Ünlü sosyolog ve yazarımız Ziya Gökalp'ın vefatının 100. Yılı hatırası için hazırladığım bir yazımı sizlere sunuyorum:
Dönemin atmosferini Falih Rıfkı Atay anlatır:
“….Beyoğlu’nun o devir hatıraları arasında Yunan generalinin oturduğu binanın kâbusu da vardır. Balkonuna Yunan bayrağı çekildiği zaman, halk zorla selama dururdu. Türkler geçişlerini bu zamana rastlatmamak için hesapla yola çıkarlardı.
Türklükten de kaçan kaçana idi. Bir gün dostlarımdan biri nefes nefese matbaaya gelerek Beyoğlu caddesinde Osmanlı büyükelçilerinden birinin oğlunu Kafkas esvabıyla gördüğünü, bir felâketmiş gibi, haber verdi. Şivesi şivemizden, kafası kafamızdan nice tanıdıklarımızın Kürt olduklarını anlıyordu. “İttihatçı” Abdullah Cevdet’in yazı yazdığı gündelik gazetenin adı “Jin” idi. Bunun Kürtçe “hayat” demek olduğunu öğrenmiştik.
İttihatçılar hapistedir. Ziya Gökalp da onlarla beraber. Bir gün işgal uşağı sabah gazetelerinin birinde bir milliyetçi yazarın, Akagündüz’ün şu fıkrasını okuduk: ‘ Ah, ne yazık ki onu asacaklar. Yemin ederim ki asıldığını istemiyorum. Hürmet ettiğim bir zatın bir fikri vardır ki ne güzeldir: Ziya’nın kafasına bir düzine nalıncı çivisi çakmalı. Yaya olarak Anadolu’ya çıkarmalı. Kasaba kasaba, köy köy, oba oba gezdirmeli. Eyvah, böyle yapmayacaklar da onu asacaklar. Ne kadar yazık! Ne kadar adaletsizlik!”
Bu, işlediği bir suç üzerine tabii cezasını çeken eski bir İttihatçı idi.
Türkçülük ve Türkçüler, hiç politikaya karışmasalar bile, suçlu ve sorumlular arasındadır. Mütareke edebiyatında cinayet yerine geçen şeylerden biri de “Türklerde milliyet hissini uyandırmak”tı. Sanki bütün felaketlere o yüzden uğranmıştı. Maarif nazırlarından biri kıraat kitaplarından “Türk” kelimesinin çıkarılmasını emretmiştir. Üniversiteden Türkçü profesörler tasfiye edilmiştir. Ne acı şeydir ki, bu tasfiye işinden kurtulmak için, Ziya Gökalp’in en yakın çömezleri Damat Ferit hükûmetlerine yaranmak yolunu bulmuşlardı” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınevi 2023, S. 141-142)
Atay’ın verdiği ilgi çekici örnek, milliyetçi görülen bir yazarın, yakışıksız, inanılmaz bir duygusallıkla Gökalp üzerine yaptığı çirkin hücumdur. Bu nefreti hak etmiş midir Ziya Gökalp.
Şüphesiz herkesin kendine göre bir Gökalp’i ve kanaati vardır. Hakkında ilim adamları, toplum bilimciler, çeşitli kesimlerce farklı görüşler beyan edilmiş, portreler çizilmiştir.
Ama aynı fikriyatı taşımasak bile aydın geçinen kimselerin, muhalif ya da benimsemedikleri düşünce sahiplerine karşı daha tarafsız, mutedil bir dil kullanmaları gerekmez mi?
Ayrıca benzer dönüşümlere, bukalemunvari görünümlere, dalkavukluğun has krallarına; darbeler, iktidar değişimleri sırasında, yakın zamanlarda da maalesef şahit kalıyoruz.
