1 Kasım 1958’de kaybettiğimiz büyük Türk şair ve yazarı Yahya Kemal’i bir yazımızla anmak istiyoruz. Onun sanatı ve kişiliği etrafındaki değişik yorum ve değerlendirmelere yer veriyoruz.
Şüphesiz farklı bakış ve dokunuşlar, onun mirasının zenginliğini ve büyüklüğünü gölgelemez. Daha yakından, vazıh bir bakışla “anlamamızı” sağlar.
Süleyman Seyfi Öğün; “Yahya Kemal, şiir tarikiyle modernist eksende Osmanlı estetiğinin çerçevesini kuran kişidir. O, mesaisini İstanbul ve Balkanlar’ın estetik anlatısını kurmaya adamıştı. Bu anlatı çerçevelenmiş bir anlatıdır.(…) artık biz modern Türkler Osmanlı hayatını ve kültürünü bu çerçevelenmiş imgeler etrafında anlayacak ve değerlendireceğizdir. Çerçeve oluşturma işi, onu oluşturan kişi ile hayatın muhitleri arasına bir mesafe koymayı gerekli kılmaktadır. Yahya Kemal’in yaptığı da budur. O bir flanördür. Gezer dolaşır, daha çokca olarak uzaktan bakar ve manzara toplar.(…) Yahya Kemal’in zihnimize akıttığı imgeler olsa olsa modernist zihniyetlerin işini gören yeniden-üretilmiş ve yeniden üretildiği nispette başkalaşmaları doğuran imgelerdir. Söz konusu başkalaşmanın eksenleri içinde olmaktan ziyade, dışına çıkan ve dışarıdan gören kültürel bir merkez-kaçın eksenleridir” demektedir. ( Hayal Şiir, Yahya Kemal Şiiri Üzerine Makaleler, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Sf. 27-28)
Ali Haydar Haksal, onun “Düşüncesini hayata dönüştürme gücünü bulamadığını; içe kapanık ve mahcup olduğunu” ifade eder:
“…büyük medeniyetin bilincinde ve ruhundayken, şiiriyle kendi arasında kalıyordu. “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” ile “Endülüs’te Raks” arasında gidip geliyordu. Tabii ruhuyla bağlı olduğu medeniyet düşüncesi, cismiyle bağlı olduğu Batı düşüncesi arasındaki açmazı yaşıyordu. Bir başka deyişle İstanbul-Ankara açmazının yoğun ikilemi arasında kaldı” (Ali Haydar Haksal, Sezai Karakoç Eleğimsağmalarda Gökanıtı, İst: İnsan Yayınları, 2007, Sf. 62-63)
Yahya Kemal, Milli Mücadeleyi yazılarıyla desteklemesine rağmen, zafer gerçekleştikten sonra yönetime karşı, bazı aydınlar gibi ibadet edercesine bir bağlılık göstermemiş, şahsiyetli bir tavır ve duruş sergilemiştir.
Yahya Kemal’in hilâfetin kaldırılmasıyla ilgili kanun teklifinde imzası vardır. Fakat tekke ve zaviyelerin kapatılmayıp ıslah edilmesi, “aydın din adamlarının yetiştirilmesi” teklifinde bulunur. Harf Devrimine de itirazları bulunur. Servet Sami Uysal onun, Tarih konusunda da Mustafa Kemal’le ters düştüğünü; “Türkiye Türklerinin kökünü ta Sümer, Elam, Eti ve Hititler gibi çok eski “kavimlere” kadar indirme arzusunu bilimsel bulmadığını” nakletmektedir. (Servet Sami Uysal, Şiire Adanmış Bir Yaşam Yahya Kemal Beyatlı, Bilge Kültür Sanat, 2006, Sf. 240)
Cumhuriyetin ilânından sonra, Varşova ve Madrit’te büyükelçilik görevi yapan Kemal, otoritenin görüşleriyle çelişen fikirleri yüzünden, Türkiye’ye uzunca süre dönemez. Görevden alınır. Milli Şef devrinde nispeten rahatladığını Beşir Ayvazoğlu belirtmektedir. (Hayal Şiir, Sf. 115)
Ancak; Türk Ocağı çalışmalarına da birlikte katıldığı arkadaşı Hamdi Suphi Tanrıöver’in çabalarıyla, “Gazi” nezdinde affı sağlanır.
Dönemin vasatı ve siyasî havasından; talebesi ve dostu görülen Ahmet Hamdi Tanpınar, “Edebiyat Notları’nda” bize “1908’den sonra üç cereyan vardı” diye söz eder. “Osmanlıcılık, Türkçülük(Mehmet Emin), İslâmcılık(Mehmet Akif)… Bir de Garpçılık(Tevfik Fikret). Bunlar birbiriyle çarpışmış, bazısı Türk milletinin lehine, bazısı neticede aleyhine olmuştur. Mesele İmparatorluğun elden çıkması. Sonra bunlar hep birden Yahya Kemal’de toplanmıştır.”(Aktaran A.Ömer Türkeş).
