Milli Gençlikle yazı serisi
12. Osmanlı Padişahı ve 77. İslam Halifesi III. Murat zamanında, Unkapanı Araplar Camii karşısında nalıncılık yapan Nalıncı Mimi Dede adında biri vardı.
III. Murat bir gece anlam veremediği bir rüya görür. Murat Han o gün neşeli mi üzüntülümü hiç belli değildir. Veziriazam Siyavuş Paşa Padişah’a sorar:
- Hayrola efendim. Canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah.
- Hayır mı şer mi öğreneceğiz. Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla (öğrenci) kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki Padişah hala gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilmektedir. Seri ve kararlı adımlarla Unkapanı civarlarına gelirler. Orada orta yerde yatan bir ceset gözlerine çarpar. Sorarlar ‘kimdir bu?’
- Aman hocam hiç bulaşma… Ayyaşın biri… derler.
- Nereden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz. Bir başkası söze karışır.
- “Biliyor musunuz? Aslında iyi bir sanatkârdır. Nalının (takunya) hasını yapar.
Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcar. Hem, şişe şişe şarap taşır evine, hem nerede mimli kadın varsa takar peşine.” Orada bulunan yaşlının biri çok öfkelenir:
- İsterseniz komşulara sorun. “Onu bir kere olsun cemaatte gören olmuş mu?”
Hâsılı (özetle) mahalleli döner ardını ve gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar ortada. Tam vezir de gitmek için toparlanıyordur ki padişah önünü keser.
- Nereye?
- Bilmem. Bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz. Öyle ve ya böyle tebaamız (vatandaşımız) dır. Defnini tamamlasak gerekir.
- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
- Olmaz. Rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki, ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam. Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim. Nasıl kaldırırız?
- Basbayağı kaldırırız işte.
- Yapmayın etmeyin sultanım. Bunun yıkanması paklanması var. Tekfini telkini…
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasil hane (yıkama yeri) bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama…
- Olmaz. Vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim Ayasofya’dan, Süleymaniye den, en azından Fatih Camii'nden.
- Fatih Camii'ni iyi dedin. Haydi yüklenelim… Ve gelirler Fatih Camisi'ne.
Siyavuş Paşa sağa sola koşturur kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa.
Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir. Bir nur aydınlanır alnında. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama. Bu meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım der. Yanlış yapıyoruz galiba.
- Nasıl yani?
- Heyecana kapıldık, cenazeyi sorup araştırmadan getirdik buraya. Kim bilir hanımı vardır belki, belki yetimleri?
- Doğru. Öyle ya. Neyse, sen başını bekle. Ben mahalleyi dolanıp geleyim.
Vezir cüzüne, tespihine döner, padişah ise, garip maceranın başladığı yere koşar.
Nitekim sorar soruşturur, nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler, sanki bu vefatı bekler gibidir.
- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini şakaklarına dayar. Gözleri kısılır, hatıralara dalar. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından. “Biliyor musun oğlum” der dertli dertli.
- Bizim efendi bir alemdi vesselam. Akşamlara kadar nalın yapar, ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alır, sonra getirip dökerdi helaya*”
- Niye?
- Ümmet-i Muhammed içmesin diye.
- Hayret.
- Sonra malum kadınların ücretini öder eve getirirdi.
- Ben sizin zamanınızı satın aldım. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek…
O gider, ben onlara menkıbeler anlatır, Mızraklı ilmihal, Hüccet-ül İslam okurdum.
- Bak sen. Millet ne sanıyor hâlbuki.
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş o hep uzak mescitlere giderdi.
- “Öyle imamın arkasında durmalı ki tekbir alırken Kabe'yi görmeli” dedi.
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi...?
Hatta bir gün “Bakasın efendi” dedim. “Sen böyle yapıyorsun, ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.”
- Kimseye zahmetim olmasın” deyip mezarını kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim.
- İş mezarla bitiyor mu dedim. “Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?” Önce uzun uzun güldü. Sonra “Allah büyüktür hatun, dedi. “Hem padişahın işi ne?” derdi.
* O devir, içki içenin ve zina edenin çok az olduğu bir zamandır. Bu gün olsa bu zat, içki fabrikalarının kapatılması ile zinanın önlenmesine çalışırdı.