, kayıttan çıkıldığı andan itibaren İbn Selûl’leşen yanlarımız maalesef her geçen gün çoğalmakta…
***
Neyse mevzuyu daha da tatsızlaştırmadan, ruhları “yakıp kavurmadan” Osmanlı’dan tebessüme yol açacak anılardan anlatalım biraz da; Keçecizade bir iftara davetlidir…
***
“ALLAH’A SIĞIN”
Davetliler arasında obur bir adam var… Tam da Keçecizade İzzet Molla’nın karşısında oturuyor… Top atılıyor, iftarlar açılıyor… Obur adam öyle saldırıyor ki sofraya… Az sonra, çatalından fırlayan tatlı, İzzet Molla’nın kucağına düşüyor…
***
İzzet Molla da zaten burnundan soluyor; “-Biçare tatlıcık, şu oburun elinden bana değil, Allah’a sığın…”
***
İYİ SALATANIN SIRRI
Recep Çınar ile geçen yıl Ramazan’da Kozağaç’da İsmail Altınışık’ın (Maykıl İsmail) bağ evine iftara gitmiştik… Hayatımın en güzel, en unutulmaz salatalarından birini Ahmet Dalkıran (Dodan) yapmıştı… İçinde neler olduğunu saymam için yarım sayfa daha yazmam lazım…
***
O salata beni taa Osmanlı’da yine Ramazan’da bir iftar davetindeki başka salata hikayesine götürüverdi… Ebu’z-Ziya Tevfik Bey merhum, Sultan 2. Abdülhamid Han’ın Yıldız Sarayı’nda verdiği bir iftar ziyâfetine katılıyor… Yemekte söz dönüp dolaşıp salataya geliyor ve iyi bir salata nasıl yapılır, bu konuşuluyor…
***
Davetlilerden biri; “-İyi bir salatanın sirkesini cömert birine, yağını hasis (cimri) birine koydurmalı, bir deliye de karıştırtmalıdır, diyor…
***
Ebu’z-Ziya Tevfik Bey de şöyle tamamlıyor cümleyi; “-O halde sirkesini Padişah Efendimiz Hazretlerine, yağını Sadrazam Paşaya koydurtmalı, Çırağan Sarayı’na da gönderip karıştırtmalı…”
***
O sırada Padişah 2. Abdülhamid, Sadrazam Mithat Paşa idi… Çırağan Sarayı’nda da 5. Murat oturuyordu… Sultan V. Murat, tahttan indirilen Sultan Abdülaziz'in yerine 30 Mayıs 1876'da padişah oldu… 93 gün kaldığı Osmanlı tahtından akli dengesini yitirmesi sonucu 31 Ağustos 1876 tarihinde indirildi. Çırağan Sarayı’na kondu…
***
Bizim salatanın sirkesini Recep Çınar dökmüştü, yağını da Sabit Horasan Ağabey, topun atılmasına dakikalara kala, Mehmet Tangut’un elinde kaşıkla salatayı karıştırdığını görmüştük…
***
Ramazan boyunca “yumuşak” gitmeye, “yakıp kavurmadan” yazmaya devam ve gayret edeceğiz, “ayarsızlıktan” kaçınacağız, hayırlı, bereketli Ramazanlar Müslümanlar…