Veren El

Hüzeyme Yeşim Koçak
Veren elin üstünlüğünü, dinimizle ilgili bahislerden biliriz. Siyasîlerden de dile getiren oldu.
Fakat el yalnızca yoksula, güçsüze sadaka, bahşiş vermiyor; saili açı gönendirmiyor. Verdiklerine, mahiyetine, elin ve nihayetindeki kolun uzunluğuna da bakmak gerekiyor. Meselâ:
“Toprak satışında 81 ilin 76’sında, başta İngiliz ve Almanlar 111 bin 194 adet taşınmaz elde ediyor. AKP dönemine kadar sadece 23 bin 44 yabancıya satış yapılırken, sonrasında 100 bine yakın (96 bin 2 yabancı) gayrı menkul ediniyor. Yabancıların Türkiye’den aldığı gayri menkullerin taşınmaz alanı toplam 81 milyon 664 bin 98 metrekare” ( 30 Ağustos; 1 Eylül 2011 tarihli basından)
Meselâ; azınlıkların mallarını iadeyi öngören kararnamede, yurt dışındaki gibi sadece kullanım hakkı değil, doğrudan mülkiyet veriliyor. Ayrıca mülklerin satılanları için tazminat ödenecek.
Osmanlı vatandaşı Ermeniler'in torunlarının ABD'de "İncirlik dedelerimizin yasadışı el konulan toprakları üzerine kuruldu" iddiasıyla açtığı tazminat davasında ABD Dışişleri'nin Türkiye'ye, "Davaya savunma gönderin" diye diplomatik nota gönderdiği ortaya çıkıyor. Buna rağmen savunma yapmayan Türkiye, 100 milyon dolar tazminatla karşı karşıya kalıyor...(Kaynak: internet haber).
Süryani Ortodoks Ruhani Lideri, Doğu ve güneydoğudaki Süryani vakıflarını istediklerinden söz ediyor.
Sırada başka isteklerin de geleceğinden, konuyla ilgili umutların yükseleceğinden hiç şüpheniz olmasın. Çünkü “cömert bir el” karşımızdaki. Ağanın eli tutulmaz.
 Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan Ermeni gençliğine "Biz Karabağ bölgesini düşmanın elinden kurtardık. Ağrı Dağı bölgesinin alınmasını ise size bıraktık” sözleri ile Ermeni gençliğine tarihi bir vasiyet yapıyor. Cesur, muhatabını hiç kale almayan mağrur çıkışlar. Bizdeyse her zaman olduğu gibi, durumu kurtarmaya yönelik gürültülü patırtılı lâflar.
Bağışlayan el, meselâ 95 sene sonra Akdamar Kilise’nin ihyası için 1.5 milyon dolar harcıyor ve ayini gelenekselleştiriyor.
Sırada ümitvar, beşuş tonlarca gayrimüslim eseri, kilise kurtarılmayı bekliyor. Milenyumun bağışçısıyız biz.
Türkiye’nin yeni anayasasına, azınlıkların yapacağı katkıdan bahsediliyor. Arzularını saklı gizli değil, düpedüz dillendiriyorlar.
Elhamdülillah Müslüman’ız, muhafazakârız ama Avrupa nârına, zinayı bile meşrû hâle getirdik. Kasaplarda domuz eti böğürüyor(!). Eski hassasiyetler, setler bir bir kaldırılıyor. Kuşkusuz bu da bir başka verimkârlıktır.
Kuvvetli, destekli, verimli bir lütuf damarı. İste iste bitmez. Kimse tutamaz, vereceğiz ille vereceğizz.
Atalarımız alarak, fethederek, İslâm’ın yayılmasına hizmet ederek, manevî değerleri inşâ ederek, yerleştirerek kazanmışlardı. Biz ise vererek.
Yaban kelimeler sakızımızdır. Ne denli, ne usturuplu Batının “Paşa gönlünü”; paşa paşa yapıyorsak o kadar kazanıyoruz.
Bu durumda şöyle bir soru akla gelebilir: Türkiye bölünecek mi?
Hayır efendim bölünmeyecek. Kim verdiye gidecek.
NİÇİN YEREL BASIN
TYB Konya Şubesi’nin ikinci dönem kültürel faaliyetleri devam ediyor. Geçtiğimiz Cumartesi gününün misafiri, Basın İlan Kurumu Anadolu Gazete Sahipleri Temsilcisi, gazetemiz Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Yayın Yönetmeni Gazeteci Yazar Mustafa Arslan’dı.
Sayın Arslan, “Neden Yerel Basın” başlıklı konuşmasında; Hıristiyan dünyasının temel gayesi, yerel basının rolü, yaygın basındaki Konya ve yerellik algısı, mahallî basının görevleri gibi konulara değindi. Veciz, doyurucu, özeleştiriden de mahrum olmayan bir konuşmaydı.
Temas ettiği önemli noktalardan biri de; yönetimin gücüne, medyanın egemenliği ve yönlendirmesine karşı Yerel basının tektipleşmemesi, sağduyusunu koruması, muhalefet rengini, uyarı görevi ve yapıcı eleştirilerini esirgememesiydi.
Şehrin yükselmesi, kalkınmanın sağlanabilmesi için ticaret, sanayi, STK, üniversite ve basının hep birlikte büyümesi, hatta basının önde olması gerekirdi. Bu dayanışma ruhunu sağladığımızda, güzel gelişmelere imza atıyorduk. Ama aksi ve eksi ilerleyişlerde de kaçınılmaz bir irtifa kaybı yaşıyorduk.
Millî manevî değerlerin savunuculuğunu, mahallî basın yapıyor; yerel demokrasinin işleyişinde önemli bir vazife ifa ediyordu ve bir anlamda daha hürdü.
Millî Mücadele dönemindeki seçkin örneklerde görüldüğü gibi, dik duruşunun ve taşıdığı anlamın farkında olmalı, onurlu yürüyüşünü sürdürmeliydi.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.