***
Türk sosyolojisinin kurucularından sayılan Ziya Gökalp’e dair bir başka enteresan bilgiye, Taner Ay’ın “Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler 2” kitabında rastladım. (Ötüken Yayınevi, S. 293-294)
Taner Ay’ın kitabında bahsi geçen yazarlardan Lütfi Erişçi; muhtelif dergilerde sosyolojiyle, tarihçesiyle alâkalı yazılar yazmaktadır. Bazılarında Ziya Gökalp’ten de söz etmektedir. Mesela “Yeni Edebiyat’ta” “Ziya Gökalp Milliyetçiliği (S.25, İkinci Teşrîn 1941)” gibi.
Taner Ay, şöyle devam eder:
“Lütfi Erişçi, Ziya Gökalp hakkındaki yazılarında, Ziya Gökalp’in ırkçılıkla bir ilgisi olmadığını hatta ırkçılığa karşı olduğunu belgelerle kanıtlayınca, başta Necip Ali Küçüka olmak üzere çok kişinin hedefi hâline gelir. Abidin Nesimi Yılların İçinde isimli kitabında şunu yazar:
…Lütfi Erişçi arkadaşım bir hayli telâşlandı. Kamuoyunda bu yazının yarattığı paniği gidermek için yapacak tek şey vardı. Ziya Gökalp konusunda bilimsel bir broşür yayımlamaktı. Ben de bunu yaptım. Yedek subaylıktan biriktirdiğim para ile bu broşürü bastım.” (Nöbetçi yayınevi, s. 144, 2. Baskı, 2008)”
Dikkat çekici olansa, Abidin Nesimi’nin sosyalist yazarlığıdır; Lütfi Erişçi ise “örgütlere mesafeli” fakat sol harekete yakındır.
Oysa Falih Rıfkı Atay’a bakılırsa, Aka Gündüz’ün, Ziya Gökalp’a garezi; “harp çıktığı vakit Beyoğlu nümayişleri önünde Tokatlıyan’ın camlarını kırdıktan sonra, otel sahibinden şantaj haracı istemiş, o da polise haber vererek bir suçüstü yapılmış. Talat Bey Akagündüz’ü Konya’ya sürmüştü. Gökalp’e düşmanlığı, kendini o vakit korumamış olmasındandı” (Çankaya, S. 141, 2023)
Ne büyük bir cürüm, kafasına çivi çakılarak ortaçağ işkencelerine lâyık bir öldürülmeyi hak etmiş demek ki. Bu kadar basit, böylesine şahsî işte.
***
Ziya Gökalp’e ilişkin iki zıt tavır, yazar aydın duruşları haysiyeti, insaniyet, gerçek münevverlerin hüviyeti; kültürel mirasımızı neden koruyup geliştiremiyoruz, neden milletler arasında gerilerden geliyoruz, dünya arenasında söz sahibi değiliz gibi sorular da uyandırıyor. Hikâyeler farklı değerlendirmelere müsait.
Anlaşılmamış, tanıtılmamış, gadre uğramış, itibarsızlaştırılan nice değerimiz var.
Onların dünya görüşlerini benimsemeyenler, sevmeyenler elbette bulunacaktır. Ama bu amansız kuraklıkta peşin, tamamen reddetme lüksüne sahip miyiz?
Beğenilmeyen, hiçbir yönüyle takdir görmeyen, sürekli hırpalanıp, istifade edilmeyen şahsiyetlerimizden daha iyilerini, ilerilerini yetiştirmemiz icap etmez mi?
Kaç yeni düşünce, sanat, devlet adamımızla; eğitimimizle, milletimizin kazandığı irtifayla, seviye ve gelişimimizle gurur duyabiliyoruz.
Neden bir bütün olarak tarihimizi, kültürel çizgimizi kabul edemiyoruz ve istikbale dönük yüksek hedeflerden, ciddi çalışmalardan mahrumuz?
Hangi başlara çiviler çakılıyor?
Ziya Gökalpler bize neler söylemeli?