Bazen arkadaşlarla, sevdiğimiz bir kitaptan rastgele sayfalar açar; cümlelerin ardına, kısmetimize bakarız.
İşin içinde Aşk ehli, kâmiller varsa genellikle azarlar, kulağımızı çekerler. Kâlimiz fena değilse de, hâlimiz pek iyi değildir anlaşılan.
Esasen söz sohbetleri hoş, etkili, hemcinslerinin ve diğer dünyevî türlerin aksine; heybetli hatta karizmatik adamlar, kadınlardır diyebilirim.
İşte Feridüddin Attar hazretlerinin Mantıku’t-Tayr eserinden, (dilerseniz) bize size gelenler:
“Musa Kelimullah’ın zamanında bir abid vardı, gece gündüz ibadet ediyordu.
Zerre kadar olsun gönlünde ferahlık hissetmemiş, gönül güneşinin parlaklığını bir türlü bulamamıştı.
Bu adamın çok güzel bir sakalı vardı. Arada sırada bir sakallarını tarardı.
Abid adam Musa’yı uzaktan gördü yanına gidip: ‘Ey Tur dağının serdarı!
Allah rızası için Hakk’a sor. Neden irfani bir halet ve zevke eremiyorum?”
Musa Kelimullah tesadüfen Tur dağına gidiyordu.
Hakk Teâlâ’ya bunu sordu, Hakk Teâlâ dedi ki:
‘Uzak dur. O bizim vuslat incilerimizi elde edemeyip yoksul kaldı. Her zaman sakalıyla uğraşıp durdu.’
Musa ona bunun sebebini anlattı. Abid bunları işittiğinde ağlayıp sakallarını yoldu.
Cebrail çabucak Musa’nın yanına geldi ve dedi ki: ‘O abid şimdi bile sakallarıyla meşgul.
Eğer sakallarını bile yolarsa yine sakallarıyla meşgul oluyor demektir.’
Onsuz bir nefes almak bile yanlıştır. İster sağa git, ister sola, bu fark etmez.”
Hemen ardından bir başka hikâyede Attar bize, bir başka uzun sakalı olan ve denize düşen adamdan bahsediyordu.
“Kıyıda duran bir adam onu gördü ve ‘Boynundaki o torbayı çıkar’ dedi.
Adam dedi ki: ‘ O torba değil benim sakalım. Aslında sakal da değil başımın belası.’
Kıyıdaki adam dedi ki: ‘Aferin sana, işte sakalın ve işte işin. Bu sakalların şimdi seni inlete inlete öldürecek.’
Ey keçi sakalından utanmayan! Sakal bırakmışsın ama arlanmıyorsun.
Sende nefsin ve şeytanlığın oldukça Firavun’a ve Haman’a uymuşsun demektir. Önce Musa gibi terk-i dünya eyleyip dünyaya önem verme. Sonra Firavun’un sakalına yapış.
Bu Firavun’un sakalını sıkı bir şekilde tut ve ercesine onunla savaşa giriş.
Sakalından el çekip yola ayak bas. Ne zamana kadar sakallarınla uğraşacaksın, artık yola gir.
Sakalından eline geçen tek şey ıztıraptır. Buna rağmen bir an bile sakalından korkmuyorsun.
Gerçekte din yolunda er olanın, sakalını tarayacak olanın bir tarağı bile olmaz.
Canını sakalın müşküllerinden haberdar eyle ve sakalını yolda kullanacağın yemek sofrası yap.
O ne gönül kanından başka su ve ne de gönülden başka bir kebap bulur.”
…
Ne çok sakalım vardı. Saçım sakalım, gizli heveslerim, fuzuli işlerim, habire öptüğüm, baş koyduğum, görünmez çerim çöpüm.
Sevdalarım, uzatıp kısaltıp açıp saçıp boyayıp boyayıp başka kılıklarda, şekillerde “Huzuruna” çıktığım. Bağlandığım, d(adandığım).
Her teline inciler taktığım, süsleyip püsleyip pislediğim, bestelediğim, nağmeler yazdığım, vaz geçemediğim. Hevam.
Kutsallarımın önüne geçen, mukaddes saydığım, gizli muhalefetim isyanlarım.
Ağırlıklarım, sakalda başta ağırladıklarım. Ağrılarım. Kıllarım, kılçıklarım. Yanıklarım. Gölge(deki) sakalım.
Arapsaçı, saç saçı, taş taşı. Sen ye başı! Kes tıraşı saçı!
Kral Sakallara tırmanan eçiş bücüşler, tepedeki muhteris keçiler, şerli cüceler, yecüc mecücler.
Ey benim kirli sakalım, aksakalım, maazallah Mavi Sakalım.
Ponpon, tonton yumağım. Dört mevsim Sakalda uyuyanlar yatan kal(k)anlardanım.
Topsakal, kabasakal( hoop Kabataş), Çizgi(miz) sakal, Osmanlı, Viking sakallarım.
Sakalda Diriliş’i unutmayalıım.
A benim caanım Yüksek Sakalım!
Sakalda buluşanlar, masonik organik Cin tonik Birleşmiş Sakallar.
Ye kürküm ye, ye sakalım ye yeee.
Memlekette ot bile kalmadı, sen sakalını yee!
Vay benim köse sakalım, şöhretim sap sâmanım samanım ZAMANIM.