Rusya’dan S-400 hava savunma sistemini almamız, Amerika’nın onca para döktüğümüz F-35 uçaklarını bize vermemesi, çeşitli kanallarca yapılan yaptırım teklifleri, tehditler.
Önümüzdeki süreç nasıl gelişecek tam bilemiyoruz ama her zamanki gibi, muhtemel yaptırımları mazur gösterecek yahut örtbas edecek, muhtelif ataklar geliştireceğimizi, gündem değiştireceğimizi; sözde, faydasız neticesiz kalan, sert çıkışlar yapabileceğimizi söyleyebiliriz.
Modası geçmiş uçakları, saldırı sistemlerini alma, işletme, sahip olma kavgası verirken. Ve “muktedirlerin” iki dudağı arasına bakarken…
Yine ileri demokrasimiz gibi, ileri sanayimizle, hep ötelediğimiz yerli otomobil hülyalarıyla avutulmaya devam edeceğiz.
Kalan fabrikaların kapatılması sürecek. İyice güçsüzleştirilmiş tarım, yozlaştırılmış değerlerimiz gibi; maddî-manevî silahlarımız elimizden bir bir alınacak.
İstiklâl Harbi’ndeki gibi gizli- aşikâr seçenekler, efendiler sunulacak önümüze. Amerika mı, Rusya mı, İngiltere mi, Avrupa mı, bir de Korekolikler çıktı başımıza.
Aman Türk- Müslüman olmasın da… Beğen beğendiğini. Hepsi birbirinden tehlikeli, şerli.
Bu vatana, topraklara, ecdadına sakın bir aidiyet hissin, mensubiyetin, saygı ve sevgi bağın olmasın.
Dünya vatandaşları, menfaatinin geldiği yere bakar; eğlence, her çeşit uyuşturucu, oyun(cak) dünyasına selâm çakar.
…
Jale Parla, “Efendilik, Şarkiyatçılık, Kölelik” kitabında; Osmanlı İmparatorluğunun zayıf kalmasıyla beraber, önceki tarihlerdeki müspet izlenimlerin aksine, “1835-1850 arasındaki Doğu Yolculuğunun düş kırıklıklarından” bahseder.
Fransız; İngiliz meşhurların, seyyahların Şarkla, dolaylı olarak Türkiye ile ilgili kimi zaman aşağılayıcı, alaycı olabilen gözlemlerine, içine ideoloji serpilmiş metinlerine dokunur.
İngiliz şair Edward Lear’ın şu satırlarına bir göz atalım mesela:
“Ev sahibimle bir veda kahvesi içerken, şanssızlıkla ayağım güzel bir nargileye takılınca (inanılmaz uzunlukta çubukların ucundaki nargileler Türk evlerinde içenlerden uzakta yerlere yayılmış durur ve miyop insanlar için her zaman bir tuzak oluştururlar) bir gürültü koptu fakat kimse kımıldamadı.”
Birden, zamanımızın “duygusuz” addedilen neslini; kafelerde, AVM’lerde çöreklenen (dünün) gençleri bugünün yetişkinlerini hatırladım nedense.
Yine bir başka gezgin tarafından “1835-1850 yıllarındaki Doğu, Batıyla Doğu arasındaki aşılamaz ve aşılması da o denli önem taşımayan iletişim kopukluklarının komedyası biçiminde çizil(mişdi)”:
“Eğer bir dil öğrenmezseniz nezaket ziyaretlerini çok sıkıcı bulabilirsiniz, tercümanın yardımı konuşmanın ruhunu öldürmekten başka bir işe yaramaz çünkü. Size Doğulularla konuşmanın özünü nakletmeye çalışmam epeyce yanıltıcı olur. Bir yolcu şöyle bir şey söyleyebilir örneğin: ‘Şu ya da bu paşa buharla gerçekleştirilen büyük ilerlemelerle çok ilgilendi, tekstil sanayiimizin büyük başarılarından hayranlıkla söz etti. Hindistan politikamızı dikkatle izlediğini ve İngilizlerin idarî yeteneklerini takdir ettiğini belirtti.’ Fakat Paşa’ya yakıştırılan bu klişeler yığını büyük bir ihtimalle şöyle bir konuşmaya dayanıyordur: Paşa: Harika sandalye! Harika evler! Vırrr! Vırrr!
Her şey tekerlekli! Vızz! Vızz! Her şey buharlı!
Harika sandalye! Harika evler! Harika insanlar!
Vır! Vırr! Her şey tekerlekli! Vızz! Vızz! Her şey buharlı!”( Jale Parla, “Efendilik, Şarkiyatçılık, Kölelik; İletişim Yayınları, 2018, sf. 88)
…
Hakkımızdaki bu küçümseyici üsluba, özellikle siyaset dilinde, zamanımızda da rastlıyoruz.
Durum çok fazla değişmedi ve daha vahim. Geliyoruz, gidiyoruz, vakit geçiyor; aynı, benzer noktalara düşüyoruz.
Bize takdir(!) edilen seviye; durduğumuz yer, alay edilen Paşaların, yöneticilerin, Şarklı toplumların vaziyetinden çok da farklı değil aslında.
Batılı harikalar(!), teknoloji karşısında şaşkınlık, aşağılık duygusu, çözülüş, çöküş, perişanlık…
Kültürel hamle, çıkış yönünde; ciddi bir eğilim, gayret, irade, eğitim, millî şuur ve iman, birlik (ne derseniz deyin) görülmüyor.
El malını, korka çekine, izinle kullan(ama)ma. Tahkir edilme, hor görülme, gülünç düşme. Buna mukabil sadece kuru (d)övünme.
Artistik manevra(!) kabiliyetimizi yükseltmeye çalışıyoruz sadece.
Bu kafayla daha çok vızıldarız. Vızz! Vızz!
Biçilen rolleri oynuyor ve rol kesiyoruz hepimiz.
Hiç uyanmayalım biz.
Bilime, yabancı teknolojiye hayretle, öykünerek, ağzı açık bakalım. Aaa! Nasıl da çalışıyor. Vır vır da Vızz vızz!
Kaddafi’yi öldüren Libyalılara, ödül olarak son model cep telefonu veriliyordu. Vızz!.
Bırak, arı gibi gâvur denilenler çalışsın. Vızz!
Kim takar, kim duyar. Sinek vızıltısı bir yazıdır işte.
Vızzzz!