Ömer Türkeş konuyla ilgili: “Hesaplanması hayli güç bu toplamın sonuçları kültüreldi ve Cumhuriyet dönemine kendine özgü bir muhafazakârlık olarak aktarıldı.” şeklinde görüşünü bildirmektedir. (“Bir Gül Bu Karanlıklarda”, Tanpınar üzerine Yazılar Haz: Abdullah Uçman, Handan İnci, 3F Yayınevi, Sf.778)
Az yazması karşısında “Ona kısır diyenler, sanat eserlerinin ne ile ölçüleceğini bilmeyenlerdir. Çeki ile elmas değil, odun tartılır” şeklinde müdafaa eden Tanpınar, “…Sadece bugünün şiirini yapmadı, bugünün şiirinin zevkini kendi ayarladı, yeni baştan tanzim ettiği eski dile de geçirdi. Yahya Kemal’in eski dille yazdığı şiirler için bir tek kelime söylenebilir. Divan Şiirinin Avrupalılaşması” diye fikir beyan etmektedir. (Ahmet Hamdi Tanpınar, Mücevherlerin Sırrı, YKY, 2002, Sf. 191, 232)
“Yahya Kemal ve Mehmet Âkif’in bir edebiyat terörü havasında, biri gizlice biri de açıkça ve âdeta ölümlerine terk edilmiş, eski edebiyatın son iki şairi olarak görüldüğüne” dikkat çeken; fakat “…bir gün edebiyatımız kendi gerçek yönünü alacak olursa, onun tekniğinden bakış açısına kadar, bütün şiiri(nin) ilk çıkış noktalarımızdan biri olacağına işaret eden” Sezai Karakoç, Yahya Kemal’in öncülüğünü şöyle vurgular:
“Denebilir ki, edebiyatımızı, bu batılılaşma bataklığından ilk kurtarma devrimini yapma, hem de hiçbir devrim kılığı, iddiası ve teoriği içinde olmaksızın, Yahya Kemal’e nasip olmuştur.
Evet, o, yeni bir anlayış içinde, Batı edebiyatını da özünden kavrayarak, Divan Edebiyatına yönelerek, onu da çağdaş ve yeni bir sesle günümüz içinde devam ettirmenin ısrarlı ve kararlı, şuurlu ve bilgili bir ustası olarak gözüktüğünden bu yana, edebiyatımız, en azından, bütünüyle Batı tarafından kurutulma ve yutulma riskini atlatmıştır.” (Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları 2,İst: Diriliş Yayınları 2007, Sf. 75-77)
Türk Fikir hayatının unutulmaz isimlerinden Cemil Meriç için Yahya Kemal, “Türk dilini, ebediyyen yaşayacak olan bir avuç şiirle zenginleştiren, iftiraya uğrayan bir tarihi bütün ihtişamı ile dirilten ve Türk irfanına bir Tanpınar hediye eden fânidir”.
Onun yıldızlı üslûbuyla:
“Yahya Kemal, bu kubbede yani kendi gök kubbemizde ebediyen yaşayacak olan bir sestir. Kuğunun son şarkısı. Edebiyatımızın has bahçesinde boy atan şahane bir gül. Dünün zevkini yaşadığı çağın insanlarına aşılayabilen bir büyücü. Bakışlarını ezeliye çeviren bülent selvilerin gölgesinde ebedi değerlerini dile getirerek devrin hayhuyuna kahkahalarla gülen bir rinttir. Yirminci yüzyılın makine gürültüleri içinde sersemleyen insanlarına Lâle Devrinin unutulmaz şarkılarını, ihtiraslarını, ürpertilerini terennüm eden ‘kökü mazide olan âtidir” (Cemil Meriç İle Söyleşiler, Hazırlayan: Prof. Dr. Mehmet Tekin, Çizgi Kitabevi, 2003, Sf. 109)
“Gurbet, Yalnızlık Şairi, Evde Bir Evsiz adam” gibi şahsı ve eserleriyle alâkalı tanımlarda bulunulan Yahya Kemal’in şiirinde önemli bir kavram olan “İmtidad’a” ise; Beşir Ayvazoğlu şöyle değinir:
“Yahya Kemal’in ve öteki Dergâhçıların (Dergâh çevresinde toplanan aydınlar) anladığı mânâda Doğu Rönesansı, medeniyetimizin ölü taraflarıyla değil, bir zamanlar ona hayatiyet kazandıran ruhuyla dirilmesi ve yepyeni bir hayat hamlesiyle çağını kucaklaması demekti. Kısaca, bu diriliş ne geçmişin tekrarı, ne de inkârıydı, bir imtidad’tı. İmtidad, Yahya Kemal’in lügatinde, sürekli bir değişme içinde değişmeyenin, yani asıl hüviyetimizin muhafazası manasına geliyordu.” (Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal: Eve Dönen Adam, 2.bs. İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1995, Sf. 101-102)